"Mutluluğun iyi edemediğini iyileştirecek ilaç yoktur."
Yazar gazetecilik yaptığı dönemde Santa Clara Manastırı'nın bir otele dönüştürüleceği haberinden sonra manastıra ziyarete gider. Ziyareti sırasında mahzende romanın ana karaktere ismini veren Sierva Maria'nın mezarı olduğu iddia edilen mezarda, 22 metre uzunluğunda bir saç yığınına rastlar. Tanık olduğu bu mezar küçükken dinlediği uzun saçlı, soylu bir kızın kuduzdan öldüğü hikayesini hatırlar ve bu hikayeyle birleştirerek romanı kaleme alır.
Roman şuana kadar okuduğum Gabriel Garcia Marquez romanları arasında en az sevdiği oldu ancak ele aldığı alt metinde aslında okuyucuya farkındalık yaratmaya çalışıyor. Bu kısacık romanında yüzyıllardır dünyanın "normal(!)" düzeni olduğu kabul edilen köleliği, din ve bilim çelişkisini, cahilliği eleştirmektedir. Romanın konusu; baş karakter Sierva Maria'nın bir köpek tarafından ısırılması ve onun kuduz şüphesiyle yaşadıkları ve ölümü anlatılır. Roman Ortaçağ Avrupa'sının skolastik düşünce yapısının bir panoramasını tüm gerçekçiliğiyle sunmaktadır. Skolastik düşünce, kilisenin insanlar üzerindeki baskısı özellikle de hastalıklar konusundaki yansımalarını okurken insan dehşet içinde kalıyor. Kendisi gibi olmayan herkesin dışlandığı ve "normal" olmadığı kabul edilerek toplumdan izole ya da içinde cin var diyerek türlü işkencelere maruz kalındığı bir toplum dönemi.
Kitaba ilk başta girmek zor ancak olayları ve kişileri kafanızda oturduğunda hikaye sizi alıp götürüyor. Benim romanda sevmediğim tek yön bazı olayların ele alınış şekli oldu. Kimi kısımlar daha uzun ve yavaş ilerlerken bence romanın önemli olan kısımlarının daha hızlı ve yüzeysel üzerinden geçildiğini düşündüğümden kafamda oturmayan kısımlar oldu. Ancak işlediği Ortaçağ Avrupası ve Engizisyonu çok başarılı bir şekilde ele aldığını düşünüyorum. Bu konuya ilgisi olan ya da yazarın kalemini sevenlere tavsiye ederim.