Gönderi

Kendime yabancılaşmanın en derinlerinde dolaşıyorum. Ne kendimle ne de dünyayla bir bağ kurabiliyorum. Sanki hayattan, varoluştan soyutlanmışım. Kavramlar, durumlar, insanlar... Hepsi bana öylesine uzak, öylesine anlamsız geliyor ki. Gelecek? Meşhur bir hayalet gibi önümde salınıyor. Beklentiler, umutsuzlukların girdabında eriyip gidiyor. Ne benden bir şey bekleyen var, ne de benim bekleyebileceğim bir şey kaldı. Öyle bir boşluk ki bu, kendimi bulmaya çalışırken daha da kayboluyorum. İçimdeki gücü tüketmişim, içimdeki o kıvılcım sönmüş. Kendi benliğimden, varoluşumdan koptum. Artık ne bir ben varım ne de bir "ben"de anlam bulan bir hayat. Hüzünle, kasvetle, karanlıkla dolu bir boşluk içindeyim. Ömer Hayyam gibi düşünüyorum bazen; dünya bir meyhane, bizse sarhoş ruhlar. Ama içkiyle değil, hayal kırıklıkları ve belirsizliklerle sarhoş olmuşuz. Gelecek, sadece belirsizlik ve kaygı dolu bir kapı. İçindeki tüm umudu, arzuyu bitirmiş bir halde, gözlerim ileriye bakarken aslında hiçbir şey görmüyor. Oğuz Atay'ın o derin, o keskin bakış açısı içinde kayboluyorum. Tutunamayanlar’dan biriyim artık. Herkes tutunacak bir şeyler bulurken ben sadece boşluğa uzanıyorum. Herkes bir şekilde hayata tutunurken, ben düşüyorum; sonsuz bir karanlığa, dipsiz bir uçuruma. Kendime ve hayata yabancılaştığım bu dünyada, hiçbir şeyin anlamı yokmuş gibi hissediyorum. Bu varoluşsal kriz içinde debelenirken, belki de sadece kendimi yeniden bulmanın, anlamların peşinden gitmenin yolunu arıyorum. Ama her seferinde, o yolu bulamadan kayboluyorum. Belki de arayışın kendisi bile bir yanılsama. Ömer Hayyam'ın şarap kadehinde bulduğu o huzuru, Oğuz Atay'ın kelimelerinde yakaladığı o isyanı ben bulamıyorum. Yine de bir umut kırıntısıyla, belki bir gün kendi benliğimi ve hayatın anlamını bulurum diyerek, bu karmaşık düşüncelerin içinde boğuluyorum.
·
1 plus 1
·
51 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.