Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bir Yudum Kitap
Günaydın. Okumak ne müthiş keşif. Olmayan, bazen olması mümkün olmayan dünyaları mümkün kılıyor aklımızda. Sonra, o dünyaların hisleri değiyor yüreklerimize. Thomas Mann, "Sözcükler birbiri ardına akıp giderken, bütün düşünceler yok oluyor ve insan istese de onları durduramıyor." der. Düşünmek aklınızı sizi kemiriyorsa, okuyun sevgili okur. Yepyeni dünyaların kâşifi olun her sabah. Var olun. Thomas Mann - Venedik'te Ölüm Çevirmen: Behçet Necatigil, Can Yayınları, s.78-81 Böylece yumuşak, siyah yastıklara yaslanmış olarak, ihtirasın zoruyla izinden ayrılamadığı öteki barkanın arkasından kayar, sularda salınırdı. Bazen gondolü kaybeder, o zaman gönlü bir tasa, bir huzursuzlukla dolardı. Fakat kılavuzu bu gibi işlerin ustasıymışçasına kurnazca maanevralar yapar, çarçabuk kestirmeden giderek, yolu kısaltarak, Aschenbach'ın özlediğini, yine onun görüş alanına sokmayı daima becerirdi. Hava durgundu, ağır kokar, göğü arduvaz rengine boyayan buğuların arasınıdan güneş yakıcı ışıklar saçardı. Sular gürültülü seslerle tahtalara, taşlara çarpardı. Gondolcünün yarı uyarı, yarı selam anlamında seslenişlerine, labirentin sessizliği içinde ta uzaklardan garip bir anlaşmayla karşılık verirdi. Denizden yüksekçe yerlerde ufak bahçelerden badem kokulu, beyaz ve erguvan rengi salkımlar, kağşamış duvarlar üstüne sarkardı. Pencere pervazlarının arabeskleri bulanık suya yansır, bir kilisenin mermer basamakları suların içine kadar inerdi. Basamaklara çömelmiş bir dilenci, yoksulluğunu yeminlerle pekiştirerek şapkasını uzatır ve körmüş gibi gözlerinin akını gösterirdi. Bir antikacı, izbesi önünde durur, gondoldeki yolcuyu kazıklamak ümidiyle yaltakçı jestlerle dükkânına çağırırdı. İşte Venedik, o yüze gülen ama şüpheli dilber — yarı masal, yarı yabancı tuzağı olan bu kent ağır, pis havasıyla bir zamanlar zevk ve sefalı bir bolluk içinde sanatı geliştirmiş, müzisyenlere yalpalı ve âşıkane ninniler gibi nağmeler ilham etmişti. Serüveni yaşayan Aschenbach, gözlerine o çağların zenginliği doluyormuş, kulaklarına o devirlerdekine benzer melodiler sokuluyormuş gibi olurdu; kentin hasta olduğunu, kazanç hırsıyla kendindeki bu hastalığı gizle-diğini de düşünür, gözlerini, önü sıra kayıp giden gondole artık hiç çekinmeden dikerdi. İşte kafası karışık bu adam, kendisini tutuşturan nesneyi aralıksız izlemekten, gözden kaybettikçe hayaliyle yaşamaktan ve tıpkı âşıklar gibi gölgesine aşk sözleri söylemekten başka bir şey bilmiyor, bir şey istemiyordu. Yalnızlık, gurbet ve gecikmiş, derin bir sarhoşluktan duyduğu mutluluk ürkmeden, yüzü kızarmadan, en olmayacak şeylere bile kalkışmaktan yana onu cesaretlendirip teşvik ediyordu. Nitekim gece geç vakit Venedik'ten dönüp gelince, otelin birinci katında güzel çocuğun odası önünde durduğu, tam anlamıyla kendinden geçerek alnını kapının rezesine dayadığı ve böyle çılgın bir durumda yakalanmayı göze alarak uzun zaman oradan ayrılamadığı olmuştu. Bununla beraber sakin kaldığı, aklını başına yarı yarıya topladığı anlar da oluyordu. O zaman dehşet içinde, "Nereye gidiyorum?" diye düşünüyordu. "Nereye?" Yaratılıştaki üstünlükleri kendi soyuna karşı aristokrat bir ilgi aşılayan her insan gibi Aschenbach da hayatta yaptığı işlerde, ulaştığı başarılarda atalarını hatırlamaya,hayalinde onların rızalarını, memnuniyetlerini, ister istemez gösterecekleri övgüleri aramaya alışmıştı. Onları şimdi, bu kadar yakışıksız bir sergüzeşte saplanıp kalmış, duygunun bu kadar egzotik safahatlarına dalmış bu durumda burada da hatırlıyor, onlardaki vakur disiplini, mazbut mertliği düşünüyor, mahzun gülümsüyordu. Ne derlerdi? Hiç kuşkusuz sanatın büyüsünde geçen bu hayata, kendilerininkinden soyunu inkar derecesinde ayrılmış olan bütün bu hayata ne diyebilirlerdi? Bir zamanlar kendisi de bu hayat için atalarının kökleşmiş zihniyetine uyarak ne alaycı gençlik cevherleri yumurtlamış, aslına bakılırsa, bu hayat onlarınkine ne kadar çok benzemişti! O da görevini yapmış, o da onların pek çoğu gibi bir asker ve savaşçı olmuştu. Çünkü sanat da bir savaş —insanı çabuk çürüğe çıkaran yıpratıcı bir savaş— değil miydi? Bir nefis eğitimi hayatı, bir kudretin üstüne çıkma ihtiyacı, haşin, azimli ve feragatli bir hayat! İnce ve zamana uygun bir kahramanlığın sembolü olan bu hayat herhalde mert denmeyi, cesur denmeyi hak etmişti; Aschenbach'a öyle geliyordu ki, kendisini şimdi hükmü altına alan Eros böyle bir hayatı bir biçimiyle özellikle uygun ve elverişlidir. Eros en cesur milletlerce özellikle itibar görmemiş miydi, hatta onların şehirlerinde serpilip gelişmesi , cesaret sayesinde oldu denmemiş miydi ? Eski dönemlerin sayısız kahraman savaşçısı onun buyunduruğunu memnun, razı taşımıştı; bu tanrının kadere yüklediği şey hor görülmüyordu çünkü. Başka maksatlarla yapılsa korkaklık işareti diye kınanacak hareketler, ayaklara kapanmalar, yalvarmalar, yeminler, ricalar, niyazlar, kulluklar, kölelikler, bütün bunlar aşka bir aşağılama düşürmüyor, aksine bunlar yüzünden övgüler alıyordu.
·
25 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.