Gönderi

GECE YARISI KAPIMA KERTENKELE BIRAKAN GİZEMLİ YARATIK
Gecenin bir yarısı, tek odalı odamda yatağımda uzanmış, uyku tutmayan gözlerimle telefonumla dünyadaki gelişmeleri takip ediyordum. Derken kapıdan gelen sesler dikkatimi çekti. Miyavlayan bir kedi sesi. Üstelik tam da kapımın önünde. Kapıyı açtım ve karşıma tanıdık bir sarı renk çıktı: Sarı Dişi! Birkaç günde bir uğrayan, ofisin önünde arada bir görünen, yavruları olduğunu bildiğim bir sarı dişi kedi. Yavrularını doyurabilsin diye gördükçe ona kedi maması verirdim. Bu akşamüzeri de vermiştim mamasını, iştahla yemişti. Ama şimdi, gece vakti, nereden bulduysa bir kertenkele yakalamış ve kapıma kadar getirmiş! İnanılmaz bir durum gerçekten. İyi de Sarı Dişi, ben kertenkele yiyemem ki! Aferin sana, aferin dişi aslan! Kendini kanıtladın seni küçük aslan yavrusu! Peki şimdi ne yapmalıyım? "Al, sen ye," desem, anlar mı ki? Kertenkeleyi alıp kapıyı kapatsam arkadan, yüzüne, hediyeyi kabul etmiş olur muyum? Ya yanlış anlar ve kırılırsa? Onların dilini bilmiyorum ki. Hem kuyruğu kopmuş, üzerinde kan lekeleri olan ve hâlâ canlı bir kertenkeleyi içeri alamam. Hiç kusura bakmasın. Ayrıca böyle bir jesti hiç beklemiyordum. Zaten bir beklenti içerisinde olmam bile saçma olurdu. Ben onlara sevgimden yardım ediyordum. Teşekküre gerek yoktu. Mamaları verirken hissettiğim o güzel duygu bana yetiyordu. Kendine gel Sarı Dişi, bana minnettar kalmak zorunda değilsin! Hem senin mamaları yiyip tekrar aç kalana kadar ortadan kaybolman gerekiyordu. Ayrıca yavruların var, onlara zaman ayırmalısın. Ben insanım, sen de kedi. Ne hakla bizi taklit edersin? Asıl insanlık bizde, sen kendini ne sanıyorsun? Neyse, dişi olduğun için sert çıkmıyorum ama edebinle yavrularına bak. Ve bir daha böyle bir şey yapma! Zaten senden hiçbir zaman bir beklentim olmadı, olmayacak da. Ama ya ben gittikten sonra, sana mama vereceğime güvenip tüm gün yavrularınla ilgilenip aç kalırsan? Yavruların da aç kalırsa? Bu düşünce beni rahatsız ediyor. Aslında bencilce davrandım. Kendi mutluluğum için doğana müdahale ettim. Kim suçlu burada? Siz mi, yoksa sizin sevimli hâlinize kanıp hayatınıza müdahale eden ben mi? O yavrulara bir şey olursa bunun hesabını kim verecek? Ancak miyav miyav, gösterişli hareketler, sevince mırıldanmalar falan... Söyle bana Sarı Dişi, ya sana benzeyen o turuncu ve sevimli suratlı yavrularından birine bir şey olursa? Ya mart ayının sihirli zamanlarında aşk yaşadığın, o babasına benzeyen yavruna bir şey olursa? O zaman hâlâ bana teşekkür eder miydin? Hayatına girip bir konfor ve güven alanı oluşturduktan sonra çekip gitmeyecek miydim? Ve hâlâ sırf bir teşekkür göstergesi olarak avladığın bir hediyeye değer miydim gerçekten? Ah be Sarı Dişi, niye yaptın böyle bir şey? Neden gecenin bir yarısı bana hayatı ve insanlığı sorgulatıyorsun? Biliyorum, içgüdülerinize göre hareket ediyorsunuz. Ama kendinizden tamamen farklı bir canlıya bu kadar yakınlaşmak nasıl oluyor? Beyninizin hangi bölümü size bunu yaptırabiliyor? Biz mi sizi küçümsüyoruz, siz mi bizi burnu havada süslü canlılar sanıyorsunuz? Evrenin en zeki canlısı biziz diye haykırırken, aynı gezegende yaşayan hiçbir canlı türü şimdiye kadar buna karşı çıkmadı. O sırada biz sizin umurunuzda bile değildik belki de. Arada sırada bir kap yemek veriyorsak bırak da biraz insan olalım, değil mi? Ha insan olmuşuz ha hayvan, kimin umurunda? Ben kendimi nasıl hissediyorsam o değil miyim zaten? Bunları mı düşünüyordunuz? Siz bizim geçtiğimiz aşamaları çoktan aşmıştınız. Evrimin aksine biz sizin geçmişinizdik. Belki de henüz biz size ulaşamamıştık asıl. Dışarı çıktım ve arkamdan odanın kapısını kapattım. Aşağıya, ofisime inmek için merdivene yöneldim. Merdiven başındayken dönüp bizim sarı aslana bakarken onun kararsızlık halinde bir bana bir de getirdiği hediyesine bakıp sanki ne yapması gerektiğine tam karar veremiyor gibiydi. O sırada bana bakıp bu iki bacaklı hayvan ne yapmaya çalışıyor diye düşündüğüne eminim. Bir de kedilere gizemli derler hep. Bir de onların açısından bakmak lazım. Belki de tam bir muamma olan bizizdir ve aldıkları bu lakap bizleri taklit etmelerinden kaynaklanıyordur. Kendi aralarında iletişimde herhangi bir kopukluk yaşadıklarını görmemiştim. Biz birbirimizi bile anlamazken onlar nasıl çözsün bizi? Birkaç defa daha kertenkele ile bana doğru dönen karışık kafası sonunda error vererek kesik bir miyav şeklinde dışa vurdu kendini. O dört ayaklı ve kuyruklu kompleks bedeninin tamamı gibi sarı olan karışık şirin kafası; iki ayaklı gizemli hayvanın arkasından gitmeyi seçti. Bu gece karşılıklı jest gecesi olacak gibi. Saatler önemini çoktan yitirdi. Şimdi sıra ben de. Her ne kadar getirdiğin hediye bana yaramadıysa da iyi yönde bir niyetin göstergesi olduğunun tabiki de farkındayım. Ben bir insanım ve bir insan gibi düşünerek hemen ayrıştırıcı bir yaklaşımla kendi yiyeceğim ile sizin yiyeceğiniz arasında kesin bir ayrımı çoktan koymuştum. Ama sen aramızda herhangi bir ayrım gözetmeksizin kendi yiyeceğinden getirdin bana. Bu davranışın, biz iki bacaklı hayvanlar arasında dikkate almaya değer bir davranıştı. Sizin hayat tarzınız yapaylıktan o kadar uzak ki doğanın asıl kendisiydi. Doğa ana. İkimize de hayat veren, besleyen, koruyan ama aynı zamanda hastalandıran, hatta öldüren doğa ana. Biz aynı organizmanın iki ayrı parçasıyız. Aramızdaki farklar tamamen niteliksel. Nasılını bir kenara bırakırsak ikimizin de amacı aynı. Hayatta kalmak. O zaman aramızdaki bu sınır tamamen soyutsal. Belki de hayatta kalma güdüsüyle aynı sebepten kaynaklaniyordur. Her ne olursa olsun bu gece tüm sınırlar kalktı. Kendini sevdirebilme düzeyin bir kediden beklenen seviyedeydi. Bu geceki davranışın ise, yani aslında senin de bana karşı bir tür sevginin, sahiplenmenin, aileden sayılmanın, senin de hayatında olan bir canlı olabilmenin bilincine ulaşmak, önceki sevgi biçimini arşa çıkararak idrak kuvvetimi güçlendirdi. Tüyün kadar ömrün olsun Küçük Sarı Aslan. Iyi ki varsın sevimli kücük yaratık. Bir kez daha teşekkür ediyorum sana. Birkaç gün sonra çok uzaklara gidecek ve seni bırakacak olsam da bunun için beni affet. Seni hiç unutmayacağım gizemli sarı dişi! Birkaç yüz bin yıl geriye gidersek diğer canlılarla yediğimiz yiyecekler daha benzer ve aynı. Yıllar geçtikçe bizi yozlaştıran, doğayla kafa tutacak seviyeye getirten sebepler kafatasının içindeki ufak bir farklılıktan kaynaklandı. Kendimize insan diyerek diğer canlılar arasına kesin bir sınır ve mesafe koyan da aynı yerdeki farklılıktan çıktı. Milyonlarca yıllık dünya tarihinde doğa ana, kendisine bu denli kafa tutacak hiçbir organizmayı getirmedi yeryüzüne. İnsan dediğimiz canlı aslında doğanın bir depresyon hali ya da bir tür intihar etme biçimi olmalı. Yoksa kendisine faydadan çok zarar veren bir canlıyı yaratmanın nedeni tam olarak neydi? Belki de doğa, insanı yaratırken onun doğayla olan ilişkisini bu denli karmaşık ve çelişkili hale getireceğini bilmiyordu. Ya da belki doğa, kendisine kafa tutacak bir canlıyı yaratma gereği duymuştu. Ya ilk oluştuğundan bu yana geçen milyonlarca yıllık kusursuz ve muazzam döngülü varlığından sıkıldı ve ileride yaşanacak sonsuz zamanı anlamsız bularak kendisini yok etmenin en sanatsal yolunu buldu ve kendisine insan diyecek iki bacaklı, şimdiye kadar ki en mükemmel hayvanı yarattı, ya da tam tersine, bu denli kusursuz bir tabiatın anlaşılması, takdir edilmesi ve varlığını idrak edip güzelliğini takdir edecek seviyede bir canlının yaratılması gerekiyordu. Acaba bu mükemmel canlıyı yaratırken ve güya ona özgür bir bilinç bahşederken tabiatın mükemmelliği karşısında eğilip ona her gün şükretmek yerine kendi arzu ve tutkularının esiri olan kötücül ve bu uğurda kendi yaşam alanına bile zarar verecek kocaman bir fiyaskoyu meydana getireceğini biliyor muydu? Doğayı kendi içinde hissetmelerine, çöldeki evlerinin önüne bile binlerce kilometre uzaklıktan taşıdığı ağaçları diken, evlerini çeşitli bitkilerle süsleyen, evcil hayvanlar sahiplenen bu canlının davranışı bile aslında içten içe neye bağlı olduğunu gösteriyordu aslında. Fakat buna rağmen kulağına gelen kuş seslerinden, hoş kokulu çiçeklerden, milyonlarca tür kelebek ve böcekten, çaylar, çimenler, nehirler, dağlar, ormanlar, denizler, okyanuslar ve içinde yaşayan milyonlarca tür balıktan, yağmur ormanları ve içindeki milyonlarca hayvan ve bitki türünden, mevsimlerden, ilkbahardan ve bunun gibi sayısız milyonlarca güzellik içinden, hiçbirinden uzak kalamayacak kadar doğaya bağlı, sadece orada yaşayabilen, oksijensiz hayatta kalamayan, öte yandan tüm bunlara karşı kör kalabilen, kendi yaşam alanı dışında başka hiçbir yaşam biçimine saygısı olmayan ve etrafındaki güzellikleri yok edebilen kibirli bu iki bacaklı hayvanın, yarattığı diğer tüm mükemmel düzene kafa tutacağını biliyor muydu? Okyanusun içindeki balık gibi kendisini sarıp sarmalayan ve hayat veren o mükemmel yapıyı neden göremiyordu? Hissetmesine rağmen görmezlikten geliyordu. Ironik şekilde onları özel kılan bilinçleriyle bilinçli şekilde görmek istemiyorlardı. Ya doğanın istediği gerçekten de yok olmaktı ya da bu, sadece kendi sorumsuzlukları sonucu gelişecek kaçınılmaz bir son. Her iki durumda da yok olacak olan doğa ve onunla birlikte kendini yere göğe sığdıramayan ve kendisine her fırsatta insan diyen bir tür canlı varlık... Derler ki içinde yaşadığımız bu muazzam tabiat, milyar yılda bir yaparmış bunu. Yenilermiş yani kendini. Yenilenmek için kendini yok eden bir düzen. Ve buna en uygun canlı olarak insanı evriltmiş yeryüzüne. Bu bile doğanın mükemmel işleyen düzenine karşı en aykırı varlığın insan olduğunu kanıtlıyor. Biz yakıp yıkmanın, yok etmenin kocaman bir sembolü ve aracı gibiyiz. Kanser hücresinin ta kendisiyiz. Nereden tutsan iki bacaklı bir varlık kalıyor elinde; bir süre sonra da hiçbir şey... DERLER Kİ... Buradaki diyenler kim? İnsanlar. Bunları yazan da bir insan, Yarın elinde plastik şişeyi denize düşürecek olan da insan. Ormanın içinde ciğerine oksijen doldurup mutlulukla üfleyecek olan da insan, Günün sonunda kitabını açıp okuyan ve defterine notlar alacak olan da insan. Herkes toplu taşıma kullanmalı diyen de insan, Ertesi gün tek başına arabasına binip işine gidecek olan da insan. Günün sonunda kazanan da insan, Kaybeden de insan. Insan içinde insan. Hep aynı. İnsan, insan ve insan... İnsanlıkla kalın lan insanlar. Yıkın, yakın, yok edin. Muhteşem hünerlerinizi göstermeye devam edin. Sonuçta insansınız. Sahi, ne insanmışsınız be... Zliten, Libya 18.05.2024 01:39
·
132 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.