Gönderi

Şükrü Erbaş üzerine birkaç kelam.
köylüleri niçin öldürmeliyiz şiiri pek sevilen şair. türkiye'de son yıllarda aşağılık bir seçkincilik sevdası belki bu ilgiyi tetiklemiş olabilir. bu seçkincilik üzerine uzun bir konuşmayı ise şimdilik ertelemeyi ve erbaş'ın meşhur şiiri üzerine bir polemik yapmayı seçelim. erbaş'ın sorduğu "köylüleri niçin öldürmeliyiz?" sorusunun aynısını aslında akla karşı tezler şiirinde ismet özel de sorar, şükrü erbaş'tan 15 yıl önce. şükrü erbaş, kendi şiirini yazarken oradan mı yola çıkmış onu bilemiyorum. bu şiir, erbaş'ın oldukça sorunlu bir şiiri gibidir aslında. birçok nedeni var. bir defa erbaş'ın muhatabı köylü değildir. ona dışardan bakar. peki erbaş, esasen köylü doğmuş bir insan olarak, köylüye dışardan bakan bir köylü-olmayan ise nedir? kendini nerede konumlandırır? erbaş, köylüyü iyi tanıyan bir kentlidir. aslında şiiri boyunca hınçla bahsettiği şeyleri de bir kentli olarak yargılar. erbaş'ın bu şiiri, bu bakımdan 80li yılların sonunda yazmış olması şaşırtıcı değildir. çünkü 80 darbesini takip eden süreçte, serbest piyasanın tabağına konan türkiye'de, kentleşmenin önemli bir ivmelenme yakaladığı söylenebilir. elbette bu, kente ve kentliye ilişkin birçok sorunu da beraberinde getirdi. aslında erbaş'ın şiirde, yeni kentliye söylediği yerin altında biraz bu var. kentte, köylü gibi yaşaması... onu esas rahatsız edip de bu şiiri yazmaya iten şey bu olmuş olmalı. fakat burada sitem merci, bu ürkütücü toplumsal dönüşüme ayak uyduramayıp şaşkınlık yaşayan köylü müdür, yoksa amerikancı bir darbe ve vahşi bir liberalleştirmeyle dengemizi bozan atlantik cephesi ve memurları mıdır? sanırım bunu sormaya hakkımız var ve öyle görünüyor ki erbaş biraz yanlış yere nişanlıyor. gelelim şiirin görünen kısmına, köylüye. yukarıdakiler geçerlidir, erbaş köylüden sitem eder. gayet eksiksiz tahlil ettiği köylüyü acımasızca anlatır anlatır ve en son kendi tiksintisini başarılı şekilde aktardığı köylü-olmayan muhataplarına sorar "köylüleri söyleyin nasıl / nasıl kurtaralım?". her ne kadar bu dizeler muhatabı harekete geçirme görevini üstlenmişlerse de şiirin ağırlığı altından kalkamazlar. şiirden arta kalan şey, bu çarpıcı olması umulan iki dize değildir. erbaş büyük bir ustalıkla ortaya koyduğu köylünün, sözgelimi feodalizmle ilişkisini kurmadan orada bırakıverir anlatısını. büyük bir karamsarlıkla karşı karşıya kalırız. erbaş köylüyü bu durumdan kurtarmak ister ama iş öyle çıkmazdadır bir gordion düğümü haline gelmiştir, erbaş'ın sorusu mecazını yitirir. bu da şiiri, köylünün kurtuluşu için çekilmiş ateşli bir nutuk olmaktan çok köylü için yakılmış çaresiz bir ağıta dönüştürür. şiirin bu yönünün de yazıldığı dönemle ilgisi vardır. 80ler, coşkun söylev ve söylemlerin budanmış ve budanmakta olduğu bir dönemdir. 60lar ve 70lerde mücadeleyi yükselten kışkırtıcılık, şimdi yerini, reva görülenlerin şikayetine bırakan, yer yer nostaljik de olan ezgin şikayetlere bırakmıştır. sarsıcı bir pasifleşmedir bu. sadece bu değil ki. erbaş'ın aynı dönemde yazdığı yenilgi, kimliksiz değişim (v), gün bitti, kötülüğün simgesi olarak kalacaksınız gibi şiirlerinde de benzer bir bitiklik vardır. esasen sorun da burdadır.
·
304 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.