Bir odada toplanıyor, konuşuyor, öfkeleniyor sonra dışarıya karışıp, uyuşuyoruz. Dışarıya mı çıkmayacağız, içeride mi kaybolacağız bu da meçhul. Dün yapılması gerekeni bugün yapıyor, bugün yapılması gerekeni de büyük ihtimalle yarın yapıp, yine geç kalacağız… Yaşamak birer fantezi hâline gelmiş durumda. Tepkilerin büyük kısmı kendi içerisinde pembe panjurlu penceresinden bakmaktan öteye geçemiyor. Gerçek eylem ne? Gerçek duruş ne? Yaşamak çaresiz kalıyor şehitlerin yanında. Bilenlerin de bilmeyenlerin de elinden bir şey gelmiyor. Spor hâli alan konsolosluklara olan tempolu yürüyüşlerin hiçbiri Aaron Bushnell’in, İsrail Washington Büyükelçiliği önünde "Artık soykırım suçuna iştirak etmeyeceğim. Şimdi oldukça şiddetli bir protesto düzenleyeceğim ancak Filistinlilerin işgalcilerin elinde yaşadıkları karşısında benim eylemim çok da büyük bir şey değil." diyerek kendini yakması kadar yiğitçe değildi. Konuşuyor, bakıyoruz ve geriye bir şey kalmıyor; bunun atalarca konulmuş adı: ‘körler sağırlar birbirini ağırlar’. Bu söz gibi birbirimizi oyalıyor, ağırlaşıyoruz. Bilmiyorum, belki de acziyetimizi iyice kabul etmemiz gerekiyor… Yardımın, yalnızca Allah’tan geleceğine dair inanca iman etmemiz, kendimizce bir şeyi başaramayacağımızı bilip, yalnızca Bushnell gibi sadece gerçek bir şey yapmamız gerekiyordur. Çünkü boykotlar, yürüyüşler, protestolar cambaza bakmaktan öteye geçmedi. Parayı bulan adamı parayla korkutamayız. Kitleleri yönetenleri kalabalıkla durduramayız. Yaşayan, en dinamik toplumu da yürüyerek geçemeyiz… Peki, ne yapmalı, bilmiyorum… Henüz Bushnell yiğitliği geçmedi yüreğime ya da Şehit Seyfullah Öztürk, Şehit Yakup Erdal ve Şehit Hasan Saklanan…