Gönderi

’NOSCE TE İPSUM’’
Delphi tapınağının girişinde yazan ‘’Kendini bil’’ parolasını görüp kendine ilke edinen insanların hayattaki en önemli gayesi, kendini tamamlama ve bunu yaparken karşısındakini de tamlama üzerine kuruluydu. Zamanla yeryüzü şekillerinin değişime uğraması gibi insanların düşünceleri de bir erozyon mukabili değişime uğradı. Cümlede ki erozyonun kullanımı bu değişen düşüncelerin ne kadar yıkıcı olduğunun anlatılması sebebiyledir. Eski dünyada ‘’İnsanın anlam arayışı’’ devam ederken, nice felsefi kavramlar ve görüşlerin ortaya çıkmasına neden olan fikirler, yenidünyada anlamın insan arayışına evrilerek kendine bir kap bulma işine dönüştü. ‘’CARPE DİEM’’ sanrısı tüm dünyayı sardığı an da bile bir şeyleri anlayabilme olgusu günümüz kadar zafiyete uğramamıştı. An’ı yaşa üzerine konuşlandırılmış olan Latince deyim insanların alabileceği maksimum haz üzerine kurulu bir çıkarsamadan başka bir şey değildi oysaki… Bu anlayışın, eklenen çeşitli görüşler ve alışkanlık olması için oluşturulan bir takım ritüeller ile birlikte sanki yeni bir dinmiş gibi sunulması, var olan mevcut bir disiplin ideası varmış gibi manipülatif ve yönlendirmeci bir şekilde anlatılması sonucunda kendine yandaş bulması da kolaylaştırıldı. An’ı yaşamanın tekil anlamda birçok konuda işe yarar olması gerçeğini yadsıyamayız elbette. Örneğin, hayatımızda ki en mutlu anların tadını çıkarabilmemiz için gerekli bir ön koşul bile diyebiliriz. Fakat burada anlatmaya çalıştığım ilgili davranışı hayatımızın her alanına katmakla alakalı.. Günümüzde kişisel gelişim diye bilenen insanın kendini daha iyi anlaması üzerine kurulan postmodern bir isimden ziyade, yine insanın kendini ve amacını bilebilmesi için, içinden geçtiği dünyayı daha iyi kavrayabilmesi ve mevcut konumunu diğer insanlarla paylaşarak varoluşundaki tüm dünyalara entegre olabilmesi için geçmesi gereken olgunlaşma ‘’tekâmül’’ kelimesini kullanmayı daha çok tercih ediyorum. Her iki kelimede aynı anlama geliyormuş gibi görünse de, gerçekte farklı amaçları olan iki kavram. Bunu bir örnekle açıklamama izin verin. Bir kişisel gelişim mentoru, daha çok söyleyeceklerine odaklanırken, tekâmül eden bir şey söyleme ihtiyacı hissetmez. Zira asıl amaç kişinin kendini gerçekleştirmesidir. Yine kişisel gelişim mentoru, tüm öğretilerin içinde kendi öğretisinin en doğru ve uygulanabilir olduğunu anlatırken, tekâmül düsturunu kendine ilke edinen kişi için tüm öğretilerin içinde en az bir doğrunun olması bile kendini tamamlamak için kullanılabilir. Tek parçayı bütünün hepsi gibi algılamak kişinin kendine yapacağı en büyük kötülüktür. Bu durum bireyin benliğini yüceltmesine, diğerlerinde kusur bularak asıl görmesi gerekeni görememesine ve varoluş amacını belki de hiç bilememesine neden olabilir. ‘’İçinden nasıl geliyorsa öyle yap’’ ‘’Sadece yap’’ ‘’Hayat senin ve tekrarı yok. Tadını çıkar’’ ‘’Önemli olan sadece sensin’’ ‘’İstiyorsan git ve yap’’ Tek taraflı ve sanki içlerinde derin felsefi anlamlar yüklenmiş gibi duran ama gerçekte insana ontolojik olarak hiçbir anlam katmayan bu sözler mevcut tüketim çağının sanal gerçekliği olsa gerek. 4 milyar yaşında olduğu tahmin edilen 510 milyon km² yüzölçümüne sahip gezegenimiz de günümüz itibari ile 7 milyar insan yaşamakta ve popülasyonumuz her geçen gün artmaktadır. Bu kadar büyük bir nüfusa ev sahipliği yapan ve Samanyolu galaksisinin içerisinde küçücük bir nokta olan adına dünya dediğimiz rüyadan uyanmak için çok az bir zamanımız var. Tarih boyunca ki; bilinçli olarak 50 bin yıllık bir süreden bahsetmek yerinde olacaktır. İnsanın varoluşu bir takım kişiler yoluyla yanlı bir varsama üzerine saptırılmış ve ısrarla yokluğa alıştırılmıştır. Bir insanın diğerinden nitelik olarak hiçbir farkı yokken varmış gibi kandırılarak sosyal sınıflar yaratıp hüküm ve saltanat çağları oluşturulmuştur. Zaman içerisinde kandırıldığını anlayan insan ise hükmün gerçek sahibi tarafından desteklenerek doğru yolu tekrar bulabilmesi için kılavuzlar gönderilmek suretiyle kendi özünün hatırlanılması sağlanılmıştır. Özündeki ayniliği fark eden insan evladı diğerleriyle de daha iyi anlaşmaya ve soluduğu havayı bile paylaşmaya başlamıştır. Peki, ne oldu da günümüzde bu öz ayniliğinden uzaklaştık? Teknolojinin inanılmaz hızla ilerlemesi, her bilgiye istediğimiz an da ulaşabilmek, yaşam koşulları ve konforun artması… Tüm bunlar ilerleyip gelişirken bizler neden hala 50 bin yıl önceki kendini gerçekleştirmek için adım atmış bilişsel beyinli insan olmak yerine, 500 bin yıl önce sadece içgüdüleriyle hareket eden ve sürüngen beyne sahip bir insan olmak istiyoruz? Arkaik tutumlarımızın, bu kadar gelişmişliğe rağmen hala bu denli güçlü olması mı asıl suçlu olan? Yoksa bilinçli bir yönlendirme sonucu böyle mi düşünmemizi istiyorlar? Ya da insanlığın uyanması birilerinin işine mi gelmiyor? Veya çeşitli isimlerle anılan günümüz spritüel inanışlar bizim kendi gerçekliğimizi bloke mi ediyor? An’ı yaşayan insanın dünü hatırlamaması, yarını düşünmemesi kimlerin işine yarar bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey varsa o’da hiçbir şey bilmediğimdir diyen ve kendi elleriyle bilgilerini zehirlemek zorunda kalan Sokrates gibi bilenlerin başına çok şeylerin geldiğidir. ‘’CARPE DİEM’’ diyenlere inat ‘’NOSCE TE İPSUM’’ Korkmayın amacım Latince büyü yapım sizi kurbağaya dönüştürmek değil. Asıl amacım ERDEM’İN an’ı yaşamakla değil, kendini bilmekle başladığını anlatmak… Ertan YAVUZ
··
28 views
mltmcck okurunun profil resmi
Çok başarılı bir makale olmuş. Tebrikler.
Akıl Fikir Gezegeni okurunun profil resmi
Teşekkür ederim
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.