Gönderi

İZÂFÎ GÜZELLİKTEN MUTLAK GÜZELLİĞE GİDEN YOLLAR...
- "Biz de meseleyi buraya getirmek istiyorduk. Sanatkâr eserini inşa ederken gerçekte neyi arıyor? Hakikaten de “Mutlak Güzel”i aradığının şuurunda mıdır?" - "İslâm'da "güzellik", başlı başına bir hakikattir. "Güzellik", her ne kadar, insan için "izâfî" bir mânâ taşıyorsa da gerçekte "Mutlak Güzel" olan Allah'ın "cemîl" ve "cemâl" sıfatlarının tecellilerinden ibarettir. Şanlı Peygamberimize göre: "Allah güzeldir ve güzeli sever." Bu peygamber emrini idrak eden Müslüman sanatkâr, gerçekte "güzeli ararken", Allah'ı aradığının farkındadır. Bu sebepten o, izâfî ve geçici "form"lara bağlanmaktan ve tapınmaktan özellikle kaçar, kendini "Mutlak Güzel"e götüren mücerred hamlelere sarılır; fâni "sûretler" yerine, ulvî tırmanışlara özlem duyar. Allah, insanı, "hayır ve şerr"in tam orta noktasında yaratmış bulunuyor. İnsan, ya içgüdülerine ve nefsaniyetine boyun bükerek "süfli" olanı, yahut yaradılış gayesine uygun olarak "ulvî" olanı tercih eder. Durum, sanatkâr için de aynıdır. İslâm'a göre, bizzat Allah, "en büyük sanatkâr"dır ve kendindeki "cemal" sıfatı ile her an tecelli etmektedir. Bu açıdan bakınca, kâinat, bir güzellik okyanusudur; insan ise, bu okyanusun üzerinde parlayan ve "en güzel biçimde yaratılmış" olan bir yıldız gibidir. Kâinata ve insana, bir sanatkâr gözü ile bakanlar, onlarda muhteşem "estetik mesajlar" bulacaklardır. Ama, Müslüman sanatkâr, kendini, bu mesajların "sûret"lerine (formlarına) kaptırmaz; bütün bunların arkasında gizlenen "Mutlak Güzel"i bulmaya çalışır. Yüce ve mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim'de, en yüce sanatkâr olarak Cenab-ı Hak, şöyle övülür: "Sûret yapanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir." (Bkz. El-Mü'minun, âyet: 14). Böylece anlıyoruz ki, Allah, bütün bu geçici şekillerin ve formların içine sayısız "güzellik mesajları" yerleştirirken, gerçekte, yeryüzünde kendine "halife" olarak yarattığı "sanatkâr insan"ı, muhteşem "cemal" sıfatı ile cezbetmeye çalışmaktadır; "izâfî güzellikten Mutlak Güzelliğe" giden yolları işaretlemektedir. Allah, çirkinlikleri sevmez. Yarattığı her şeyde, "güzelleşme kabiliyeti" de vardır. Yaratılmışların en aşağısı olan "çamur" bile, en yüce sanatkârın elinde "en güzel biçimde yaratılan insana dönüşebilir. Bakınız, bu husus, yüce ve mukaddes kitabımızda nasıl açıklanmış bulunuyor: "Yarattığı her şeyi güzel yapan, insanı yaratmaya da çamurdan başlayan O'dur." (Bkz. Es- Secde Sûresi, âyet: 7). Yaradılış sırrını ve ondaki estetiği, bizzat kendi nefsinde müşahede eden; "kokuşmuş çamurdan en güzel biçime" geçişin en muhteşem örneğini kendinde bulan insanoğlu, şayet sanatkâr olmak iddiasını taşıyacaksa, bu gayreti, en büyük ve en yüce sanatkâr olan Allah'a hayranlıktan öte bir şey ifade etmemelidir. İşte İslâm sanatkârı budur. Müslüman sanatkâr -hâşâ Allah'la yarışmaz, sanatını O'nu sevmeye, anlamaya ve yüceltmeye vakfeder; "izâfî güzellikten Mutlak Güzel’e giden yolu" arar. O, eserine tapınan putperest Greko-Lâtin sanatkârından farklı olarak, yalnız Allah'a yönelir ve O'na kulluk eder. (S. Ahmet Arvasi’nin “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz”, “İnsan ve İnsan Ötesi”, “Türk İslam Ülküsü I” eserlerinden faydalanarak Arvasi’ye İslâm sanatı ile Batı sanatı arasındaki farkları, İslâm sanatındaki tevhit mevzuunu, din ve sanat münasebetini ve güzellik kavramını hayali bir röportajda sordum. M. Taha İnci, barandergisi.net/roportaj, 18 Mayıs 2024)
··
107 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.