Gönderi

Hasan Fevzi Yüreğil &Bediüzzaman Hz.
Bediüzzaman Hazretleri’nin dünyaya teşrif ettiği senelerde Denizli’de gökyüzünün altında ki bir mâneviyat eri çevresindeki tâbilerine şöyle sesleniyordu: “Bu gün Kürdistan da bir büyük evliya Dünyaya geldi, bu zat zamanın sahibi, asrımızın vekilidir,” diyerek müjdeler veriyordu. Bu büyük evliyanın adı da “Hacı Hasan Feyzi” idi. Bu mübarek zatın ahirete intikalinden sonra yerine aynı ismi taşıyan Hasan Feyzi Yüreğil geçiyor. O yıllarda Bediüzzaman Hazretleri Âyetül Kübra’nın basılması vesilesi ile talebeleri ile beraber Denizli Hapishanesi’ndedir. Hasan Feyzi Efendi bu yüce şahsın medhini duyduktan sonra, kendisi ile görüşmek ve tanışmak ister. Hapishanede ziyaret mümkün olmadığı için mahkeme gününü sorar. Eskiden mahkûmlar jandarma nezaretinde götürülürdü hapishaneden adliyeye. Böyle bir anda mahkûmların geçeceği caddenin karşı tarafında beklemeye başlar ve karşıdan Bediüzzaman Hazretleri önde sair Nur Talebeleri arkada kafile halinde gelmektedirler. Hasan Feyzi Efendi kendi kendine şöyle seslenir: “Eğer bu zat bu zamanda beklenilen zat ise beni tanıması gerekir” diyerek beklemeye başlar. Bediüzzaman Hazretleri Hasan Feyzi Efendi’nin istikametine geldiği zaman ona müteveccihen dönerek iki elini kaldırarak kendisini selâmlar. O andan itibaren Hasan Feyzi Efendi’nin gönlüne ve kalbine nuranî bir aşk ve şevk dolar. Bu hale muhatap olan Feyzi Efendi sağ elini göğsüne koyarak selâmına mukabelede bulunur. Bu hale yanında ki Nur Talebeleri hayretler içinde nazar etmektedirler. Hasan Feyzi Efendi kendi dünyasında bir karar verir. “Evet bu zamanın manevî sahibi budur. Hacı Hasan Feyzi Efendi Hazretleri’nin işaret ettiği ve “şarkta Dünyaya teşrif edecek zat” dediği zatın O olduğuna karara verir. Talebelerini ve müritlerini toplar ve onlara şu hitapta bulunur: “Ey benim müridlerim! Her asrın bir sahibi vardır. Buna delil Peygamberimizin (asm) malûm şu sözleridir. “Benden sonra bir peygamber gelmeyecektir, ama her yüz senede dini tecdid için Cenâb-ı Hak tarafından bir müceddid gönderilecektir” hadisine ittibaen bu zamanda bu vazife ihsan-ı İlâhî tarafından Bediüzzaman Hazretlerine verilmiştir.İmam-ı Rabbani, Abdulkadiri Geylani, Mevlânâ Halidi Bağdadî gibi bir imamdır. Ve şu an şehrimizde ki hapishanede bulunmaktadır. Böyle bir zaman da ona intisaptan başka üstün bir hizmet yoktur. Sizler isterseniz benimle beraber gelirsiniz, isterseniz gelmezsiniz. Sizin iradenize karışmam,” diyerek Nur mesleğine intisap eder. “Yollarda bırakıp geçtik dervişi, Artık gönüllerden öyle teşvişi, Kâfi parlayan Nurun güneşi, Ey makesi Rahmet-i âlem Risale-i Nur.” Bediüzzaman Hazretleri tahliyeden sonra bir buçuk ay şehir otelinde kalır. Bu müddet içinde müteaddit defalar Bediüzzaman Hazretleri ile görüşmeleri olur. Daha sonra Bediüzzaman’ın mecburi ikamete tabi tutulduğu yer belli olmuştur. 31 Temmuz 1944 yılı bir Perşembe günü bir komiser refakatinde Denizli’den Afyon’a hareket etmişti. Oradan da Emirdağ ilçesine getirilmiştir. Bu ayrılık Hasan Feyzi Efendi’ye çok zor gelmiştir. Bir anda bulduğu maneviyat sultanını uğurlarken yazdığı hazin şiirin de şunları dile getirmişti: “Çekilip nuru hidayet yine zindan olacak, Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak, Yine sen yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm, Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak” Şiirin başına şu notu yazmıştır: “Hazretinize buradan ayrılırken söylemiştim.” Şiirin tam metnini trende beklerken Bediüzzaman Hazretleri’nin kucağına bırakır ve göz yaşlarını tutamaz. Bediüzzaman Hazretleri’nin Emirdağ ilçesinde bulunduğu zaman da muhtelif mektuplaşmaları olur. Bediüzzaman Hazretleri bir mektubunda şöyle ifadelerde bulunur Hasan Feyzi Efendiye: “Nur hakkında parlak fıkraların da, bu biçare kardeşine kendini kurban etmeye söz verdiğinden ve Nur vazifesini acele yapmasıyla istirahat âlemine gitti. Merhum Hasan Feyzi kardeşimiz, aynen merhum Hafız Ali misüllü, bir mektubunda dediği gibi ‘dahi nezrim bu ki canım sana kurban olacak!’ dediğini tasdiken Üstadına bedel şehit kardeşi Büyük Hafız Ali’nin yanına gitmiş. Bu zat-ı Zülcenaheyn ehl-i kalp ve gayet yüksek bir ilmi hakikat, otuz sene muallimlik perdesi altında imana hizmet etmiş ve on seneden beri Risale-i Nur’u elde edip gizli perde altında çalışmış. Sonra iki sene zarfında doğrudan doğruya Risale-i Nurun yüksek hizmetlerini ve kemalâtını çekinmeyerek ruhu canıyla herkese ilân etmiştir” 1946 yılında Hasan Feyzi Efendi ebedî âleme Üstadına kendi hayatını vererek vefat etmiştir. Yüksek bir ilim ve velâyet sahibi olan Hasan Feyzi Efendi genç denecek bir yaşta ve tam merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabey yaşında iken vefat etmiştir. Kabri Denizli Kabristanı’ndadır. Denizliye her gittiğimizde merhum Hafız Ali Ağabey’in kabri ile Hasan Feyzi’nin kabrini de ziyaret eder ve kalbi bir hüzün ile duâ ve niyazlarda bulunuruz. Aşkı mutlak ve şevki mutlak işte budur. Gönül çağlayanından dökülen mısralar ve gönül telini titreten kelimeleri Hasan Feyzi Efendi’nin kısa zamanda nasıl bir coşkun ırmağa dönüştüğünü açıkça gösterir. Nur risalelerinin içine alınan şiirlerinde bu hali görmek mümkündür. Kendisi kıyamete kadar yad edilecek yüksek mertebesini, Nur Talebeleri hiçbir zaman unutmayacaklardır. Cenâb-ı Hak kendisine Rahmet eylesin.
··
21 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.