Gönderi

«Kara Buğa Osman», 1326'daki ölümüne kadar Rumlardan birkaç şehir almış, yanına epey Türk bahadırı toplamış ve Bursa'yı küçük oğlu Orhan Beğe kuşattırmıştı. Bursa yıllarla süren bir kuşatmadan sonra, alp erenlerin ve kahraman dervişlerin himmeti ile alındığı sırada Osman Beğ ölüyordu. Fakat bu Bahadır Beğ öyle bir tohum atmıştı ki ondan pek ulu bir ağaç yükselecek, tarihe şan ve şeref saçacaktı. İnsanlığın tarihinde aynı koldan olmak üzere 600 yıl sürmüş bir hükümdar ailesi yoktur. Osman Beğden sonra yerine büyük oğlu Erden Beğ geçti (1326-1330). Fakat küçük kardeşi Orhan Beğ padişahlığı ondan zaptetti. Artık küçük beğlik düzene giriyor ve kuvvetleniyordu. Osmanlı Türkleri, Selçükler'in başladığı işi tamamlıyorlardı: Selçükler Bizansı Anadolu da ezmişlerdi, Osmanlılar bu işe Rumeli'de de devam edeceklerdi. Gazi Orhan Beğin büyük oğlu Gazi Süleyman Paşa 1358 de yiğitleriyle Rumeli'ye sıçradı. Sayısı az, fakat kuvveti öz bir ordu ile Rumeli'yi açtı. Artık Türkler ebedî olarak Balkanlara yerleşmişlerdi. Süleyman Paşa bir kazaya kurban gitmeseydi herhalde Tuna'ya kadar yürüyecekti. Orhan Beğin küçük oğlu Murad Beğ, ağasından, babasından, amcasından ve dedesinden hiç de daha az değerli değildi. Onda bütün savaş ve devlet erdemleri toplanmıştı. Babasının başladığı teşkilâtı olgunlaştırarak orduya daha büyük bir düzen vermişti. Artık Avrupa Türk tehlikesini görmeye başlıyor, birleşip Türkleri yenmek için kıpırdanışlar oluyordu. Bu kıpırdanışın ilk neticesi 1364 te görüldü. Sırplar, kendilerine yardıma gelen Macar ve Romenlerle birleşerek Türklere bir vuruş yapmak için yürüdülerse de bir gece baskını ile mahvedildiler. Tarih buna Sırp sındığı dedi. 1389 da Sırplar, Macarlar, Romenler ve fazla olarak Boşnaklar yeniden birleştiler. Bu sefer, Türklüğü Rumeliden atmak için yürüyorlardı. Gazi Murad Beğ, birleşik düşmanları Kosova da karşıladı. Savaş Türklerin tam zaferiyle bitmiş, fakat Gazi Murad Beğ şehit olmuştu (27 ağustos 1389). Onun babası Orhan Beğ, dedesi Osman Beğ, dedesinin babası Ertuğrul Beğ hep gazi idiler. Kendisi ise şehitlik rütbesine kavuşmak suretiyle atalarını geride bırakıyordu. Gazi ve şehit hünkârın oğlu Yıldırım Beyazıt, yıldırımlığı savaş meydanlarında kazanmış eşsiz bir kahramandı. O, yalnız atılmasını, yalnız saldırmasını biliyordu. Onun için müdafaa yoktu. Geri çekilmeyi bilmezdi. Rumeli'de Bizans zararına genişlemesi ve İstanbul'u kuşatması dolayısıyla Avrupa da yeniden bir kaynaşma oluyordu. Bu sefer birleşenler bütün Avrupa milletleriydi. Macar kiralının buyruğunda toplanan 100.000 kişilik ordunun 60.000 i Macar, 10.000 i Romen, 10.000 i Fransız, 6.000 i Alman, 1000'i İngilizdi. 13.000 kişisi de Çek, Leh, İspanyol ve İtalyanlardan toplanmıştı. Fransızların 1000 kişisi seçme şövalyeler olup başlarında Nevers kontu bulunuyor ve bu kont Selçüklüler çağında, ilk Haçlı yürüyüşünde Türklerden dayak yiyen atasının öcünü almağa geliyordu. Mağrur Fransızlar Türkleri Avrupa'dan çıkarmak inancı ile geliyorlar, Türklerle tanışmış olan Macarların öğütlerine kulak asmayıp onları korkak diye alaya alıyorlardı. Niğebolu kalesi önüne geldikleri zaman Doğan Beğ yanındaki azıcık çerisiyle savaşı kabul etti. Yıldırım Bayazıd ise adına yakışan bir çabuklukla ve 60.000 kişilik ordusuyla Niğeboluya yaklaşıyordu. Onun gelişi, zafer ümidiyle kendinden geçmiş olanları çabuk ayılttı. Fransızlar, zaferi kendilerine mal etmek için kudurmuşçasına saldırdılar. Türk öncülerini geriye atmak, çılgınlıklarını arttırdı. Fakat yarım ay biçimindeki asıl Türk hattı heykel donukluğu ile kendilerini bekliyordu. Yarım ayın uçları kapandı ve Fransızlar pek çabuk yere serildiler. Türk ordusu ileriye atıldı. Romenler hiç çarpışmadan kaçtılar. Başta Macarlar olduğu halde Alman, İngiliz, Çek, Leh, İspanyol ve İtalyan kuvvetleri Tunaya döküldü. Nevers kontu esir edilmişti (28 Eylül 1396). Uzun bir zaman sonra, Yıldırım onu salıverirken şöyle dedi: «Bana karşı bir daha silâh çekmemen için sana and verdirecek değilim. Bilâkis yeniden ordu toplayarak üzerime gelmeni beklerim. Böyle yaparsan bana yeni zaferler kazandıracağın için sevinç duyarım». Fakat Nevers kontu dersi tam almıştı. İkinci bir derse lüzum görmedi. Kahraman Gazi Yıldırım, artık yüzünü Anadolu'ya çeviriyordu. Anadolu da Türk birliğini kurmanın günü ve sırası gelmişti. Bir yılda hemen bütün beğlikler Osmanlı sınırları içine girdi. Bu birlikten çok şeyler doğacaktı. Fakat büyük Türk cihangiri Aksak Temür buna engel oldu. Temür, eski Çingiz kağanlığını diriltmek istiyordu. Çağatay, Çucı, İlhanlılar uluslarını kısmen bir araya toplayabilmişti. Fakat aldığı ülkelerin beğleri Yıldırım'a kaçarak, Yıldırım'ın aldığı ülkelerin beğleri Temür'e sığınarak iki padişahın çarpışmasına yol açtılar. Temür’ün oğulları ve vezirleri OsmanlIlarla çarpışmak istemiyorlardı. Kâfirlerle çarpışan bu gazilerin üstüne gitmekte ne fayda var diye düşünüyorlardı. Fakat acı mektuplar yazılmış, iş çığırından çıkmıştı. İki ordu 20 Temmuz 1402 de Ankara da, Çubukova da karşılaştı. Türk milleti iki ordu halinde, zamanın bütün büyük kumandanları ve yaman çerileriyle karşı karşıya geliyordu. Çağataylar 120.000 kişiydi. Suları tutmuşlardı. OsmanlIlar 70.000 kişiydi ve bunun 10.000 i tâbi Sırplardı. Temür ordusunu bulmak için Yıldırım, çoğu yaya olan ordusuna uzun ve çetin bir yürüyüş yaptırmıştı. Güngörmüş bir kumandan olduğu kadar tedbirli bir siyaset adamı da olan Temür, Osmanlı ordusundaki Tatarları elde etmişti. Ülkeleri Osmanlı ülkesine eklenen Anadolu beğleri Temür ordusunda idiler. Bunlar Osmanlı ordusundaki erlerini Temür tarafına çekeceklerdi. Yıldırım'ırı oğulları da babalarından memnun değildiler. Temmuz sıcağında savaş başladığı zaman durum işte bu merkezde idi. Çağataylılar, oklarıyla havadaki mevhum noktaları bile vuran keskin nişancılardı. OsmanlIlar, kılıçlarıyla en sağlam çelik zırhları parçalayan katı kollu vuruculardı. Tarihin en büyük ve en yaman meydansavaşlarından biri oluyordu. Osmanlı ordusundaki Tatarlar hemenihanet etmeselerdi, beğlerini karşı orduda gören askerler Temür'e geçmeselerdi bu savaşın nasıl biteceği kestirilemezdi.
63 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.