Baktım, hepsi de toplanmış can atıyor savaşa,
dedim ki onlara: "Ey gençler, ey boşuna yiğit
ve cesur yürekliler! Siz de benim gibi, her şeyi
göze alarak gelmek istiyorsanız peşimden,
görün önce kader bizi ne hale düşürdü:
Bu imparatorluğu ayakta tutan tanrılar,
tapınakları, sunakları bırakıp gittiler;
yardımına koştuğumuz kent alevler içinde.
Ölelim haydi, dalalım silahların içine!
Hem kurtuluştan umut kesmek, yenilmişler için
tek kurtuluş umududur!" Gençlerin yürekleri
işte böyle ateşlendi, böyle çılgına döndü.
Kurtlar gibiydik karanlık sislerde ava çıkan:
Boğazı kurumuş yavrular arkada gözlerken
açlıktan gözü dönmüş analarının yolunu,
nasıl saldırgan olursa kurtlar, biz de öyleydik;
kargılarla düşmanın içinden ilerliyorduk
kaçınılmaz ölüme doğru, kentin ortasına
varan yolu tutmuştuk. Uçup gidiyordu gece,
zifir gibi etrafımızdan bomboş karanlığıyla.
Kim anlatabilir o gecenin felaketini?
Hangi gözyaşları denk olur çilelerimize?
Göçtü gitti o eski kent, yıllar yılı hâkim kent.
Her yere serpilmiş yatan birçok şekilsiz ceset.
Yollara, evlere, kutsal tanrı eşiklerine dağılmış.
Hem canlarını kanlarıyla ödeyen yalnız
Troialılar değildi: Bazen de kahramanlık
damarı kabarıyordu yenilmişlerin bile
ve yengili Danaolar da seriliyordu yere.
Her tarafta vahşi ağıtlar, korku ve dehşet;
ölümün türlü hali kol geziyordu her yerde!