Gönderi

Tuhaf şey, kıyametinizin yaklaştığını bildiğinizde bütün anlar kıymete biniyor, hiçbirini ziyan etmek istemiyorsunuz. Ama sonra ölüm yine ırak olduğu varsayılan meçhul bir vakte ertelenince, tek yaptığınız, hızla tüketirseniz çok arzu ettiğiniz bir yere ulaşacakmışsınız gibi, günleri bozuk para misali harcamaya çalışmak oluyor. Varacağınız istasyonun boyunuza göre kazılmış bir çukur olduğunu unutup, süratle eritmeye bakıyorsunuz zamanı. Kadirbilmezlik insanın hamurunda var. Galiba sahiden de her şeyin çoğu zarar. Günlerin bile. Daha az yaşasak ve bunu en başından bilsek, daha mutlu oluruz belki. Peki ama ideal ömür ne kadar? Yetmiş sene fazla mı mesela? On mu tercih ederdik tadını layıkıyla çıkarabilmek için? Ya da yüz bile yetmez mi? Bilemiyorum, belki de ömrün kıymetini bilme sanatında herkes benim kadar kaltaban değildir. Kimileri adını mutluluk, huzur filan koydukları bir şeye teşnedir mesela. Kimileri de ben garip gibi adını dahi koyamadıkları musibet hisler batağına müptela. İnsan sadece sigara, tiner yahut hap tiryakisi olmuyor ki. Mutsuzluk da bir iptila, yalnızlıktan geberecek gibi hissetmek ya da suçluluk da. Hayat bu, insanın başına her şey gelebilir. Hangimizin ruhunun neye yapışıp çürüyeceğini kim bilebilir? Kendimi ne zamandır böyle yıkık hissettiğimden emin değildim. Çocukluğumdan beri mi? Belki. Bu da ne sefil, nasıl klişe bir izahat. İtiraf edelim, en çok kendini acındırmak isteyenler çocukluğundan bahseder. Bir de varlığını şetaret fabrikası mahsulü saymayı becerebilenler. Ha, bir de ömür tombalasında çinkolar devirdiği halde, hâlâ akıllanmayıp, kendiyle tanışmak gibi imkânsız hayallerin peşinden gidenler. Tabii klişeler boşuna müşteri bulmuyor. Neticede herkes için her şey çocuklukta başlıyor. Ağaç için tohumda, kelebek için tırtılda, kangren için yarada. Benim için de öyleydi muhakkak. Peki ama çocukluğumun neresinde?
Sayfa 59 - HEP KİTAPKitabı okuyor
·
119 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.