Konuşan, söyleşen, içini döken bir ağaçla ilk tanışmam Minguinho ile (Xururuca!) olmuştu, çocukken elbette, ama Minguinho bir ağaç değil yeni yetme bir fidandı, konuşkandı, sevimliydi, Zeze'nin en sevdiği dostuydu, onun kaderi de diğer ağaçlarınki gibi oldu ama, kitapta bize hayatını anlatan gürgen gibi bile isteye seçerek olmadı bu. Minguinho ile aynı zamanda gerçek bir ağaç da tanımıştım tabii, Kraliçe Charlotte asla tebaasının şımarmasına, laubaliliğine göz yummayan hakikaten soylu bir ağaçtı, bir nehir kıyısında bütün azametiyle gökleri ve toprakları süzüyor, bir yandan gölgesinde serinleyen Portuga ve sırtı dayak izleriyle mahvolmuş Zeze'yi ve kimbilir daha nice insanı koruyordu. Canavarın Çağrısı'nda ise dev porsuk ağacı annesi çok ağır hasta olan çocuk kahramanımız Connor'dan kendisini dinlemesini, çünkü anlatacak 3 hikâyesi olduğunu söylüyordu; Connor bu üç hikâyeyi dev porsuk ağacından dinleyecek ve sonra da kendisi bir hikâye anlatacaktı ona. Edebiyatta dile gelen, konuşan, söyleyen bu ağaçların dışında bir de bahçedeki ağaçlarımızı düşünüyorum, aklıma ilk gelen hemen şu anda yanı başımda dalları görünen yaşlı incir ağacı, az ileride sağda bahçemizin uç kısmında altında kedilerin yemeğini verdiğim ve dalları her yana uzanan ceviz ağacı, önde sıra sıra uzanan ve adlarını bilmediğim ağaçlar... ancak hepsi lâl bu güzel ağaçların. İncir ağacı Dodi'nin mezarının üzerine uzanıyor, her sabah yanında durduğumda mutlaka dallarına, yapraklarına bir merhaba diyorum ya da onlar bana selâm veriyor. Öte yandan okul bahçesinde karga yuvalarıyla dolu küçük korumuz ve ince cılız gövdeleriyle bekleşen mazlum ağaçlar...bir de köyde evimizin önünde koca gövdesiyle karşıki tepelere dik dik bakan üzüm ağacımız geliyor aklıma.
İnsanın kötülüğünden ya da cahilliğinden nasibini almamış hiç bir canlı olmadığı için, bize hayatını anlatan gürgen ağacının başına gelenlere şaşırmak mümkün olmuyor. Bir kedi konuşsaydı kısa ömrünün çok daha kötülüklerle dolu olduğunu söyleyecekti bize. Konuşabilen, söyleyebilen ağaçlar ve onların masum dünyalarına karışan, onları öldüren insanlar eğer bu ağaçların insanların acılarına üzülüp acılandıklarını bilse ne düşünürdü, acaba o balta o kadar kolay iner miydi ağaçların kollarına, gövdelerine...? bir kuzunun başı kopabiliyorsa, bir ağacın kolları ve gövdesi de yine koparılırdı.
Hasan Ali Toptaş'ın Heba'sından sonra, ama aylar sonra okuduğum bu eserini beğendim. Herkese öneririm.