Gönderi

Amerika'ya yaptığım ikinci gezide, Amerikalı arkadaşlarımla birlikte, New Mexico'da kentler kuran Puebloları görmeye gittim. Orada, ilk kez Avrupalı olmayan, yani beyaz adam sayılmayan biriyle sohbet etme olanağını buldum. Taos Pueblolarının reisi olan kırk-elli yaşlarında Ochwiä Biano (Dağ Gölü) adında biriydi. Onunla hiçbir Avrupalıyla konuşamadığım gibi konuştum. Kuşkusuz o da bir Avrupalı gibi kendi dünyasının sınırları içinde kalmıştı ama onun dünyası öylesine ilginçti ki! Bir Avrupalıyla konuşurken çoktan beri bilinen ama hiçbir zaman anlaşılamayan şeylerden söz eder ve bir çıkmaza girersiniz. Oysa bu yerliyle sohbetimiz çok yabancı konularda bile su gibi akıp gitti. Ochwiä Biano, "Beyazların ne denli acımasız göründüklerine bak! Gözlerinden arayış içinde oldukları anlaşılıyor. Hep bir şey arıyorlar. Ne arıyorlar acaba? Beyazlar hep bir şeyler ister ve her zaman huzursuzdurlar. Ne neyin peşinde olduklarını biliyoruz ne de onları anlayabiliyoruz. Bizce onlar deli," dedi. Ona tüm beyazlara neden deli gözüyle baktığını sordum. "Kafalarıyla düşündüklerini söylüyorlar," diye yanıtladı. Şaşırarak, "Tabii ki öyle yapacaklar," dedim. "Siz neyle düşünürsünüz?" Kalbini göstererek, "Burasıyla," dedi. Uzun bir süre susup düşündüm. Yaşamımda ilk kez, biri bana gerçek beyaz adamın resmini çizmişti. Ochwiä Biano bana, "Amerikalılar bizi neden rahat bırakmıyorlar? Neden danslarımızı yasaklıyorlar? Çocuklarımızı okuldan alıp kiva'ya (ayinlerin yapıldığı yer) götürüp dinimizi öğretmek istediğimizde neden zorluk çıkarıyorlar? Amerikalılara zarar verecek bir şey yapmıyoruz ki!" dedi. Uzun bir süre sustuktan sonra, "Amerikalılar dinimizi yok etmek istiyorlar. Bizi neden rahat bırakmıyorlar? Yaptıklarımızı yalnız kendimiz için yapmıyoruz ki, Amerikalılar için de yapıyoruz. Evet, tüm dünya için yapıyoruz. Herkesin yararına bu." diye ekledi. Heyecanından dinlerinin çok önemli bir öğesine değindiğini anladım ve bu nedenle ona, "Dinsel açıdan yaptıklarınızın tüm dünyaya yararı olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordum. Büyük bir coşkuyla, "Kuşkusuz öyle! Biz bunları yapmazsak dünyanın hali ne olur?" diye yanıtladı ve güneşi gösterdi. Çok duyarlı bir konuya, kabilelerinin gizemleri konusuna girmek üzere olduğumuzun bilincindeydim. "Biz dünyanın çatısında yaşayan insanlarız ve Baba Güneş'in oğullarıyız. Dinimizle, babamızın her gün gökyüzünde hareket etmesine yardım ediyoruz. Bunu yalnızca kendimiz için değil, bütün dünya için yapıyoruz. Ayinlerimizden vazgeçsek, on yıl içinde güneş doğmamaya başlar ve sonsuza dek gece olur." dedi. Bu sözlerinden, bir yerlilinin huzurunun ve onurunun neye bağlı olduğunu anladım. Güneşin oğluydu ve tüm yaşamı koruyan babasının her gün doğup batmasına yardımcı olduğu için evrendeki yaşamı anlam kazanıyordu. Bu düşünceyle, bizim mantığımızın biçimlendirdiği kendimizi haklı çıkarmalarımızı karşılaştırırsak, yaşamımızın ne denli kısır olduğunu anlarız. Sırf kıskançlığımız yüzünden yerlilinin saflığına gülüyoruz ve kendimizi çok zeki sanıyoruz. Zaten böyle yapmasak, ne denli ruh zenginliğinden uzak olduğumuzu anlar ve bunu kaldıramayız. Bilgi bizi zenginleştirmiyor, tersine, doğduğumuzda kendimizi içinde bulduğumuz mitler dünyasından giderek uzaklaştırıyor.
·
47 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.