Gönderi

ALAMET 2.BÖLÜM KAPTAN TOTO Kök salmıştı sanki, sonu yokmuş gibi görünen, göğe doğru uzayıp kaybolan dağların arasında ki şehre. Şehir kadar yorgun ve yaşlı hissediyordu daha 23 yaşına yeni girmesine rağmen. Günden güne yapraklarının dökülüp dallarının kuruduğunu hissediyor ama yine de terk edemiyordu. Görünmeyen çelik zincirlere bağlanmıştı. Koparması mümkün değildi. Çünkü iradesini teslim etmişti. Artık fırtınalı rüzgarlara dayanacak gücü kalmamıştı. Her fırtınada bir dalı kırılıp onu terk ediyordu. Yapraklarını hiç açmamıştı ki rüzgar savurup götürsün. Onu, bu şehre bağlayan ne? Nedir, köklerini koparamamasının sebebi? Daha ne kadar böyle devam edebilecek? Düşünmek istemediği onlarca sorudan sadece birkaçı bunlardı. Düşünmek istemiyordu çünkü verebilecek cevabı yoktu. Bırakın cevap vermeyi bu soruları düşünmesi bile ödünü patlatıyordu. Belki zamanı değildi. Belki de o an gelmemişti. Köhnemiş şehrin gölge vermeyen kuru bir ağacıydı. Ne insanlar onu görüyor ve anlıyordu ne de insanlara kendini anlatabiliyordu. Görenler de ya küçümser gözlerle bakıyor ya da acıyordu. Halbuki acınacak durumda değildi. Yollara sığmadığı için kaldırımları işgal eden araçlara, büyüğüne küçüğüne aldırış etmeden saygısızca küfreden gençlere, yürüdüğünde gözden kaybolana kadar ona bakıp arkadan dedikodusunu yapan ayaklı gazetelere, küçümser bakan gözlere, dalga geçen çocuklara bir gün dersini vermek istiyordu. Hiçbir zaman yapmayacağını bildiği halde. Bu devran böyle gelmiş böyle gidecekti. Hayat bisikletinde dönen zincirin küçük bir parçasıydı. Çarklar arasında eziliyor büzülüyor ve hep aynı yerde dönüp duruyordu. Monotonluğun üzerine bir cilt kitap yazabilirdi ama neyi değiştirdi ki? Ne gerek vardı? Bir ağaç köklerini toprağın altından çıkarıp başka bir yere gidemezdi. Kendine hatırlatması gereken en önemli şeyde buydu. Sen bir ağaç değilsin. Sen insansın. İstediğin yere gider orada köklerini salıp yapraklarını yeşertebilirsin. Köklerini görmek istemezse yok olurlardı. İşte o zaman , düşüncelerini, hayallerini, umutlarını ve mutluluk fidanlarını dikecek yeni bir yere gidebilirdi. Peki, buna cesareti ve gücü var mıydı? Elbette yoktu... Çünkü gideceği yerde de değişen bir şey olmayacaktı. Alaycı bakışlar, laf atan zorbalar, küçümser gözler... Her gün aynı işe gider mesaisini bitirir yalnız yaşadığı eve kendini hapsederdi. Değişikliklerden nefret ederdi. Evindeki rengi solmuş duvar kağıtlarının iç karartıcı manzarası dışarıdaki parlak renklerden daha cazip geliyordu. Çünkü ona aitti. Dışarısı ise herkese... Pek dışarıya çıkmayı sevmezdi ama bu gece çıkmak zorundaydı. İçkisi olduğunu sanıyordu ama kalmamıştı. Saat gece yarısına gelmek üzereydi. Beş on tane bira devirmeden asla uyuyamazdı. Öfkesini bastırmanın başka yolu yoktu. İçtiğinde rahatlıyor, gevşeyip kendinden geçerek derin bir uykuya dalıyordu. Her kalktığında akşamdan kalma olduğu için baş ağrıları ve kusma peşini bırakmazdı ama güzel bir uyku için çekilebilecek bir çileydi. İçmediği zaman bu şehre katlanamıyordu. Dolabını asla yedeksiz bırakmazdı. Her zaman kilerde bir kasa fazladan stoklardı. Nasıl olduysa son kasayı dolaba dizdiğini unutmuştu ve hala kilerde yedek bir kasa birası olduğunu sanıyordu. Yedek kasayı çıkarmaya gittiğinde aklı başına geldi ve kasayı daha önce çıkardığını hatırladı. Tekel bayileri gece 12 den sonra kapanırdı. On beş dakikası kalmıştı. Yoksunluk hissi baş gösterince ufak boğumlu parmakları titremeye başlamıştı. Hızla adımlarla tekel bayiye doğru gidiyordu ama hızlı adım atsa da adımları küçük olduğu için hızlı gidemiyordu. Çünkü 113 santim boyundaydı. Tüm vücudu kasla kaplıydı. Çocukların dalga geçtiği ismiyle o bir cüceydi. Gerçi çocuklar cüce haricinde binlerce lakap takmışlardı. Fındık, fare, pire, yer elması... En popüler olanlardan biri cüce diğeri de baston Toto. Tekel bayiye vardığında adam kepenkleri kapatmak üzereydi ama sürekli müşterisini görünce hemen kapısının kilidini açtı. Bir kasa birayı tek başına eve götürmesi mümkün değildi ama on tane götürebilirdi. On tane de ona güzel bir uykuyu vaat edebilirdi. Sonraki gün için evine iki kasa sipariş edip iki eline siyah poşet içinde beşer adet aldı. Tekel bayiden çıktığında boğazının kuruduğunu hissediyordu. Bir tane açıp içmek için inanılmaz bir arzu hissediyordu ama eve kadar sabretmek gerektiğini bilirdi. Asla sokak ortasında içki içmezdi. Prensipleri vardı. Toplum içinde saygısızlık olarak görürdü. Küçük ayaklarıyla büyük adımlar atarak bir an önce eve varmak istiyordu. Girdiği karanlık ve dar sokakta iki kişi kaldırım kenarına oturmuş kafaları çekiyorlardı. İkisi de zil zurna sarhoş olmuştu. Yanlarından geçerken onlara tiksintiyle baktı. O sırada iki ayyaş önlerinden geçen küçük adama ve elindeki poşetlere bakıyorlardı. İçlerinden biri ayağa kalkıp ona doğru yürüdü. Daha doğrusu yürümeye çalışıyordu. Çamaşır ipine tutturulmuş elbise gibi sallanıyordu. “Şşş, minik fare.” Çocukların onla dalga geçmesini bir nebze olsun anlayabiliyordu. Ne de olsa hepsi henüz büyümemiş aklı kıt veletlerdi. Ama yetişkin birinin dalga geçmesi başka bir şeydi. Bir yetişkin aşağılayıcı söz söylediğinde onun tüm kemiklerini kırıp kendi kanında boğmak isterdi. Sonrasını hayal edip düşündüğünde vazgeçerdi. Yüzlerce suçlunun, psikopatın içinde bulunduğu bir hapishanede yaşamak fikri hiç hoş olmuyordu. Bu nedenle kemik kırıp kanında boğma fikrini sadece kendine saklıyordu. Ama kendini savunmasına da engel değildi. Özellikle ayakta bile duramayacak bir ayyaşın karşısında kendini rahatlıkla savunurdu. Hem de özel gücünü bile kullanması gerekmezdi. “Sana diyorum. Fare. Ne var elinde?” Kendisine yaklaşan adamın kasıklarına sert bir yumruk attı. Adam acıyla kıvranıp iki eliyle apış arasını tuttu. Diğer adam biraz daha kendindeydi. Daha sağlam adımlar atıyordu. Düz bir çizgide yürüyemese de s çizerek ilerleyebiliyordu. “Sen şimdi benim arkadaşıma niye vurdun? Benim ufaklığı üzerine salsam o bile seni yere serer. Gel buraya da seni ufaklıkla tanıştırayım.” Sarhoş adam Toto’nun kafasından tuttu. Toto’nun küçük kollarıyla attığı yumruklar ve kısa bacakları ile attığı tekmeler sarhoş adama yetişmiyordu. Sarhoş adam yalpalayarak sert bir tokat atınca Toto bira şişelerinin üzerine düştü. Şişelerin bir kısmı o anda diğerleri de yuvarlandıktan sonra patlayıp kırıldı. Bunu gören Toto’nun kan beynine fırladı. Tekel bayii açtırması mümkün değildi. Gece uyuyamayacak ve kafayı yiyecekti. Adeta burnundan solumaya başladı. Düşmanını gören kedinin sırtını kabartması gibi omuzlarını kabarttı. Boynu iyice gerilmiş tüm damarları gözüküyordu. Gücünü parmak uçlarında hissetmeye başlamıştı. Gücünü topladığında parmak uçlarına onlarca iğne batırıyormuş gibi olurdu. Bu ona hem acı hem haz verirdi. Sarhoş adam bir tokat daha atmak istediğinde hızla adamın kolunu tuttu. Adam o anda heykele dönüştü. Bir eli havada, ağzı yarım açık, bir dizi hafif öne doğru eğikti. Tüm vücudu taş gibi katı kesilmişti. Sonra, kasıklarını tutup kafası kesilmiş tavuklar gibi sağa sola dönen adamın bacağına dokundu. Adamın tek ayağı havada, iki eli kasıklarında ağzı sonuna kadar açıktı. İkisi de çirkin birer heykele dönüşmüştü. Bu görüntünün fazla sürmeyeceğini biliyordu. Çünkü gücünün etkisi en fazla iki dakika sürüyordu. Amacı onlara güzel bir ders vermekti. Hızlıca etrafına bir göz gezdirdi. Kimsecikler yoktu. Zaten tenha ve ıssız bir sokaktaydı. Adamların cüzdanları ve değerli her şeylerini alacaktı. Bu onun için yeni bir şey değildi. İlk defa hırsızlık yapmıyordu. Daha sonra onların donları dahil tüm elbiselerini çıkarıp çırılçıplak bırakarak kaçacaktı. Hızla planını uygulamaya başladı. Tek ayağı üzerinde duran adamın cüzdanını ararken adam kesilmiş bir ağaç gibi yere devrildi. Kol saatini telefonun ve cüzdanını hızla aldı. Diğer adamın da telefon ve cüzdanını alıp adamı soymaya başladığında bir keman sesi duymaya başladı. Uzaklardan gelen melodi gittikçe yaklaşıyordu. Tatlı bir ninni gibiydi. Bir anda o da heykelleştirdiği iki sarhoş gibi sabit kaldı. İstese vücudunu hareket ettirebilirdi ama keman sesi çok tatlıydı. Sanki onu hipnoz ediyordu. Üzerinde garip resimlerin olduğu siyah bir minibüs uzun farklarını yakarak ona yaklaşıyordu. O ise çiçek bahçesi içinde kelebek kovalamak istiyordu. Kemanın yumuşak notaları adeta onu baştan çıkaran seksi bir kız gibiydi. İçini gıdıklıyordu. Minibüs hemen yanlarında durdu. Sürgülü yan kapı açılıp içinden iri kıyım bir adam ve üç tane cüce çıktı. İki sarhoşu ve Toto’yu minibüse bindirdiler. Toto bindirilirken hiçbir tepki göstermedi. Çünkü bedeni orda olmasına rağmen ruhu bakire bir kızın koynundaydı.
Erkan Aksu
Erkan Aksu
Alamet
Alamet
·
273 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.