Gönderi

Balkanlar Arnavutluk
5.Gün Arnavutluk 31.05.2024 Cuma Dünyada üç türlü komünizm anlayışı ve merkezi var Leninizin Moskova Maoizm Çin ve Enver Hocaizm Tiran. Burada belki de yaklaşık yarım asırdır denk gelmediğim bir şey ,sabaha doğru horozların ötmesi. Bu gün horozların sesiyle uyandım uykumdan . Bu ülkede doğal gaz yoktur. Odun ya da klima kullanılır ısınmak için .Tarihte ilk ve tek ateist ülke Arnavutluktur. Burada bütün dini ve önceki kültürlere ait milli değerler bilinçli olarak yok edilmiş komünizm etkisi altında ve onu hissettiren yapılaşmaya gidilmiş komünist dönemde .Eğitim ve Kültür seviyesi çok düşüktür. En çok kullanılan araç markası Mercedes tır Özellikle binalarda çok süslü bir yapı tarzı bulunur. Ülkede ilginç görüntülerden birisi de yol ortasında dörtlüleri yanık halde bırakılan araçlar . Sahipleri alış veriş ya da çeşitli ihtiyaçlarını gidermek için arabaları orta yerde bırakıyorlar. Bir de 2. Dünya Savaşı nda kullanılan yol kenarlarında üstü kubbe altı merdivenlerden aşağıya inen ve uzun koridorlardan oluşan ve hatta tehlike anında devlet işlerinin de görüldüğü halkin herhangi bir saldırıdan korunması için sığındıkları siğınakların da bulunması idi. *** Arnavut İskender İskender Bey Arnavutça: Gjergj Kastrioti, Skënderbeu, Skënderbej; 1405 veya 1403-1404[1] - 17 Ocak 1468, Leş), Arnavutların ulusal kahramanı. Arnavutluk'un feodal hanedanlıklarından Kastriyota Hanedanı'ndandır. Babası Con, Gergi'yi Osmanlı sarayına rehin olarak gönderdi. Edirne'de II. Murad'ın hizmetinde bir içoğlanı eğitimi gören Gergi Müslüman oldu ve İskender adını aldı.[2] Osmanlı sarayına alındığı zaman 18-19 yaşlarındaydı. Osmanlı'da önemli askerî hizmetlerde bulundu, Anadolu ve Rumeli seferlerine katıldı. 1443 yılında Morava Muharebesi sırasında kaçıp sancak beyi olduğunu ilan eden sahte bir fermanla Kroya kalesini ele geçirdi. 1468'de ölümüne kadar Osmanlı Devleti'nin Arnavutluk'ta yerleşmesine karşı mücadele etti.[1] Osmanlı devleti tarafından yetiştirilen, Arnavut senyörlerinden Yuvan Kastriota'nın oğlu olan İskender Bey, Osmanlı Devletine intisabından itibaren devletin lehine faaliyetlerde bulunmuş fakat daha sonra Niş muharebesinde Osmanlı Devletini terk ederek Arnavutluk'ta 25 yıl sürecek bir isyan başlatmıştır. Önceden belirlenen saldırı tarihi geldiğinde ise İskender Bey'in küçük gruplara bölünen kuvvetleri bekledikleri işaret geldiğinde(Albulena Muharebesi — 2 Eylül 1457) farklı kanatlardan kamp yapmakta olan Osmanlı kuvvetlerine aynı anda saldırarak 30.000 Osmanlı askerini öldürdü ve bazılarını esir aldı. Tiran Arnavutluk'un başkenti ve en büyük şehridir. Şehrin adı Eski Yunancada "mutlak güç sahibi yönetici" anlamına gelir. Tiran, Dalmaçya Denizi'ne kıyısı olmamasına rağmen, Arnavutluk'un sahil kesimine ulaşmak için en uygun geçiş noktasıdır. Barginzade veya Berkinzâde Süleyman Paşa (Arnavutça: Sulejman Pasha Bargjini ya da Sylejman Pashë Mulleti) Osmanlı İmparatorluğu'nun bir Arnavut general ve Tiran başkenti'nin kurucusu. Komünizm döneminde yıkılan Eski Cami'nin önündeki bina Süleyman Paşa'nın türbesiydi. Aslen Bargin'liydi, ancak Arnavutluk'un Mullet köyüne yerleşti ve muhtemelen yeniçeri olarak görev yaptı. Osmanlılar için İran'da Safevilere karşı savaşmıştı ve kendisine Paşa unvanı verildi.[1] Ondan sonra bir cami (Süleyman Paşa Camii), bir fırın ve bir hamam inşa ettirdi. Şimdi Arnavutluk'un başkenti olan Tiran yerleşimini 1614'te o zamanların oryantal tarzı bir kasaba olarak kurdu. Yerel efsanelere göre, kurduğu kasabaya İran'ın başkenti Tahran'ın adını verdi. Süleyman Paşa'ın vakıfları ile Tiran kısa sürede Arnavut sanatının, kültürünün ve dininin merkezi haline geldi (özellikle Bektaşi tasavvufu ile birlikte), Arnavutluk'un kalbindeki stratejik konumu nedeniyle ünlü oldu.[ Mezar yeri olan Süleyman Paşa Türbesi, Eski Cami ile birlikte komünist diktatörlük döneminde yıkılmıştır. Tiran şehir merkezinde kendi adını taşıyan meydanda Süleyman Paşa'nın bir heykeli duruyor. Tiran'ın başka bir yerindeki küçük bir cadde de onun adını taşıyor. Elbasan Elbasan veya İlbasan (Arnavutça: Elbasani) Orta Arnavutluk'ta Elbasan ili'nin merkezidir. Şehir İşkomi Nehri'nin yanında yer almaktadır. . Elbasan'da, Osmanlı döneminden kalan tarihî Namazgâh, Kral Camii ve Nazire Camii bulunmaktadır. Elbasan ili (Arnavutça: Qarku i Elbasanit) Arnavutluk'un 12 ilinden birisidir. Elbasan, Grameç, Libraş ve Peklin ilçelerinden oluşur. İlin merkezi ise Elbasan şehridir. İl kuzeyde Debre, güneydoğuda Korice, güneyde Berat, güneybatıda Fier ve kuzeybatıda Tiran illerine komşudur. Ayrıca türk mutfağında bulunan Elbasan Tava bu bölgeye aittir. Türk mutfağına da Osmanlı zamanında girmiştir. Eski kıtanın üçüncü en yaşlı ve en derin göllerinden biridir Ohrid Gölü. En az dört belki de on milyar yaşında olduğu söylenir ve derinliği üç yüz metrelere ulaşır. Belki de bu yüzden böyle saydam ve alabildiğine aydınlıktır. Sert karakterli Balkan dağlarının eteklerinde, doğanın beklenmedik sürprizidir, bin üç yüz metreye yükselen asık yüzlü Galiçitza dağının dışa çevrilmiş iç yüzüdür. Karma karışık Balkan tarihinin etnik, dinsel, dilsel ve daha bilmem neden her türlü anlaşmazlığının tel tel çözüldüğü, duru suyunda durulduğu bir şeffaf göldür. 358mt karelik parlak yüzeyini iki Balkan devleti paylaşır: Arnavutluk ve Makedonya Cumhuriyetleri. Kıyılarında kentler, kasabalar, balıkçı köyleri ve Ortodoks hristiyanlığın en eski manastırları yan yana ve sessizce durur. Gölün güneyindeki Saint Naum Manastırı, Makedonya’nın Arnavutluk’la sınırıdır ve gölün görkemli yapılarından biridir. Ohrid’e “Balkanların Kudüs”ü ünvanını getiren dini yapılarından biridir St Naum Manastırı. Saint Naum’un binaları, gölün kıyısında bir dik yamaçtadır ve arkasında Srno Drım nehrinin göle karışırken oluşturduğu o nefis delta vardır. Ohrid gölünü besleyen nehirlerin en sevimlisi, Srno Drım, göl ile öyle enfes görüntüler sunarak buluşur ki buranın Eylül 1980’de niçin Unesco Şehri seçildiğini ve niçin dünyanın kültür ve doğa mirasları arasında kabul edildiğini anlarsınız. Doğanın kendini böyle cömertçe sunduğu bu yerde efsaneler durur mu; onlar da iş başındadır elbet. Tepedeki manastırda uyuyan Saint Naum’un kabrine kulağınızı dayarsanız sadece iyi insanların duyabildiği söylenen kalp atışlarını dinlersiniz. Bu manastırın Ohridli Türkler tarafından da ziyaret edildiği, Sarı Saltuk Türbesi olarak kutsandığı ve ziyaret edildiği de bilinir. Saint Naum’un çevresi bugün bir turist buluşma noktası ve geniş bir plajdır. Geleneksel tatlar sunan restoranlarda ulusal giysiler içindeki gençler, geleneksel danslarla sizi karşılar. Bu, geleneksel dans “horo”dur ve çoşkulu müziğiyle bu ülkede sık sık karşınıza çıkar. Makedonyalılar; el ele, omuz omuza ve cıvıltılı bir müzikle horo yaparlar. Melodi bazen Türkçe bir ezgidir, bazen Makedonca bir türkü. Nazlı bir sevgiliye adanmış şiirli bir müziktir. İster “çifte çifte paytonları getirdim sana” diye başlasın ister “ Srtze moje Jovana Jovanke” diye, müziğin aşkın sesi olduğunu kim inkar edebilir ki? Sözlerini anlamasanız bile şarkıların aşkı söylediğini bilirsiniz. “Jovana, Vardar’ın kıyısında beyaz ketenleri ağartırken cebinden kafiyeler süzülmektedir gözyaşı döken suya.” Ve sevgilisi “Jovana’yı hâlâ o kıyıda beklemektedir.” Ama sadece aşkın enerjisi değildir Makedon müziğini bu kadar yüksek tınılı kılan. Teknede, otobüste, restoranda çarşıda hep göklere yükselir, en yüksek tonda dinlenir Makedon müziği. Öyle bir enerji birikmesi vardır ki bu toprakta; o yoğunluğu hissetmemek olanaksızdır. Bu ateş kanlı insanların Balkanlıların, dağlarla çevrili küçücük ülkesi, Makedonya toprağı; bu enerjiyi taşımaya yetmez, yarısı zaten başka bir ülkeye ait olan Ohrid gölünün suyu da bu ateşi serinletmez. Biriken bu büyük enerjiyi, bu patlama arzularını fark etmemek olası değildir. Üstelik 1992’ye dek Avrupa’nın ortasını boydan boya kaplayan dev Yugoslavya’nın güney bölgesi iken bu dağılmışlığa alışmak kolay da değildir. Eski dostlar mı…. Onlar çoktan başka sularda yelken açmıştır. Sırbistan, oynadığı o tehlikeli savaş oyunuyla ve 1992’de giriştiği etnik temizlik harekatıyla en yakınlarını bile kendinden uzaklaştırmıştır. Hırvatistan ve Slovenya Avrupa Birliği’nin yeni üyeleridir ve hızla kulvarlarını ayırmaktadırlar. Kosova’da birkaç ay önce bir Arnavut Devleti kurulmuştur ve Makedonya yurttaşlarının bazıları için başka hayallerin ülkesidir orası. Avrupa Birliğine girme çabası Yunanistan tarafından engellenen ve yine onlar tarafından adı bile kendine çok görülen Makedonya; şarkıya, şiire, heykele, resme dökmektedir enerjisini. Galiçitza Dağının zirvesindeki Velestovo köyü her yıl 15 Ağustos gecesi şiire kapılarını açar ve yine her yıl 21 -27Ağustos’da, göl kıyısındaki Struga kenti, ünlü “Uluslar Arası Struga Şiir Akşamları”na ev sahipliği yapar. 1974’de bir Türk ozanının Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın kazandığı Altın Çelenk ödülü her yaz dünya şairlerini “Köprüler” gecesinde ağırlar ve yeni sahibini arar. Aslına bakarsınız Makedon dilinin en parlak şairi, Batılıların “İkinci Homeros” dedikleri Grigor Prlıcev de 1830 Ohrid doğumludur ve ilginçtir en ünlü şiirinin adı Türkçe bir sözcüktür: “Serdar” “Uluslar arası Struga Şiir Akşamları” etkinliğinin kurucusu bu kentte doğmuş iki şair kardeştir. Kardeşlerin her ikisinin de imparatorluğun başkenti İstanbul’da, Makedonların söylemeyi tercih ettikleri şekliyle Çarigrad’da hapiste öldüğü bilinir. Konstandin ve Dimitar Miladinov kardeşlerden Konstandin, Makedon şiirinin de kurucusu sayılır ve etkinlik her yıl onun bir şiiri okunarak açılır. Moskova’da öğrenciyken yazdığı bir lirik şiirdir bu: “Tga Za Jug” (Güneye Özlem) Bu arada güney Makedonya’da Tikveş’te ve Kavadarsi bağlarında leziz üzümler yetiştiren ve şarapçılığını da bir hayli geliştiren Makedonya’nın tatlı kırmızı şaraplarından birinin adı ne dersiniz. “Tga Za Jug.” Şarabın ve şiirin kardeş olduğunu kim inkar edebilir ki. Hani bizim Divan şairi Nedim’in dediği gibi: “Bir elinde gül, bir elinde mey geldin sakiya / Hangisin alsam; gülü yahut meyi, yahut seni?” Struga Şiir Akşamları”nın büyük ödülünün “Altın Çelenk”in son sahibi Filistinli şair Mahmut Derviş’tir. 46. kez verilen Altın Çelenk’in sahibi ise henüz belli değildir. Bu yaz benim de sık sık dinleme fırsatını bulduğum modern Makedonya şiirinde ise tek bir sözcük derin vurgularla ve defalarca çarpar kulağınıza. Makedonya…Makedonya… Dili artık iyice anladığım için şiirlerin ve şarkı sözlerinin altında yatan duyguyu çözebilirim. İşte en eski ve en sevilen şarkılardan biri: “Bitola moj roden kraj vu tebe sum rodena” Türkçesi şöyle: “Bitola güzel memleketim / Ben sende doğdum / Sen benim yarimsin/ Seni bütün kalbimle seviyorum/ Seni seviyor sana şarkı söylüyorum /Çok şehir ve kasabalar gördüm/ Senden güzeline rastlamadım/ Sende yürüdüm, çıplak ve yalın ayak/ Ben sende büyüdüm, misafirin değilim/ Bitola güzel memleketim/ Seni seviyorum.” Kendine ve toplumunun değerlerine iman tazeleme, onlara sonsuzca inanma duygusu. Belki biraz da bu yüzdendir, Makedonya’nın Tito Sosyalizmi döneminde biraz örselenen ortodoks değerlerine yeniden ve tutkuyla sarılması ve Ohrid gölü kıyısındaki manastırları hızla restore etmesi. Bu arada şarkıda geçen Bitola’nın ortak belleğimizde çok saygın bir yeri olan Manastır kenti olduğunu söyleyelim. Mustafa Kemal’in öğrencisi olduğu Manastır Askeri İdadisi’ndeki bir odanın onun adına düzenlenmiş bir müze olduğunu unutmayalım. İttihat ve Terakki Örgütünün bir numaralı kurucusu Eyüp Sabri Bey’in Ohridli olduğunu hatırlayalım.
·
79 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.