Gönderi

34. Mektup
sevgili alevim, şimdi de üzüldüğümü düşünmene üzülüyorum. yok alevci, yok böyle bir şey! acı da, keder de, mutluluğu pekiştiriyor aslında. ve ben, duyduğu mutluluğu hak etmiş insanların erincini taşıyorum içimde. kuşkular, yıkıntılar, acaba'lar... bir de bakıyorsun, her şey daha yakın, daha güzel ve daha etkili. bir isyan, mitolojik bir gözleme dönüşüyor sanki. bir söz, binlerce masalın yükünü taşıyor. trajedi? o zaten var. düşünüyorum da, salt bir mutluluk yok yeryüzünde. çünkü saltık (mutlak) hiçbir şey yok. olsa olsa aranması var mutluluğun, aranırken de kendini ele vermesi var biraz, hepsi o kadar. ve biz içinde yaşadığımız trajediden ne denli acı duyuyorsak, onu değiştirmeye çalışmaktan da aynı oranda bir sevinç payı ayırıyoruz kendimize. ve yaşamak da bu kadarcık bir şey, değil mi, alevci? dün yazamadım sana. dükkâna telefon ettim, bir mektup olduğunu söylediler. iki defa giyindim, ama... çıkamadım işte. galiba azıcık hasta gibiydim. bugün geçti. daha doğrusu geçirdim; rahatça oynayabiliyorum vücudumla. bunu da öylesine güzelce yapıyorum ki.. kimbilir bu dünyada neye kızıyorum da böyle yapıyorum. neye? yoksa kendimi beğenmekten başka hiçbir şey gelmez mi elimden. sonra... seni seviyorum sevgilim. bu, her saniye şimdilik camus hakkında bir inceleme kitabı çıktı, onu okuyorum. öğleden sonra şiire çalışacağım (alkolden gitmeden önce bir iki kitap daha bitirmek niyetindeyim.) akşam saat 6.da degüstasyon'da bir arkadaşla buluşacağım 8.de bir sözüm daha var. 12.de yatarım herhalde. iki adet müsekkinle 4-5 saat uyuyabiliyorum —birlikte olsaydık, bu uykusuzluklarımız ne güzel değerlenirdi— sonra... seni seviyorum sevgilim. bu, her saniye ben? sahi ben nasılım sevgilim? teknik bakımdan şöyle: şiir kitabım (çağrılmayan yakup) aralık ayında çıkacak. dün, sinematek'te, bergman'ın yüz (ansıktet)'ini gösterdiler. hasta masta gittim işte. gittiğime de iyi yapmışım. müthiş bir adam bu bergman, üstelik de tam bana göre. iyi anladım, diyemem ama, başkalarinın anlamadığı bir iki şeyi kavradığımı sanırım. ipnotizmacı vogler, isa gibi göründü bana. zaten her yerde bir isa görüyorum bugünlerde. hristiyanlığa saygımdan değil, duygusal ilişkilerin yücelticiliğine, belki de yeni bir hümanizm akımının gerekliliğine inandığım için. işte, böyle düşününce, isa bir birim, bir ölçü oluyor ister istemez. sonra, geçen hafta, bir protestan kilisesinde org konseri vardı, oraya gittim. güzelden daha başka bir şeydi. çok sade bir kilise, cilalı, kocaman bir haç ve bach... esmer esmer, soluk soluğa bir yayılışın vardı ki... artık iyice biliyorum yalnız içimde olmadığını. nesnelere de siniyorsun. birinde göz, birinde ruh, birinde.... dünya deyince bir sen geliyorsun aklıma. düşüncelerimi, duygularımı sen yoğuruyorsun sanki. "oda" adlı bir şiire başladım. başladım mı bilmiyorum. çok yoruyor beni. kelimeler birbirini çok sevmiyorlar daha. hani çarşıdan yeni alınmış aletler gibi; iyi çalışmıyorlar işte. ve ufacık bir inhiraf, sayfanın sonunda bayağılığa dönüşüveriyor. kelimelerin resmi uyuşumundan kaçındığım ve tanrısal bir ritimden de uzak kaldığım için, şimdilik şiirsel bir coşkuya ulaştım sayılamaz. dükkânın üstündeki asma kat şöyle: dipte bir masa —oldukça büyük— tepemde ve karşımda iki adet pencere. karşımdaki pencereden soğuk, beyaz, rutubetli bir sütun görünür. tepemdekinden de bir ip sarkar; 2-3 m.lik topuz, dünyaya ulaşan ucundaki camı açabilmek için. tavan, bir yarım dairenin sonsuzla çarpılması ile biçimlenmiş, uçak hangarlarına benziyen bir sıkıntıyı yansıtır. iğrenç-yeşil renkli bir muşamba vardır her yerde. arkamda bir iki hazır kitap rafı. üç adet ampulü de eklersek, iskemleler halılarla birlikte, dünyadan tecrit edilmiş gibi çalışır dururum burada. sana bir gün upuzun yazacağım. çok uzun. anlatacağım o kadar çok şey var ki... ve bu mektuplar öylesine sınırlayıcı ki... şimdilik camus hakkında bir inceleme kitabı çıktı, onu okuyorum. öğleden sonra şiire çalışacağım (alkolden gitmeden önce bir iki kitap daha bitirmek niyetindeyim.) akşam saat 6.da degüstasyon'da bir arkadaşla buluşacağım 8.de bir sözüm daha var. 12.de yatarım herhalde. iki adet müsekkinle 4-5 saat uyuyabiliyorum —birlikte olsaydık, bu uykusuzluklarımız ne güzel değerlenirdi— sonra... seni seviyorum sevgilim. bu, her saniye sana söz verir gibi bir şey. saate, takvime, kronolojik zamana sığmayan bir şey işte. seni sevmek... sevmenin bir kavram oluşunu bile kapsıyor. durmadan bekliyorum; beklemeyi anlıyamayıncaya kadar. 0 zaman da yanındayım artık. ve alev, beni sevdiğin sürece, beni sevdiğini söylemekten kaçınma. bunu hem saklıyor, hem de yaşaya yaşaya harcıyorum. bitmez, değil mi? e. Kasım 1965
·
40 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.