Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Evet, büyük bir sanatçı olmayabilirim. Fakat hayatı bir sanat eserine dönüştürecek küçük duyarlıklar sayesinde hayatımı yaşama sanatında bir ustalığa erişebilirim. Bir elmayı, o ilk yasak meyve nasıl bir heyecan ve merakla yendiyse, öyle yiyebilme hazzını bana çok görmezsiniz umarım. Elma tadının, o lezzeti hiç almamış bir bilinçte çözülmesini yaşayabilsem her elma yediğimde keşke. Eğer gurmelik bir sanatsa, bir portakalın en lezzetli dilimini bulabilmekle yetinebilirim. (Bir portakalın tüm dilimleri lezzet bakımından eşit değildir.) Bir şehrin, insanlarıyla birlikte oluşturduğu fakat yapay kokularla bastırılmamış hakiki kokusunu alabilir; trafik ve inşaat gürültülerini aşarak şehir halkının keyifli sohbetler arasında attıkları ufak kahkahaları duyabilirim. Bir şehrin kahkahalarını işitebilmek bana göre hiç de basit bir sanat değildir, ne var ki insanoğlunun sanatsal ihtirasları arasında görünmeyecek kadar ufak kalacağını söylememe gerek yok sanırım. Birileri, tam da umutsuzluğa düşmek üzereyken veya bir konuşma yavaş yavaş tatsızlaşmaya başladığında ortaya çıkıp insanları farkında olmadıkları bir senfoniden haberdar edebilseydim... "Bir saniyenizi rica ediyorum hanımefendi. Şu uzaktaki kuş cıvıldamasını duyuyor musunuz? Biraz daha dikkatli lütfen... Hah, evet, kesik kesik ve çok zor duyulan o cıvıldamayı... Ne hoş ama değil mi? İşte bakın bir de kahkaha eklendi şimdi ona, çok güzel olmadı mı?"        Sokaklar, insan kalabalıklarının uğultularına, korna, motor, veya iş makinesi seslerine boğulmuş olsa da, her zaman dinlenecek güzel bir ses vardır, inanın bana. Umarım o insanlardan biri kılarak sevindirirsiniz beni. Şehir demişken... Her şehrin olmasa da , bildiğim birkaç şehrin tam kalbinden geçen rotayı bulup insanları harika bir turistik geziye çıkarabilirim. Şehrin tarihini değil, şehrin ruhunun tarihini anlatırım: "Yan tarafta Roma döneminden kalma bir hamamın yıkıntıları olsa da, hemen yanı başındaki küçük pastanede bundan tam otuz yıl önce birbirlerine gerçekten âşık bir çift, ilk kahvaltılarını yaptı. Kimseler bilmese de, gök kubbesi altında yaşanan bu muazzam duygu alışverişiyle şehrin çehresi önemli ölçüde değişti. Adamın, kadını birçok kez beklediği bu pastanenin çalışanlarıyla yaptığı sohbetlerde şehre dalga dalga insan sevgisi yayıldı. Hemen karşıdaki apartmanda birkaç gün önce yaşlı bir çift torunları olduğunda birbirlerine ne çok sevdiklerini, gençliklerinde hissedemedikleri kadar hissettiler. (Ve laf aramızda, bunu itiraf etmeyi kendilerine yediremediler.) Biraz ileride göreceğimiz küçük bahçeli evin ise başka türlü bir hikâyesi var. Bir erkek, annesi tarafından bazen ince ince, bazen hakaretler eşliğinde aşağılanmak bahtsızlığını tam kırk beş yıl boyunca aralıksız yaşadı. Hazin dersek şiddetini hayli hafifsemiş olacağımız bu acı hikâye, kahramanının geçirdiği bir cinnet sonucu, aralarında annesinin de olduğu yarım düzine insanı katletmesiyle daha acı bir şekilde devam etti. Hapishanede şişlenen adam, şehirdeki fırıncılık standartlarını yükseltmesiyle biliniyordu. Şey... Doğrusu, hiç kimse bu gerçeğin farkında değildi. Fırıncılar Odası'nın üyeleri hariç elbette. Zaten bu üyelerin de ona diş bileyen rakiplerinden ibaret olduğunu  ilave edip hemen şu sokakla devam edebiliriz turumuza. Ya, evet, haklısınız, hayat işte..."
Yapı Kredi Yayınları
··
30 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.