Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Serdar Tuncer
Eskiden, ya ben her şeyi bilecek kadar küçüktüm yahut dünyada olan biteni yorumlamak şimdikinden çok daha kolaydı. Az şey bilirken ne kadar çok şeyi bilmediğini de bilmiyor insan. Konfor bu değilse nedir? Her yeni bildiğin şeyle beraber onu daha önce bilmediğini de bilmek ve “ne kadar çok şey biliyorum”dan “ne kadar çok şeyi bilmiyormuşum”a gelmek... Izdırap bu değilse nedir? MAKALEYİ SESLİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN “Biliyorum” zannının konforundan hiçbir şey bilmediğini fark etmenin ızdırabına doğru hızla yürümek gibi bir şey yaşamak dediğin. Yanıla yanıla öğreniyorsun, bildiğinin yanıldığına bile yetmediğini. Bilmeyle yarışmaktan vazgeçiyorsun. Bilmediklerinin bildiklerinden çok daha fazla olduğunu bilmeye başlıyorsun. Dün kurduğun kesin cümlelerin yerini artık ‘belki’li, ‘sanırım’lı, ‘acaba’lı cümleler alıyor. Eskiden en büyük meselelerde dahi kat’i kanaat sahibiyken, şimdi en alelade mevzuda dahi bilgine itimat edemiyorsun. Küçükken cevapların çoktu; büyüdükçe soruların çoğalıyor. Küçükken cevapların saçma bile olsa güzel; büyüdükçe soruların güzel bile olsa saçma! Yaşlandıkça demeliydim belki de. Büyümek yaşlanmaktan başka bir şey zira... Yeri gelmişken bir kez daha söylemeli, kulaklara küpe olası o sözü: “Ahmak yanlışından bile emindir; akıllı doğrusundan bile şüphe eder!” Güzel terazi. Akılsızlığını itiraf edecek kadar akıllı olmayabilirsin. Ahmak olmadığından emin olacak kadar ahmak olabilirsin. Yorma kendini hiç. Bak bir terazi yapmışlar, bakıver ahvaline de darasını al kendinin. Biz yaşlanıyoruz, dünya küçülüyor ve zaman hızla akıp geçiyor. Dünyası yaşadığı köyden ibaret insanlar varmış eskiden. Belki bir de ara sıra gitmek zorunda kaldığı kasabadan. Bırak “Zeki Müren de bizi görecek mi?”yi, Dede Efendi’yi duymanın imkânsız olduğu zamanlar... Ajans vaktini bekleyeceğin bir radyon bile yok. O küçük dünyayı yorumlamak basitti, o köyde yaşlanmadan büyümek kolaydı ve zaman dediğin geçmek bilmezdi o köylerde. Gün ışıyınca başlardı hayat, akşam ezanıyla evlerine çekilirdi insanlar. Hz. Ali Cenkleri hayatın tadı tuzu… Bilmen gereken tarla taban, koyun keçi, ağaç çiçek... Bilmen gerekenlerden başka bir şey bilmene gerek yok. Ne Amerika’nın keşfini biliyorsun, ne namussuzluğun tarihini. Al sana huzur, hem de en tarifsizinden. Dünyası küçücük köylerinden ibaret adamlardık, dünyamız küçücük bir köye döndü. Her şeyden haberimiz var artık. Bilmemiz gerekmeyenleri de biliyoruz, bilmememiz gerekenleri de. İster istemez biliyoruz. Zaman hızla akıp geçiyor. Yıllar aylara, aylar haftaya, haftalar güne, günler saatlere döndü. Bir güne yirmi dört saat yetmiyor artık. Yorumlamak zorlaşıyor, dünyayı, hayatı ve kendimize dair olanları. Bir dosttan işittim, sosyal medyayla meşgul olduğumuzda vücudumuz bir hormon salgılıyormuş. Meşguliyetimiz arttıkça o hormonun seviyesi yükseliyor ve bu yükseliş belirli bir eşiği geçince de o hormonun bağımlısı haline geliyormuşuz. Kırmızı ışıkta otuz saniye beklerken bile niçin elimizin akıllı telefonumuza gittiğini buradan anlayıverin. Enteresan olan şu, bu hormon insanda birtakım duyguları ciddi şekilde tetikliyormuş. Boş, anlamsız, nefsanî olan şeylere meylimizi artırıyor ve bunlarla meşgul olmak önce sıradanlaşıyor sonrasında ise bir ihtiyaç haline geliyormuş. Malayani olana meylimizi artıran sevgili bilgi kaynaklarımız! Bir kalbimiz olduğunu fark etmek için gönderildiğimiz dünyada, kalbimizi fark etmenin önündeki en büyük engeli ceplerimizde taşıyarak ölüyoruz. Dramların efendisi!
·
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.