Gönderi

1062 syf.
10/10 puan verdi
·
9 günde okudu
“Anna Karenina’daki neredeyse her sahne içime işledi… İşte, bir türlü tatmin olamamamızın kaynağı.”
Virginia Woolf
Virginia Woolf
UYARI: Spolier olmadan da inceleme yazmak elbet mümkün, lakin bu romanla ilgili aktarmak istediğim belli başlı mevzuların ehemmiyetine binaen, eserin pek çok detayına gireceğim için spoliersiz olmasını tercih etmedim. Bu sebepten, bin küsur sayfalık bu şaheseri hatmetmiş (ya da kazaen daha önce spolier yemiş, yahut filmini izlemiş) olanlara bu upuzun incelemeyi okumalarını tavsiye ederim. Gerçek Anna Karenina kimdir? Tolstoy, Anna karakteri için komşusu A. N. Bibikov’un başına gelen olaylardan faydalanmıştır. Bununla ilgili donelere Tolstoy’un eşi Sofya Andreyevna’nın yazışmalarında rastlanır: “Ellili yaşlarda, orta halli, eğitimsiz olan Bibikov, ölen eşinin uzaktan akrabası olan ve evini çekip çeviren Anna Stepanovna Pirogova adındaki bir kadınla yaşamaktadır; Anna, onun sevgilisidir. Bibikov, oğlu ve yeğeni için çok güzel bir Alman mürebbiye alır, bir süre sonra da ona âşık olunca evlilik teklif eder. Bu olay üzerine bir köşeye fırlatılmış eski eşya moduna ve bunalıma giren Anna Stepanovna, Bibikov’a bir intihar notu bırakıp evden ayrılır. Elinde bohçasıyla Tula’ya gider, oradan Yasenki’ye geçip kendini yük treninin altına atar. Tolstoy onu kafatası soyulmuş, bedeni çıplak ve kesik bir halde Yasenki kışlasında görür ve korkunç bir şekilde etkilenir. Anna Stepanovna Pirigova uzun boylu, iri, karakteri ve yüzüyle tipik bir Rus kadınıdır; gri gözlü ve esmerdir.” Anna Stepanovna Pirigova’nın ölüm tarihi 1872’dir. Anna Karenina karakterine ilham olan bu kadın ölümüyle Tolstoy’un kahramanına ebedî bir hayat verir. Bu arada belirtmekte fayda var: Tolstoy yalnızca Pirigova’nın intiharını kullanır. Anna Karenina, ne karakter, ne dış görünüş, ne de toplumsal konum olarak Pirigova’ya benzemez. T. A. Kuzminskaya anılarında şöyle der: “Puşkin’in kızı Mariya Aleksandrovna Gartung Anna Karenina’ya prototip olmuştur ancak karakter ya da hayat tarzı olarak değil, dış görünüş olarak. Tolstoy da bunu itiraf ederdi.” Tolstoy onu 1868’de General Tulubyev’in evinde görür. Aynı balodaki Anna Karenina gibi, siyah bir elbise giymiştir. “Hafif adımları, oldukça toplu ama harika, zarif bedenini rahatça taşıyordu. Bizi tanıştırdılar. Tolstoy hâlâ masada oturuyordu. Kadına gözlerini diktiğini görüyordum." ‘Kim bu’ diye sordu yanıma gelerek. ‘Madam Gartung, Puşkin’in kızı.’ ‘Yaa,’ diye uzattı. ‘şimdi anlıyorum… Ensesindeki şu Arap buklelerine baksana. Şaşılacak kadar safkan.’ i.hizliresim.com/dawvsr0.jpg Romanın Anna’yı anlatan kısımları için kocasını terk edip aşığıyla evlenen Mariya Alekseyevna Dyakova’nın hikâyesinden de esinlenildiği söylenebilir. Kuşkusuz, Tolstoy bu ve benzeri aşk hikâyelerini gayet iyi biliyordu. Tolstoy’un mart 1873’te yazmaya başladığı ve dört yılını (1878’de kitap olarak çıkana dek geçen süre de eklendiğinde beş yılını) alan bu kitabı, yalnızca kendinden değil, aynı zamanda yazdıklarından da memnun değilken neden yazdığı hâlâ bir muammadır. Yazdığı mektuplarda romandan “alçak” ve iğrenç” diye bahseder; Anna’nın onu “acı bir turp gibi” bezdirdiğinden yakınır, ondan bir önce kurtulup başka bir işe başlamayı hayal ettiğini dile getirir. Tolstoy kendini romancı olarak görmüyordu; Savaş ve Barış’a da roman dendiğinde kızıyordu. Roman dediğin bir “yaramazlık”tı, Fransız edebiyatından bir şeydi. O ise ciddi bir yazardı. 1870’lerin başında Tolstoy’un güzel, evli bir kadının ihanetiyle ilgili yazacağına dair ortada hiçbir emare yoktur. O sırada zaten iki muazzam projeyle uğraşmaktadır: Biri Alfabe diğeri de Birinci Petro dönemi hakkında bir roman. Alfabe Tolstoy’un gurur duyduğu bir tasarıdır, bununla ilgili şunları dile getirir: “Bu Alfabe konusunda büyük hayallerim şöyle; bu Alfabe’yle çar çocuklarından köylü çocuklarına kadar iki kuşak okuyacak ve ilk şiirsel izlenimlerini onunla alacaklar ve böyle bir Alfabe yazdığım için huzurla ölebileceğim.” Ne var ki, 1873’te dört ayrı kitap olarak çıkan “Alfabe” Tolstoy için tam anlamıyla bir fiyaskoyla sonuçlanır. Eleştirmenler ve pedagoglar tarafından basına da yansıyan öfkeyle karşılanır. Karısı Sofya’ya Alfabe’nin olağanüstü güzel olduğundan kesinlikle emin olduğunu söyler, insanların onu anlayamadıklarından yakınır. Tolstoy’un aynı yılın Mart ayında, gelecekteki Anna Karenina’nın ilk taslağını güle oynaya beş günde yazması aslanın* (Tolstoy’un ilk adı olan Lev, Rusçada aslan anlamına gelmektedir) okura pençelerini göstermeye karar vermesidir. Tolstoy adeta kükrercesine şöyle haykırır: “Benden roman mı bekliyorsunuz? Alın size roman!” Anna Karenina hepimizin bildiği o meşhur giriş paragrafından (Bütün mutlu aileler… diye başlayan) önce “İntikam benimdir, ben alırım” epigrafı ile başlar. Havari Pavlus’un Romalılara hitabından gelen bu alıntı aynı zamanda Yasanın Tekrarı’nda da vardır. Tolstoy hikâyesini en baştan, söylemek istediği önemli bir düşünceye boyun eğdirir. Tolstoy romana hizmet etmez; romanı, yazarın ana düşüncesine hizmet etmek zorunda bırakır. Tolstoy, aile yaşamını idealize ediyor ve kadın ya da erkeğin eşini aldatmasını ahlaksız bir davranış olarak görüyordu. Romanında bunu göstermek istiyordu. Aynı zamanda birçok İngiliz aile romanı okuyor ve bazen onlarla alay ediyordu: “Bütün romanlar, adamın kolunu her waist'e (kızın beline) dolaması, evlenmesi ve çiftlikle baronluğa kavuşmasıyla son buluyor. Romancılar, bütün romanları evlilikle bitiriyor. Ancak roman yazarken, evliliğe kadar olanlardan ziyade evlilikten sonra olanlar yazılmalıdır.” Anna Karenina’yla neredeyse aynı zamanda Fransa’da
Emile Zola
Emile Zola
Nana’yı yazmaktadır. Erkeklerin kaderleriyle bencilce ve soğukkanlıkla oynayıp yerle bir eden Parisli kapatma Anna Coupeau takma adıyla Nana, romanın sonunda çiçek hastalığından ölür; Anna Karenina’nın konusuyla yakından uzaktan bir benzerlik yok gibidir. Ancak bu iki roman arasında ortak bir şey vardır. Birincisi, sosyeteye karşı eleştirel yaklaşım, İkincisi, iki Anna’nın da erkeklerin mutsuzluğuna neden olması. Son olarak da iki yazarın, kahramanlarının tensel çekiciliklerini şeytanî bulmasıdır. Anna, Fransız adaşından farklı olarak aşkın esiridir. Fransız Anna kimseyi sevmez. Sevgililerini kolayca aldatır, onlarla alay eder; kendini değil onları intihara sevk eder. Anna Karenina’nın ilk taslağı aslında sosyete salonunda başlar. Çünkü, bu Tolstoy’un daha önce Savaş ve Barış’ta kullandığı kusursuz bir roman kalıbıdır… Salon bütün kahramanların bir araya getirileceği ve aralarındaki entrikaların örüleceği yerlerden biridir. Tolstoy önce bu kolay yolu seçer. Sonrasında vazgeçer ve romanı Oblonskilerin evindeki aile içi sorunuyla başlatır. Stiva ve Dolli sanki romanın yan konularından biridir ve konunun romanla hiçbir alakası yokmuş gibi gözükür. Kendi gerçekliği içinde bir hayattır. Ancak, Oblonskilerin evindeki bu sorun, çarkın dişlileri ve kardeşiyle karısını barıştırmak için Anna’yı Moskova’ya getirir. İbraniceden çevrildiğinde Anna, “merhamet” ve “iyilik” demektir; bununla ilintili olarak da romanın ilk bölümünde Anna, karısını mürebbiye ile aldatan ağabeyi Stiva’yı Dolli ile barıştırmak için arabulucu rolü üstlenir. İlk bölümde çizdiği profilde Anna, adeta, aile hayatının, huzurun ve aşkın teminatıdır. (Anna’nın baba adı “Arkadyevna” ise, Antik Yunan’da insanların birbirleriyle uyum içinde yaşadığı Arkadya’ya bir göndermedir.) Anna yolda Vronski’nin annesiyle tanışır. Grafinya Vronskaya’yla aynı kompartımandaki yolculuk beraberinde Vronski’yle karşılaşmayı getirir. Sonra tesadüfen Oblonskilerin evinde tekrar karşılaşırlar, daha sonra Anna, Vronski’yle dans edeceği baloya gider. Sonra Anna ve Vronski’nin tipide Bologoye istasyonunda karşılaşmaları… Vronski ve Karenin’in Petersburg garında konuşmaları… Sonra… Bütün bunlar hayatın gerçekleri, rastlantı(!) … Sonuçta, Tolstoy romana ana kapıdan (salon) değil, arka kapıdan (Oblonskilerin evi) girer. Böylece arka kapıdan hayata bakmanın çok daha ilginç olduğunu görürüz. Oblonskilerin evine, yabancı hiç kimsenin olmadığı bir zamanda gireriz. Sonraki bölümde konuklar yavaş yavaş toplanır ve salona taşınır. Salonun sahibinin de adı belirginleşir: Betsi Tverskaya. O ki, sosyete ihanetinin tanrıçasıdır, bu işin bütün kurallarını bilir. Bu kuralların her zaman çalışmaması ve Betsi’nin enerjik faaliyetleri bazen ailelerin yıkımına, düellolara, intiharlara neden olsa da bunlar onu durdurmaz, hatta eğlendirir. Betsi, Petersburg’taki yüksek sosyetenin üzerini aşk entrikaları ağıyla örten bir örümcektir. Hedefteki yeni avı ise kuzeni Vronski’nin aşkı uğruna her şeyi göze aldığı Anna olacaktır. Tolstoy klasik roman yapısını yıkar, zaman ve kahramanlarla oynar. Bunu kısaca ifade etmek gerekirse; romanın başlangıcındaki Anna-Vronski-Karenin, Levin-Kiti ile Stiva-Dolli karakterleri zamana karşı yarışta baş başadır: Tarih: 1872’nin Şubat ayıdır. Ve hikâyenin kurgusu şöyle ilerler: 1872 Ekim’inde Anna-Vronski ilişkisi başlar. Bu bölümün ardından gelen bölümde Levin ve Kiti’nin yaşamında 1872 ilkbaharıdır. Yani, zamanda bir geriye dönüş vardır. Sonra ünlü at yarışı sahnesi gelir ve Anna kocasına Vronski ile olan ilişkisini itiraf eder. Tarih; 1873’ün Ağustos ayıdır. Bu bölüm sonrası 1872 İlkbaharına Almanya’daki Kiti’nin yanına döneriz. Kitabı okurken Anna-Vronski bölümlerinin Levin-Kiti bölümleriyle eşzamanlı ilerlediği yanılgısına düşeriz. Ancak, hikâyedeki zaman bir mekik misali yol alır. Anna ve Vronski için ileriye, Levin ve Kiti için ise geriye doğru. Kitabın son bölümlerinde savaş haberlerine yapılan çeşitli göndermeler vardır. Doğu Avrupalı Slavlar, Sırplar ve Bulgarlar Osmanlılara karşı savaşmaktadır. Tarih: 1876. Bir yıl sonra Rusya Osmanlı’ya savaş açacaktır. Vronski, cepheye giden gönüllüler arasında görülür. Kahramanlar belli başlı birkaç anda aynı zaman diliminde olsalar da, Anna ve Vronski genel tabloda hep bir adım öndedir. Ve hikâyenin en büyük kayıplarını bu iki roman kişisi vermiştir. Tolstoy, kurguda doğrusal olarak ilerlemeyen zamanla neyi vurgulamaya çalışmış olabilir?
Momo
Momo
adlı eserde zaman ve zaman hırsızlarının ekseninde örülen hikâyenin sonlarına doğru Momo’nun bilge kaplumbağa ile birlikte duman adamlardan kaçtığı bir sahne vardır. Momo bu kaçışta kaplumbağanın yavaşlığı yüzünden öyle endişelenir ki, onu daha hızlı olmak konusunda uyarır. İşte o sahnede kaplumbağanın Momo’ya verdiği cevap çok dikkat çekicidir. “NE KADAR YAVAŞ, O KADAR ÇABUK.” i.hizliresim.com/hjidjiz.jpg Yalnızca dürtülerle şimşek modunda ilerleyen ve tensel aşka dayalı ilişki kişileri olan Anna ve Vronski’nin kurgusal zamanda en önde olması, bunun yanında sorumluluk-denge-uyum içinde aheste aheste ilerleyen ilişki kişileri olan Levin ve Kiti’nin kurgusal zamanda daha geride kalması bilge kaplumbağanın söylediklerini anımsatır. Tolstoy’un zaman akışını bu şekilde kurguya yedirmesi muazzam bir detaydır. Tolstoy ayrıca gereksizmiş gibi görünen birçok karakteri olayın içine katar; örneğin, Konstantin Levin’in kardeşi “komünist” Nikolay’ı, üvey kardeşi “liberal” Sergey İvanoviç Koznışev’i, Vronski’nin ağabeyinin ailesini ya da bir gölge gibi belirip kaybolan Anna’nın iki halasını… Bütün bu “konuklar”, romana plansız, kaotik bir şekilde giriyor gibiler. Romandaki zaman da canı istediği gibi gider, kâh hızlı kâh yavaş kâh durur kâh çılgın bir hızla ilerler. Daha önce hiç kimse bir romanı böyle yazmamıştır. İncelememi,
Dmitriy Merejkovskiy
Dmitriy Merejkovskiy
‘nin bu roman hakkındaki yorumuyla nihayetlendiriyorum: “Anna Karenina, Tolstoy’un bitmiş eserleri içinde en yetkin olanıdır. Savaş ve Barış’ta sanırım, daha büyük şeyler amaçladı ama yapamadı; ana kahramanlardan biri olan Napoleon’un oturmadığını görüyoruz. Anna Karenina’da ise bütün kahramanlar ya da neredeyse hepsi yerli yerindedir; Tolstoy’un sanatsal dehası bu eserde doruk noktasına, soğukkanlılığın zirvesine, tasarıyla gerçekleştirme arasındaki nihai dengeye ulaşmıştır. Daha güçlü olduğu zamanlar oldu ama böyle bir mükemmelliğe hiçbir zaman ulaşamadı, ne öncesinde ne sonrasında.” NOT: Bu incelemeyi yazarken özellikle
Anna Karenina'nın Gerçek Hikayesi
Anna Karenina'nın Gerçek Hikayesi
kitabından faydalandığımı belirtmek isterim. Anna Karenina’nın yazım sürecinden, Tolstoy’un en önemli karakterlerin her birinin prototipini nasıl seçtiğine dair ve ilk yazdığı taslaktan itibaren son haline varıncaya dek neleri değiştirdiğine kadar her türlü detayı, en teferruatlı şekilde bu kitapta bulabileceğinizi belirtmek isterim.
Pavel Basinski
Pavel Basinski
bu kitabıyla 2022 yılında Rusya’nın en prestijli ödüllerinden Bolşaya Kiniga ödülünü almıştır.
Anna Karenina
Anna KareninaLev Tolstoy · Türkiye İş Bankası Yayınları · 202342,5bin okunma
··
2.471 görüntüleme
M. G. okurunun profil resmi
Ellerinize emeğinize sağlık olsun, şahane bir inceleme olmuş. Kendi aile yaşantısını konu alan en azından benzerini yazsaydı yazar nasıl bir roman çıkardı acaba? (Hep merak etmişimdir.) Eşi benzeri olmayan bir yazar, tarihe adını yazdırmış buna diyecek sözüm yok kesinlikle. İnsan olarak ve karakter olarak sağdan soldan bilgi kırıntılarına dayanarak çok sevdiğim biri değil maalesef. Önemli mi? Tabii ki değil, sonuçta kitaplarını okuyoruz.
Esas Adam okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, değerli yorumunuz için. Aslında kendi aile yaşantısından yansıttığı pek çok şeyi bu romanda görüyoruz. Mesela, Tolstoy'un kız kardeşinin başına gelen aldatma olayı neredeyse bire bir Dolli karakteriyle benzerdir. Hatta, Tolstoy'un kız kardeşiyle kocasını barıştırmak için arabuluculuk yapmasıyla, Anna'nın Stiva'yla karısınının arasını düzeltmesi için Moskova'ya gitmesi gibi detaylar, ayrıca Levin karakterinin otobiyografik unsurlar taşıması, yazarın hayatı ve roman arasında bağlantı kurulduğu zaman okura daha farklı bir bakış açısı sunmaktadır. Bu arada, aldığım notların hepsini incelemeye henüz ekleyemedim. Ama en kısa zamanda güncelleyeceğim.
2 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.