Yanlış yoldayız ama bu kadar da geldik yaİlk olarak gerçek hayatta bu kitabın içindeki herhangi bi yazarın ne psikolojisine ne de kendisine asla kefil olmayacağımı söylemek istiyorum. Bu hikayeleri yazan biri kişisel hayatında neler yapar valla emin olamıyorum.
Bu olayı geçersek sırada kitabın içindeki hikayelerin benim gözümde sıralamaları var. Bazılarını çok sevdim ve daha yüzlerce sayfa olsa okurdum. Ama bazıları gerçekten tüyler üpertici ve bitsin diye sayfa saydım resmen. Listemin son hali şu şekilde:
1-pythia(Olivie Blake)
2-ontografi profesörü(Helen Grant)
3-tavşan ve tazı(Kelly Andrew)
4-phobos(Tori Bovalino)
5-bertiede haftasonu(M. L. Rio)
6-dört cenaze(David Bell)
7-müzik(Phoebe Wynne)
8-x evi(J. T. Ellison)
9-izin(James Tate Hill)
10- bilinmeyen hazlar(Susie Yang)
11-tahribat(Layne Fargo)
12-1000 gemi(Kate Weinberg)
Şimdi hepsiyle ilgili kısa kısa fikrimi belirtmek istiyorum.
Pythiayla başlayacak olursam, bunu ilk okuduğum sıra rs sınırlarındaydım ve ona rağmen hikayeye başlar başlamaz çok sardı. Olivienin atlas altılısı kitabını da çok seviyodum o yüzden bunun içinde baya beklentim vardı. Boşa çıkarmadı saolsun. Ha bi de Teknomanserlik olayı çok hoşuma gitti, eğer bunun üniversitesine nerden başvuruşduğunu bilen varsa bana ulaşsın lütfen.
Ontografi profesörü ise daha çok verdiği okuma zevki yüzünden 2.sırayı alıyo. Helen grantın başka kitabı var mı bilmiyorum ama bundan sonra kesinlikle bakıcam. Tam sevdiğim tür gerilim-historical karışımı bi hikayeydi. Bunu da pythiayla beraber yüzlerce sayfa olsa okunur katagorisine koyuyorum.(kesinlikle sarışın mavi gözlü ama frankenstein kurbanı olan adamla alakalı değil ikinci sıraya koymam)
Tavşan ve tazı da başrol karakterle beraber benim de aklımı karıştıran ve yine okuma zevki veren bi hikayeydi. Bittiğinde durup bi 5 dakika kendimi sorguladım(akıl sağlığımı daha doğrusu)
Phobos adından da belli olacağı üzere biraz daha korkuya yakın hisler uyandıran bi hikayeydi. Sonunu tahmin ettiğimi düşünmüştüm ama baya BAYA yanılmışım ve bu çok hoşuma gitti. Tamam bu sonun hoşuma gitmesi biraz garip olabilir ama okuması çok keyifliydi(tekrar dicem, etik algım yok oldu)
Bertiede haftasonundan ne anladığımı bende bilmiyorum. Yani bi şeyler oldu ama ne karakterler tam olayın ciddiyetinin farkına vardı ne de ben. Bunu okurken ölüm gözüme o kadar basit bi şeymiş gibi geldi ki, kendimi bi sorguladım şahsen. Tanıdığım birini evinde ölü bulsam ambulansı mı ararım yoksa parasına mı konarım? Şey, cevap benim için artık biraz şüpheli.
Dört cenazeyi okuduktan sonra bu kitabın yazarları hakkında daha çok düşünmeye başladım. Acaba bu yazdıkları kendi hayatlarını etkiliyo mu ya da zaten işledikleri cinayetleri mi yazdılar? Giderek bütün polisiye ve cinayet romanları içinde aynısını düşünmeye başladım. Günün birinde herhangi bi yazarın katil olduğunu öğrensek, diğer kitaplarına aynı gözle bakmaya devam edebilir miyiz yoksa onları da gelecekteki cinayetleri için pusula olarak mı görürüz? Harbiden overthink konusuydu o gece benim için.
Müzik sonunu gayet de tahmin edebildiğim ama yazım dili ve karakterin iç dünyası bakımından en sevdiğim hikayelerden biri oldu. Bu tür psikopatların iç dünyasını okumak çok garip hissettiriyo evet ama yazarın tarzı hoşuma gitti.
X evi de aynı şekilde gidişatı tahmin edebildiğim basit bi öyküydü bence. Kafamdaki senaryo bi tık daha karanlıktı tabi ama bu da idare ederdi. 8.sırada olmasının asıl nedeni kalan dörtlünün bundan daha beter olması.
İzin de pek bi amacı olmayan ortada başlayan ortada biten bi hikaye gibi geldi bana. Sanki son bi kaç paragraf eksikmiş gibi. Gökkuşağının altında buluşma olayında biraz şok oldum evet ama sonunun nasıl bağlandığı kafamda oturmadı benim ya.
Bilinmeyen hazları 10.sıraya koymak biraz garip çünkü aslında koymak istemiyorum. Diğer hikayelere kıyasla daha az iyi ama aşırı damarıma bastı yazar benim. Merak duygumu öyle bi tetikledi ki kendime sinir oldum. Gerçek bile olmayan karakterlerin özel hayatını takıntı yapmama çok az kalmıştı. Bu eğer 300 sayfalık falan bi kitap olsaydı geçmiş olsun yani. Beni fazla etkiledi, hiç hoş değil.
Tahribatın ana karakteri aldatan sevgilisinden intikam almak için ruh çağırma numarası yapan (bunun için de aldatıldığı kadınla iş birliği yaptı) bi kadın. Aklımda bulunsun eğer böyle bi duruma düşersem iyi fikirmiş. Ama yine diğer hikayelere göre yazım dili olsun konusu olsun basit kaçıyodu, o yüzden 11 gayet ideal.
1000 gemi ise bu kitapta en anlamlandıramadığım hikaye oldu. E tamam metres olduğun profesörü dekana şikayet edip şantaj yaptın da napalım alkış mı tutalım? Sanırım kitaptaki ilk hikaye olduğundan etik algım daha bozulmamıştı o yüzden gayet de bilinçli olarak sevmedim hikayeyi. İşin ironik tarafı yazar bunu normal kitap olarak yazmış galiba o_o. Hayır yani o kadar mükemmel hikayenin arasında bu mu uzatıldı sadece, gerçekten mi ya??
Evet bütün hikayelerle ilgili içimi döktüğüme göre genel kitap hakkında bi şeyler demek istiyorum. Dark academia tecrübem çok fazla yok ama bundan sonra olucak sanırım. Türün mantığını az çok anladım ve etiğe bu türde gerek olmadığını çıkardım sonuç olarak. Baya baya sınırsız bi tür sanırım bu. Olayı ve tehlikesi de burda, çünkü kendimi kaptırdığımda gerçekten normal/anormal algımı kaybediyodum az kalsın. Bi daha bu tür okuyarak bu riski alıcam mı? Kesinlikle evet. Hayatımda eksik olan tek şey buymuş gibi hissediyorum. Eğer kötü olsaydıkı okumayı baya zamandır erteliyodum. Galiba onu okuma listemde daha ilerilere çekicem.