Jack London’un okumuş olduğum 6. kitabı, ancak bunun okumuş olduğum ilk hikaye kitabı olduğunu belirtmek isterim. Romanları ayrı, hikayeleri ayrı bir güzel ya. Bir şeyler yazabilmek için insanın önce anlatacak şeyleri olmalı sözü vardır ya; yazar bu hikayelerini gerçekten yaşayarak yazmış. Okurken bu kadar da olur mu diye çok söylendim ancak oluyormuş.
Bunu yazarın şöyle bir anısıyla desteklemek isterim;
“Jack London, California Üniversitesinde yazarlık kurslarına devam ederken, yazdığı öykü denemelerini gerçek yaşamda rastlanmayacak derecede vahşi sahnelerle dolu diye eleştiren profesörüne, “Bütün bunları gördüm ve yaşadım,” diye cevap vermiş”.
Gerçi okurken ben de o ormanların içinde, kuzeyin soğuk ikliminde, kurtlarla, ayılarla beraberdim ve gerçekten “donmak” kelimesini bizzat yaşadım diyebilirim. İnsanın doğa karşısında ki acizliğini de çok net görmüş oldum. Gerçi çoğu insan farkında değil bu durumun ve bilinçsizce zarar veriyoruz; ancak zamanı gelecek ve doğa öcünü bir şekilde alacaktır. Genel olarak öykülere ısınamamış biriyim ancak gerçek hayatın içinden olunca herhalde başka geliyor. Yazar vahşi doğayı muhteşem bir şekilde betimlemiş.
Ateş yakmak hikayesi aslında yaşamın da kendisi. Ateş yakmak kavramı şu an için belki hiçbir şey ifade etmeyebilir ancak kuzeyin o dondurucu soğuğunda ne anlama geldiğini bu hikayeyi okuduktan sonra anlayabiliyorsunuz. Yaşam da böyle değil mi? Normal bir şekilde giderken hiçbir şeyin farkında olamıyoruz ancak zorlu durumlarla karşı karşıya kaldığımızda bazı şeylerin farkına varabiliyoruz. Diğer hikayelerde de aynı duyguları yaşadığımı ifade etmeliyim.
40 yaşında hayata veda etmiş bir adamın bu kadar kısa sürede onca şey görüp, bunları kitaplara aktarması gerçekten muazzam bir olay. Hayran olmamak elde değil.