Orhan Pamuk, belgeselde de denildiği gibi bir kentin izindeki romancı. Ne kadar güzel kelime değil mi romancı? Roman sanatını yapan sanatçılara bana göre "yazar" kelimesinden daha çok yakışan bir kelime. İkisi de aslında aynı manaya gelse de romancı demek “yazar” kelimesinden daha bir güzel, daha bir anlamlı gelmektedir bana. Ya Orhan Pamuk gibi kitap yazmak, yazar olmak değil de roman sanatı demek? Yine daha bir güzel, daha bir anlamlı, roman okumayı sevenlere tebessüm ettirebilen bir tanım. Roman sanatı, yazanını da okuyanını da çocukluk ile yetişkinlik arasındaki tüm lezzetleri tattırabilen, yaşattırabilen bir sanat hiç şüphesiz.. Pamuk’un dediği gibi romanlar okunurken ve daha çok yazılırken içlerine mutlulukla girdiğimiz yeni dünyalardır. Romancıların kurmak istedikleri hayalleri kolaylıkla taşısınlar diye belki de bir çocukluk ile, çocukluğun bir şeye olan sevgisi, aşkı ve bağı ile şekillenen dünyalardır. Romancılar, romanlarında kendisini bir başkası olarak okutabilirken, bizi de sanki bir başkasıymış gibi okutur ve başkalarının yerine koydurabilir, o kurulan hayallerin aslında bizlerin de bir hayali olduğunu hissederiz.
Bir romancı düşünün ki kazanabileceği tüm ödülleri kazanmış olsun; ama o romancı da bir röportajında da en büyük üzüntülerinden birinin artık ülkesinde yaşayamamak olduğunu söylesin. Aslında ne kadar kötü ve acı bir şey değil mi? Böyle bir yazarımız var ama kimi çevreler tarafından topa tutulmak isteniliyor ve aldığı ödüller, ödül konuşmalarının ise televizyonlarda boy boy görebilmek yerine, haberdar olabilmek yerine sadece kitaplardan okuyabiliyoruz. Edebiyat severiz, kitap okuruz ama kaçımız Orhan Pamuk’un Nobel konuşmasından haberdarız diye de sorsak pek tatmin edici cevaplar da alamayız. Veya aldığı diğer büyük ödüllerin sonrasında yaptığı konuşmalardan hangisinden haberdarız ki? Orhan Pamuk’un kitap içindeki dediği şu söz ise kesinlikle çok doğru, “İnsan toplulukları, kabileler, milletler edebiyatlarını önemsedikleri, yazarlarına kulak verdikleri ölçüde zekileşir, zenginleşir ve yükselirler; ve hepimizin bildiği gibi, kitap yakmalar, yazarları aşağılamalar milletler için karanlık ve akılsız zamanların habercisidir.” Neyse bu da bizlerin başka bir ayıbı olsun.
Kazandığı büyük ödüllerin, başta Nobel Edebiyat Ödül’ü olmak üzere yaptığı konuşmaların olduğu ve bu konuşmaların kitaplaştırılmış hâli Babamın Bavulu. Babamın Bavulu isimli yazısı da, gerçekte olan konuşması da bana göre en güzeli, en içten olanı hatta sıcak bir hikâye gibi olanı. Filmlerde filan görürüz ya, ya da güzel bir romanda okuruz böyle bir babayı. İşte hayatı, yaşadıkları ve zevkleri babadan oğula geçer, oğlunu baba baskısı ile değil de babalığı ile bu konularda yönlendirir ve hayatına vereceği yönde de etki eder, böyle sıcak, hikâye gibi gözlerimizde canlandırabileceğimiz bir konuşma Babamın Bavulu. Eminim okuyan herkes Pamuk’un babasının bavulundan, uzun zamanlarca açılmayıp beklemesinden, oluşan hislerden güzel bir roman çıkacağını düşünür, düşünmenin yanında da Pamuk’un kaleminden okumak ister. Ve emim ki babasının bavulunun Orhan Pamuk’un hayal gücüne yaptığı etkisi ise okurlarını duygulandıracak cinsten. Bununla beraber Pamuk kitap içinde olan konuşmalarında detaylıca romandan, roman sanatından da bahsediyor. Roman sanatından, roman yazmaktan bahsederken içindeki çocukluğunun dışarı vurması, bir etkisi olarak görüyor. Pamuk’un bu çocuksuluğunu anlamak için Nobel ödülünde ismi açıklanmadan önceki yüz ifadesine, bakışlarına bakmanız yeterlidir. Pamuk, konuşmalarında ayrıyeten siyasetten, Türkiye ve AB ilişkilerinden, bu süreçte içinde oluşan görüşlerinden de bahsediyor. Okuduğu ve etkisinde kaldığı eserleri ve romancıları da yorumluyor. AB ve Türkiye ilişkileri sürecinde ise bir romancı olarak ekstradan iki taraf için de yapmaları gerekenleri kendi görüşleri üzerinden belirtiyor. Kitabın en güzel kısımları ise babasının kütüphanesini anlatması ve Kafka’nın böceği hakkında konuşmasıydı.