Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

204 syf.
3/10 puan verdi
·
1 saatte okudu
(Spoiler içerebilir) Orhan Pamuk'un okuduğum yedinci kitabı Kırmızı Saçlı Kadın... Buradan da anlaşılabileceği gibi Orhan Pamuk kitaplarına karşı her zaman sıcak bir ilgi besliyorum. Ancak Kırmızı Saçlı Kadın maalesef benim için tam bir hayalkırıklığı oldu... Kitaba geçmeden önce henüz Orhan Pamuk'la tanışmayanlar için küçük bir tavsiyede bulunmak isterim; Orhan Pamuk kitaplarını kronolojik olarak yeniden eskiye doğru değil de, eskiden yeniye doğru okumaya çalışın. Çünkü, Nobel öncesi kitaplarla Nobel sonrası kitaplar arasında bana göre çok ciddi bir nitelik farkı var. Özellikle bu kitap benim bildiğim, hem kendi geçmişine hem de ülkenin geçmişine muazzam yolculuklar yapan, oradan topladıklarını harika bir üslupla kelimelere döken, insanın iç dünyasını, psikolojisini bir ayna gibi yansıtan Orhan Pamuk'un kendi özgür dünyasından çıkmış bir kitap gibi gelmedi bana... Bir insana ısrarla 'sana sarı renk çok yakışıyor' derseniz, o insan gittiği her ortamda yerli yersiz sarı renkte birşeyler takıştıracaktır üzerine. Bir yerden sonra görev gibi gelecektir sarı giyinmek... Üzerine yapışacaktır. Orhan Pamuk'a da tüm dünya 'sen çok iyi doğu-batı sentezi kuruyorsun, doğu ile batı arasında adeta bir köprü gibisin' diye sürekli bir telkinde bulunduğu için, hatta sırf bu yüzden bir de Nobel verdiği için, o da artık iki paragraf dergi yazısı da yazsa kendini doğu-batı köprüsü olarak konumlandırma zorunluluğu hissediyor. Ancak ben işin bu tarafını da yine bir yere kadar anlayabiliyorum... Peki bu kitabı neden sevmedim? Öncelikle kitap klasik bir Orhan Pamuk kitabı gibi başlıyor. Kuyucu ve çırağının ilk temasını ve sonrasını anlatan sayfalar karakterlerin işlenişiyle, detaylarıyla, dili ve üslubuyla bütün Orhan Pamuk karakteristiğini taşıyor içinde... İşte bu noktada, az önce bahsettiğim kaygılar bir virüs gibi giriyor işin içine... Eğer Orhan Pamuk bu kitabı 20 sene önce yazıyor olsaydı, o küçük kasabada, sıradan insanların sıradan hikayesiyle yetinir, o hikayeyi kendine has diliyle bambaşka bir şekle sokabilirdi. Oysa şimdi, kendisi tescilli bir Doğu-Batı köprüsü olduğu için hemen sarı kıyafetini üzerine geçiriyor ve biri doğudan diğeri batıdan iki tane efsaneyi alıp hikayenin tam ortasına zorlama bir şekilde bırakıveriyor... Bununla da kalmıyor, biz daha bu efsanelerin nereden, hangi amaçla geldiğini anlamadan üzerine bir de ikinci daimi misyonu olan 'Doğu-Batı arasına sıkışmış Türk insanının bocalaması' şapkasını takıp o naif kuyucu çırağından bir anda 'Yeni Türkiye' müteahhitliğine evrilmiş bir adam çıkarıyor karşımıza... Günümüzde her köşe başında, her tv ekranında, her gazete sayfasında karşımıza çıkan ve gördüğümüz yerde koşar adım kaçmaya çalıştığımız, düzene ve iktidara sırtını dayayıp kısa yoldan zengin olmuş müteahhit tipolojisi bir anda Orhan Pamuk kitabının baş karakteri oluveriyor... Ama bu arkadaşımız, diğer müteahhitler gibi bütün gün ofisinde A Haber seyredip hafta sonları Başakşehir maçına veya Uğur Işılak konserine gitmek yerine evinde karısıyla oturup fasikül fasikül Oidipus ve Şehname efsanelerini okuyor... Ne kadar gerçekçi öyle değil mi? Şimdi diyeceksiniz ki, bir saattir yazıyorsun bir kez bile Kırmızı Saçlı Kadın demedin... Kimdir bu kadın, hikayenin neresindedir? Neyse ki Orhan Pamuk, Kırmızı Saçlı Kadın'ı herhangi bir kaygıya kapılmadan, kendi halinde, özgür bırakmayı tercih etmiş. O da kitap boyunca kimseye bulaşmadan kendi dilediğince kafasına göre takılmış... Hem saç rengiyle, hem tarzıyla, hem de yaşadıklarıyla sanki bu kitaba ait değilmiş gibi... Herkese keyifli okumalar...
Kırmızı Saçlı Kadın
Kırmızı Saçlı KadınOrhan Pamuk · Yapı Kredi Yayınları · 201950,5bin okunma
··
877 görüntüleme
Metin T. okurunun profil resmi
Değerli Necip Bey, incelemenizi okumuştum ama vakitsizlikten bir yorum yazamamıştım. Kitaba dair spoiler vermeden bir şeyler yazacak olursam.Ben OP’u Türk edebiyatını sıkıştığı yerden çıkardığı için severim. Cumhuriyetin daha ilk yıllarında Sosyalist gerçekçilerin eliyle tıkıldığı çıkmaz sokaktan kurtardığı için severim. Bunu daha önce de deneyenler oldu elbette. Yazar olarak bir Tanpınar, bir O.Atay. Ama güçleri yetmedi. Üstlerinden buldozerden beter bir şey geçti. Sükût suikastı. Çünkü onların amacı kah bir küçük burjuvayı kah yıllarca doğu-batı cenderesi altında kalmış bir insanı anlatmaktı. Onlar, hayat muammasının biricik anahtarı bilim mi ki, ideoloji batağına düşelim diyorlardı. Bunu OP başardı. Edebiyatımızı ben OP’den önce ve sonra olarak görüyorum. Batıda öyle bir algı oluşmuştu ki, Doğuluları eksik akıllı sanılıyordu. Jack London mesela. Unparalelled Invasion (eşi görülmemiş istila) adlı bu kurgu-bilim hikayesinde, uzak bir gelecekte çevresindeki kolonileri işgale girişen Çin'e karşı, beyazların büyük zaferini aktarmaktadır büyük bir keyifle. Gerçi bu büyük zafer, insanlık tarihinin görmediği çapta bir katliamdır (biyolojik silahlarla Çinlilerin kökü kurutulur batılılar tarafından). Bu hikâyeyi 1903 yılında kaleme almıştır yazar. Siz bir de Batı’daki halkı düşünün. Doğuluları maymundan biraz hallice gördüler. Aklımızı kullanınca vahşi barbarları kafesledik diye düşünüyorlardı. Maalesef, 1905 Rus-Japon savaşına kadar sürdü bu böyle. Maymunların (Japon) düşünebildiklerini, teknoloji yaratabilecek akılları olduğunu anlattı o savaş onlara. Acı olan Doğulu saplantılı aydınların kendi kültürlerini yok saymaları. Bilmiyorlar ki Goethe kötü bir Hafız taklidinden başka bir şey değildir ve Hafız okunmadan eksik kalır Goethe okumaları. Kitapta bol bol işlenen baba cinayeti aslında insanlığın ortak kültürüdür. (Destan anlamında) OP bu eserinde Doğu-Batı köprülüğü asla yapmıyor. Doğuda da var diyor. Hatta ilk kitaplarındaki utangaçlığını da atmış üstünden. Duymadınız değil mi Rüstem ve Sohrab’ı, var ama. Buyurun öğrenin diyor. Kırmızı Saçlı Kadın oğluyla var evet. Çünkü o geçmişte yaşıyor. Kendisini nasıl ifade ettiğine dikkat çekmek isterim. Kim (ideoloji yine) olduğunu hatırlayın lütfen ))) Kaleminize sağlık.
Necip G. okurunun profil resmi
Metin Bey, vakit ayırıp değerli yorumlarınızı paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Birikimlerinizden sürekli yeni şeyler öğreniyoruz ki, bu benim nazarımda gerçek bir kazanım ve zenginlik... Gözden birşey kaçmasın diye art arda iki defa okudum yorumunuzu. Aramızdaki kuşak farkı itibariyle sizin Orhan Pamuk'a bakış açınız ve edebiyatımızda konumlandırdığınız yer önemli ve dikkat çekici. Çünkü benim kuşağım 100 temel eseri bitirip de bir üst basamağa adım attığımızda karşımızda sadece Orhan Pamuk vardı diyebilirim. Tek olmasa da baskın olan oydu. 'Anlaşılmayan kitaplar' yazmakla nam salmıştı:) Ancak ilk kitabını alıp okuduğumda durumun en azından benim açımdan öyle olmadığını gördüm ve gerçekten etkilendim. Benim Adım Kırmızı'nın zihnimde bıraktığı iz çok özeldir ve hep o şekilde kalacaktır muhtemelen. Çok da uzatmadan bir konuyu biraz daha detaylandırmam gerektiğini düşünüyorum. Şu Doğu-Batı meselesini... Evet Orhan Pamuk, Doğu ile Batı kültürü arasında köprü kurabilen bir yazar ve bu bir sorun olmadığı gibi sizin de ifade ettiğiniz gibi aslında kendi içinde bir başarı hikayesi... Ancak burada 'Doğu-Batı arasında köprü olmak' kavramını da biraz daha açmak gerekiyor. İki kültür arasında köprü olmak için mutlaka iki tarafa da dokunmak mı gerekiyor? Yani sadece Doğu'da kalarak da bu köprüyü kurmak mümkün değil mi? Mesela aklıma ilk olarak Nuri Bilge Ceylan filmleri geliyor... Doğu'da kalarak bu köprüyü kurmayı başarmış değerli bir yönetmen ve her filminde bunun arkasında durarak, hatta bir doz daha arttırarak filmlerini çekmeye ve dünyaya izletmeye devam ediyor. İşte benim açımdan sıkıntı bu noktada kendini gösteriyor. Orhan Pamuk, Doğu'yu yazarak, hem de çok güzel yazarak haklı olarak kazandığı bu misyona neden şimdi Batı sosu ekleme ihtiyacı hissediyor? Benim Adım Kırmızı'da, Sessiz Ev'de, Cevdet Bey ve Oğulları'nda ve Kar'da eksik olan neydi ki, şimdi onu tamamlamaya çalışıyor? Mesela Amin Maalouf, Necib Mahfuz (edebiyat dışından Ali Şeriati, Muhammed İkbal) gibi Doğu'da kalıp Batı'yla köprü kurabilmiş yazarlar neden böyle bir değişime ihtiyaç duymamışlar? İncelemede yazmıştım tekrar olacak ama, eğer Orhan Pamuk bu kitabı 20 sene önce yazsaydı bence o kuyucu çırağından bir Yeni Türkiye müteahhiti çıkarmazdı. Şehname'yi küçük küçük işlerdi öyküsüne ama hemen yanına bir Oidipus sıkıştırmazdı. Tabii bunlar çok kişisel düşünceler Metin Bey, dediğim gibi tamamıyla zihnimdeki Orhan Pamuk algısından ortaya çıkan dağınık düşünceler... Ben 2002 yılında Kar romanını elime aldığımda bir hafta Kars'ta yaşamıştım. Hayatımda hiç Kars'a gitmedim ama biri sorsa çok rahat gittim derim herhalde... Çünkü o kitap beni Kars'a götürmeyi başarmıştı. Sadece beni değil, pek çok 'Batı'lıyı da götürmeyi başarmıştı... Kırmızı Saçlı Kadın'da ise nereye gittiğimi kestiremedim. Karşımdaki karakterleri anlayamadım. Naif kuyucu çırağıyla onun büyümüş hali Yeni türkiye müteahhitini bütünleyemedim kafamda. Orhan Pamuk'un kaygılarını, köprünün bacaklarını kurarken yaşadığı bocalamayı birebir ben de yaşadım... Gerçi siz ilk kitaplarındaki utangaçlığını atmış üzerinden demişsiniz ama ben o dönemi daha özgür ve kendi olmaktan kaynaklanan bir mahcubiyet olarak algılıyorum sanırım... Sizin de kaleminize sağlık Metin Bey... Saygılarımla...
6 sonraki yanıtı göster
Deniz okurunun profil resmi
Kitap üzerine değişik bir yorum olmuş.. Benim incelemem çok daha farklı oldu.Bence sorun kitabın kısa olmasından kaynaklı yetiştirememiş reytingi düşmüş hemen final yapmış bir dizi gibi yoksa Orhan Pamuk aynı yazmış sonlara doğru biraz zorlama olduğuna katılıyorum başı mükemmel ama.
Necip G. okurunun profil resmi
Evet Ayşe Hanım ben de dediğim gibi kitabın giriş bölümünü daha çok sevdim. Devamındaki kopukluğun nedenlerini de kendime göre ifade etmeye çalıştım. Bazı yazarlar ün kazandıkça, uluslararası ödüller aldıkça, dünya çapında tanındıkça yazarlık özgürlüğünden bazı fireler verip daha çok beklentileri karşılamaya çalışıyorlar. Bu sadece Pamuk için değil pek çok yabancı yazar için de geçerli olabilen bir durum... Ayrıca yaptığım tüm gözlemler sonucunda bir konuya daha değinmek isterim ki; bu kitap kadın okurlarla erkek okurlar arasında genelde farklı bir etki bırakıyor. Kadın okurlar çok daha beğenip sahipleniyor bu kitabı. Bunun nedenini de tam olarak çözebilmiş değilim :) O yüzden farklı bakış açıları çıkıyor ortaya... Bu da fikir zenginliği yaratıyor doğal olarak... Keyifli okumalar dilerim...
Elif Nur Bngl okurunun profil resmi
Peki hiç Orhan pamuk okumamış biri olarak hangisiyle başlamamı tavsiye edersiniz?
Necip G. okurunun profil resmi
Ben başlangıç için genelde Sessiz Ev’i öneririm. Başyapıtları ise Kara Kitap ve Benim Adım Kırmızı’dır. Eğer bunlardan biriyle başlamak isterseniz de Benim Adım Kırmızı’yı öneririm... Keyifli okumalar Elif Hanım...
Elif Nur Bngl okurunun profil resmi
Teşekkür ediyorum sizede 😊
Roquentin okurunun profil resmi
Açıkcası ben de yayınevi değiştikten sonra yeni yayınevine bir kitap yaz dediklerini ve elinde ilk yazı zamanlarindan kalma bu taslağı verdiğini düşünüyorum . Orhan pamuk her karakterin olayın içini doldurur bunda senin de dediğin gibi çok eksikler tamamlanmamisliklar var.
Necip G. okurunun profil resmi
Haklısın, işin yayınevi boyutu da olabilir. Özellikle bu tip transferlerde genellikle ilk kitaplar sorunlu oluyor. Yine de genel anlamda Kar'dan sonra bir bocalama gözlemliyorum ben. Farklı kaygılar girdi işin içine ve bu kaygılar onu sınırlıyor. Yeniden bir Kara Kitap veya Benim Adım Kırmızı yazabilecek mi çok merak ediyorum:)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.