Gönderi

 "İclâl gidiyor. İşte, Vediacığım, sevmesini bunlar biliyorlar. Susarak sevmesini. Erkek susar, kadın da. " Beni seviyor musun?"lar yok. "Daha az mı çok mu?"lar yok. Maziden ve istikbalden şüpheler yok . Emniyet yüzde yüz. Fedakârlık bitirmiş. "Ben seninim sen benimsin. "O kadar: "Sözlüyüm" diyorlar. Bitti. İki taraf da ölünceye kadar öteki için parçalanmayı göze alıyor. Sessiz. Aşk mektupları, sitemler ve tehditler yok. Mutfakta bir tıkırtı. İclâl, Mustafa'sının çorbasını pişiriyor. Hep onu düşünüyor. Yirmi sene, elli sene hep onu düşünecek. Mustafa eşikte görünüyor. Sessiz. Dil dökmüyor. Dil olmayan yerde yalan olur mu? Onun bir İclâl'i var. Dünya o. Mağrur, susuyor. Vazife saati. İcâl daha çorbayı pişirmedi. Ne ciddiyet!...    "Sevmesini bunlar biliyorlar. Bunlar olmasa dünya ne kadar tenha ve hazin olur. Anladın mı Vedia Hanım? Günde on defa Chopin çalsan bunu onlar kadar anlayamazsın.    "Bizim aşklarımız tam sevgi olmadığı için, mânilere rastladığı için, taşlara çarpan su gibi kabarıyor, sıçrıyor, dağılıyor, gideceği yere rahat gidemiyor. Bütün tereddütlerimiz, şüphelerimiz, korkularımız, itimatsızlıklarımız , küçük görüşlerimiz, kendimize göre güvenemeyişlerimiz, iç çekişmelerimiz, öfkelerimiz, isyanlarımız, hepsi, hepsi. aşkımızın tam olmamasından, yolunu bulamamasından. Bizimkisi aşk değil, aşk hastalığı; onlarınki aşk hastalığı değil, aşk."    Orhan birdenbire defteri kapadı ve hastanın karyolasına baktı. Vedia uyuyordu. İniltileri azalmıştı.    Onun yüzünü yakından görmek isteyen Orhan, yerinden kalktı, yatağa yaklaştı ve üstüne eğildi. Vedia'nın başı sol tarafa doğru kaymıştı. Saçlarının terden ıslanarak birbirine yapışmış telleri sağ yanağının üstüne doğru uzanıyor, ona bahçede ip atladığı için terlemiş ve hemen yatağına girerek uyumuş genç bir kız çocuğunun mâsum, hırçın ve samimi portresini veriyordu. Yalnız dudağının kenarından çenesine kadar uzanan keskin bir çizgi hastalıklara gösterdiği mukavemetleri hulâsa ederek yüzünün gençliğine ansızın hudut çiziyordu. Orhan dudaklarını Vedia'nın  hummalı yanağı üstüne koydu. ve bir müddet, öylece kaldı.    Sonra doğruldu. Kızda hiçbir hareket yoktu. Orhan birdenbire onu uyandırmak, yatağın içinde oturarak kollarının arasına almak ve gözlerinin içine bakarak, bütün ruhunu bir kelime ile boşaltır gibi "Vedia!" diye bağırmak istiyordu. "Vedia! Kalk! Uyan, Vedia, uyan, kalk ruhum, biz de onlar gibi sevişeceğiz, kalk, onlar gibi sessiz, onlar gibi arızasız ve macerasız, onlar gibi romansız... Mustafa ile İclâl için yazdıklarını bütün ömrümde unutmayacağım, Vedia, o satırlarla aşkı sen keşfetmiş oluyorsun. Ruhum, on bin senedir bilinmeyen şeyi sen anlıyorsun. Bu bir keşiftir, Vedia, dünyanın keşfi kadar büyük bir keşiftir. Kalk. Bu keşfi yapan insan böyle yatıp kalmamalıdır. Sevilmeğe o herkesten fazla lâyıktır. Uyan, sevgilim, uyan, yoksa öleceğim.
Sayfa 396
··
10 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.