Gönderi

İsmet Özel'in "Millet" ve "Milliyetçilik" Hakkındaki Görüşleri
"...Kısacası modern dünyanın oluşumuna beşiklik etmiş ve kapitalist gelişmeden nisbî olarak erken etkilenmiş toplumlarda son ikiyüz yılın olaylarıyla yoğurulmuş bir millet anlayışı vardır. Modern dünyanın hem sebebi, hem sonucu olan bu millet anlayışının belkemiğini toplumun kültürü ve iradesi arasındaki kaynaşma teşkil etmekte ve toplumun yönetimi bu kaynaşmadan etkilenerek belirginlik kazanmaktadır. Modern millete temel olan şey dil birliği değildir. İsviçre'de dört dil konuşulduğunu ve buna mukabil Britanya İmparatorluğu'nun parçalanması sonucunda doğmuş ABD, Avustralya gibi millet(!)lerin ortak bir dilleri olduğunu biliyoruz. İtalya'da herkesin İtalyanca konuşmasına rağmen mutlak bir dil birliği bulunmadığını da. Aynı şey din birliği için de bahis konusu. Avrupa ve ABD'de katolik veya protestanlık ne birleştiren ne de ayıran bir kültür unsuru olarak önem taşımıyor. Milletin temelini ırk birliğine dayamak da, bazı milletler bakımından gerçekle uyuşmuyor, bazı milletler bakımından da gerçekçi sayılmıyor. Sonuç olarak Avrupa'da millet anlayışının belirleyicisi olarak sadece refah seviyesi yani menfaat ortaklığı kalıyor. Menfaatini koruma dürtüsü her ferdi, her insan öbeğini, her meslekî topluluğu harekete geçirebildiği için her türlü organizasyonun önemi artıyor. Böylelikle hem iyi örgütlenen güçleniyor, hem de güçlenen iyi örgütleniyor. Toplumun kültürü para, toplumun iradesi parayı artırmak olunca toplum yönetimi paranın iktidarı şeklinde ortaya çıkabiliyor. Dünya sistemi dediğimiz yapı, bu iktidarın tezâhürü olarak etkinliğini bütün insan toplulukları üzerinde gösterebiliyor. Dünya sistemi menfaatini koruma dürtüsünü istismar ederek dünya üzerinde insanların birliğini sağlayacak bir oluşumu gerçekleştirmiş değil. Bilâkis insanları para esasına dayalı bir hiyerarşiye zorlayarak bölmüş ve her küçük farktan sistemin işleyişine yarayacak sonuçlar elde etmeye yönelmiştir. Sözgelimi, Avrupa Topluluğu bu topluluğu meydana getiren millî devletlerin tabanını teşkil eden insan öbeklerini homojen kılmaya değil, aralarındaki farkların üst tabakalardaki soyut kategorilere güç kazandıracak şekilde istismarına yönelmiştir. Dünya sistemi içinde ve dünya sistemine hizmet edecek şekilde oluşturulan birlikler onlara hücum edebilmek istendiğinde gözle görülüp, elle tutulamayacak bir gücün pekişmesine hız kazandırdığı gibi, sistem doğrultusunda imdat istendiğinde de her insanın muhtaç olduğu bir patrona elverişli araçları kazandırmaktadır. Yeryüzündeki devletler de dünya sisteminin birer birimi gibi çalışmadıkça günlük işleyişini bile temin edemeyen kuruluşlar durumuna düşürülmüşlerdir. Yani bir bakıma dünya sistemi dediğimiz şirketin şubeleri gibidirler... Bu şubeler hem bütünlüklerini korumak, hem de sisteme iyi hizmet sunabilmek için ideolojik bir kuruntuya yani milliyetçiliğe muhtaçtırlar. Milleti milliyetçiliğe bahane etmenin sonucu her zaman devlet güçlerinin çatışması yüzünden dünya sisteminin kârlı çıkmasına varmakta ve mahallî birimler bu zarardan kurtulmak için çaresiz kalmaktadırlar. Ticarî rekabet acımasız ve savaşlar çok kan dökülecek ölçüde kıyıcıdır. Çatışmalar milliyetçiliği beslemekte, milletleri yıpratmaktadır. Çünkü milliyetçilik, milletin kültürü ve iradesi arasındaki kaynaşmanın bir türevi olarak değil, millet üzerinde hükmünü yürüten organizasyonun soyut ideolojik zorlamalarının uzantısı olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü milliyetçilik modernleşmenin ister istemez kabul ettirdiği ve Avrupa'daki fikri ve siyasi olaylar yoğunluğundan nasibini almamış insan toplulukları üzerine salınmış tehdittir. Siyasî organizasyon bu tehditi hükmü altında tuttuğu insanlara, insan öbeklerine yöneltir, aynı siyasî organizasyon rakibi saydığı siyasî organizasyonu da bu tehdit karşısında bırakır. Millet kavramının milliyetçiliğe temel olacak şekilde modern kültürün bir uzantısı biçiminde anlamanın insanlığı getirdiği yer bugün yaşadığımız kaostur. Menfaat birliğinden başka tutamak bulunmayan, ama her türlü ideolojiyi kendine âlet kılabilecek birlikler gerçekte herbirini kıskıvrak bağlamış bulunan sisteme çalışmakta, onun değirmenine su taşımaktadır. Ama acaba dünya sistemi denilen değirmen rahat rahat dönüyor mu? Onun kendi açmazları yok mu? Esasen yeryüzündeki milletleri yaşama gücünden uzak tutmaya çabalayarak, devletleri hem çatışmaya, hem de kendine yaramayacak uzlaşmalara zorlayan dünya sisteminin açmazlarıdır. Dünya sistemi elinde tuttuğu iktisadî gücü eğer bir ülke veya ülkeler topluluğu bünyesinde koruyacak olursa pazar olarak yayılmama tehlikesi sebebiyle çökeceğinden korkuyor. Aynı dünya sistemi iktisadî gücünü yeryüzü ölçüsünde paylaşıma açacak olursa ortaya çıkacak yeni güç odaklarının merkezi devre dışına iteceğinden, tahmin edilemez gelişmeler sonucunda sistemin çökeceğinden korkuyor. Sistemin bu korkularını ciddiye almayan, bu korkulardan habersiz olan veya bilse bile kendi menfaat dürtüsünün gereğini yerine getiren "millî" unsurlar önlerinde sadece sistemin açtığı gelişme yollarının bulunduğunu kabul ediyorlar. Onlara göre insanlık iktisadiyatı, sosyal yapısı, siyasî örgütlenme biçimiyle bir yöne, bir açılıma doğru ilerlemektedir. Teknolojinin icbar ettiği bu gelişim süreci denetim altında tutulan ülkenin ağababalarını telaşa sürüklüyor. Önümüzdeki yıllarda bu konularda ilk fırsatları iyi değerlendiren milletler, devletler, kuruluş ve şirketler diğerlerine üstün olabilecektir. Böyle bir aldanış içinde içlerinde Türkiye'nin de bulunduğu nice devlet, nice millet kendilerine hayal-meyal gösterilen bu son trene yetişmeye çabalıyorlar. Bir çıkmazda ne kadar çok ilerlenirse, karşılaşılacak gerçeğin o derecede sert ve acımasız olacağı belli. Millet kavramına milliyetçiliğin hesabına ve modernleşmenin yararına verilen anlam yerini din birliğinin ve ümmet dayanışmasının gereği olan anlamla değiştirecekse çıkmazın sonuna varmadan dönmek mümkün olabilir. Yeryüzünde hangi toplum olursa olsun millet kavramına yeni bir anlam yükleme başarısını gösteren toplum olma gücünü gösterebilirse insanlık tarihinde yeni bir çağın açılmasına da öncülük etmiş olacaktır. Bu bakımdan Türkiye’nin büyük avantajları vardır. Hatta bugüne kadar dezavantaj gibi yaşanan birçok gelişim belirli bir hedef gözetilerek girişilecek çaba içinde büyük avantajlar durumuna dönüşebilir. Ama her şeyden önce Türkiye'de yaşayan insanların ilk millet olma iradesine sahip çıkıp, çıkmayacakları önem kazanmaktadır. Bunun ardından kendi kültürel zenginliklerinin neler olduğunu farkedip, etmeyecekleri gelir. Nihayet iradelerinin ve kültürlerinin kaynaşması ile doğacak düşüncenin kendi siyasî organizasyonlarında ne ölçüde yansıyabileceği önemlidir. Son trene binmeyi reddedecek iradeyi gösterenler, ilk millet olmaya yaraşan iradenin temsilcisi olabileceklerdir."
Çıdam Yayınları(Epub)Kitabı okudu
·
29 görüntüleme
Süha Murat Kahraman okurunun profil resmi
Metnin tamamı, Cuma Mektupları 2 kitabının "SON TREN İLK MİLLET" bölümünde yer almaktadır...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.