Gönderi

94 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 3 hours
Faruk Duman'ın yeni kitabı bir öykü kitabı değil, bir deneme kitabı. 43 bölümden oluşan kitabında Faruk Duman yazı nedir, yazar neden yazar ve edebiyatın amacı nedir, sorularının etrafında döne döne önümüze çok güzel düşünceler koyuyor. Duman'ın edebiyatı bir ormanda yaşayan imgelerden oluşuyor. Bir dil işçisi olarak yazarın bize gösterdiği, ya da işaret ettiği bütün imgeler, bütün gerçekler veya bütün hayalleriyle onların taşıyıcı, yüklenicisi olan kelimelerin tamamı bu ormanın inşası için gayret gösteriyor. Bu orman; hayvanların hayvan, insanların insan, ağaçların ağaç olduğu bir yer olabildiği gibi, her birisinin başka birşeye ya da kimseye de dönüşebildiği bir dil ormanı; seslerin, fısıltıların; avcıların ve avların birbirine karıştığı bir mekân burası. Yazarın kalemi gibi bu orman da iç içe geçmiş, birbirine dolaşan sakinleriyle bize hem gerçek olanı anımsatıyor hem de gerçek olmayanı düşündürüyor. Faruk Duman'ın son eseri işte bu anlamda onun dil ormanının tadına varabilmiş herkes için bir soluklanma arası gibi; oturup okunmuş olan bütün eserler, okunan bütün yazarlar ve her zaman hayatımızın bir parçası olan "neden edebiyat var?" sorusunun cevabını sindire sindire okumak ve anlayabilmek için bir vesile, bize uzanan bir şefkatli el, bir açıklama gayreti içeriyor. Kitabın başında, ilk bölümde önümüze bir düşünürün sözü çıkıyor: "yazmak, ölmek gibidir biraz". Sonra yazar ekliyor: "ama daha az yalnız ölmek". Kitabın tamamı bütün yan yolları ve diğer fikirlerle beraber aslında bu tema üzerinden sürüyor. Bir inşa gayretiyle yazan yazar kurduğu evreni savunur, bu savunma hem bir öz savunmadır, hem de kurulan dünyanın savunmasıdır, diyor Duman. Peki bu evren inşası nasıl başlar? Bir nesneyle. Duman bu noktada kendinden örnek veriyor: bulduğu bir konserve kutusunu atmayarak onu kendi haline bırakıyor, ondan kendi hikâyesini anlatmasını bekliyor ve bu sırada, o nesne başka birşeye dönüşüyor: yani yazarın inşa etmeye çalıştığı evrende bir başka şeye, şeylere işaret edecek bir vesileye, bir aracıya dönüşüyor: yani, Duman özelinde, onun ormanında bir ağaca, öldürmekle hayat bulan bir avcıya, ya da nesli tükenmiş bir parsa dönüşüyor. Yazmak ölmek gibiyse de biraz, "yazmanın ölüme direnmenin bir yolu olduğu önermesini de pek önemsememiş oluyor"uz biraz, oysa ölümle yazmak arasında bir bağlantı kurulabilir mi? Ölümle giden herkes, ve varolan herşey ve nesne aynı yazgıyı paylaşır: "yazılarımızı kendimizle birlikte sonsuz boşluğa armağan ederek bu dünyadan çekip gideriz". O halde "dünyanın canlı ya da cansız nesneleri üzerine kalıcı hesaplar yapmanın hiçbir anlamı yoktur", "asıl mesele, kalanlara güzel ölümle birlikte, belki onların da böyle bir ölümü tercih edeceklerini düşünerek bir nesne bırakmaktır". Yazar, yazmakla yaşamını sürdürmek arasındaki sıkı ilişkiyi devam ettirir. Onun yazmak dışında başka bir seçeneği yoktur, bu anlamda yazmak, " köşeye sıkışmış insanın tepkisidir". İşte bu yüzden yazar hikâye anlatır ya da dinler, bu onun için bir "kurtuluş yöntemi"dir: "Daha az yalnız ölmek için bundan daha iyi fırsat bulunamaz". Daha az yalnız ölmek için çabalarken aslında yazarın amacı " okurun daha güzel ölmesini sağlamaktır", çünkü "iyi bir okur, öldüğü zaman, aklının bir yerlerinde hep canlı cümleler bulur". O kelimelerin kaybolup gitmeyeceği kesin gibidir; zira "iyi edebiyat bozulmaz". "Okur, ölüm günü geldiğinde, Azrail gelip kapıyı çaldığında yalnızca kendi yaşamının görüntülerini izlemez. Meşhur film şeridinin içinden Anna Karenina da geçer. Ya da, onun zihninde kim yer ettiyse artık; Raskolnikovlar, İnce Memedler, Murtazalar..." İşte bu yüzden, "okuyanlar, okumayanlara oranla daha güzel ölürler". Yani, yazarın nesnelerinin içine dalarak o hikâyeye, öyküye kendini bırakan bizler, bir sarhoşlukla, bir baş dönmesiyle debelenip durulur ve kendimizi o ormanda, o parsın, ağaçların arasında, herşeye ama herşeye sırnaşan sisin içinde buluruz. Kimleri unutamıyorsak okudukça, kimlerin adını anıyorsak, ölümümüz güzel olabilsin diye bu çamurlu, korkutucu dünyada, onların ölümleriyle ve masumiyetleriyle de sarınıp daha güzel ölmeye çalışırız. Demem o ki; bunca zamandır, Gusev okyanusun diplerine doğru iniyorsa usul usul, Martin Eden okyanusun bir yerlerinde sessiz sedasız hakikate bakıp herşeyden vazgeçiyorsa; Gabriel, Greta'ya sarılıp camlara vuran karların minik seslerini dinleyerek uykuya dalıyor ve kar bütün İrlanda'nın ve mezarların üzerine yağıyorsa, Zeze de Portuga kadar bir gölge olduysa çoktan, sevilesi Çehov karakterleri merhametle, sevgiyle bize tebessüm ediyorsa hatıralarımızın kenarından köşesinden, ve koca bir ömür bir vâveyla gibi boşluklara salınıp bitirildiyse, bütün bahçe evlâtlarla, bütün hafıza kaybolup gidenlerin güzel ve aziz hatıralarıyla doluysa ve her biri, tek tek özleniyorsa, o zaman ben de rahatça güzel öldüğümü söyleyebilirim. Ölürken Faruk Duman'ın ormanına ait olabildiğimi bilmek, ve orada bir küçük kovuk bulabilmek, sis herşeyi hepimizi örtüp yukarılara, o güzel canlı dallara doğru yükselirken sevdiğim bütün roman ve hikâye kahramanları gibi zihnimden çıkmayan ve güzel ölene dek çıkmayacak olan o parsın adımlarını duyuyorum ben de; bu ormanda hepimizin kendi güzel ölümünün gerçekleşeceği o âna dek ağır ağır nefes alıp verecek, yakın ya da uzağımızda sevdiğimiz nice güzel dost ve yarenle tebessüm edip, sislerin arasından "iyi ki edebiyat var" diyeceğiz....
Yazmalı Defter
Yazmalı DefterFaruk Duman · Alakarga Yayınları · 2020182 okunma
··
77 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.