Bir otobüs yolculuğu sırasında okudum bu kısa ama güzel kitabı. Cengiz Aytmatov'un ilk hikayesi Yüz yüze. Cepheye gitmeden savaşı anlatıyor yine bize Aytmatov, savaşın farklı yüzünü gösteriyor, savaşın geride bıraktıklarının kendi savaşlarını. Savaşların tek acıları cephelerde yaşanmıyor malesef, diğer çoğu kitabında da olduğu gibi burda da bunu görüyoruz. Ötüken ve Nora Yayınları bu hikayeyi, diğer hikayelerle beraber derleme kitapta yayınlıyor ama Elips Yayınları 63 sayfalık küçük bir kitapta tek olarak yayınlamış fakat çevireni yazmamışlar. Zaten artık baskısı da yok galiba.
Kırgızistan'ın bir köyünde yeni evli olan Seyde ve İsmail'in savaş nedeniyle bozulan düzenini ve ilişkilerini görüyoruz kitapta. Seyde ve İsmail yeni evliler daha canım cicim ayları bitmeden İsmail'i savaş için cepheye alıyorlar, o ara bebekleri doğuyor ve Seyde kayınvalidesiyle yaşıyor. Bu arada komşuları Totoy var onunda kocası savaşta. Derken İsmail savaştan kaçıp eve geliyor ve Seyde dışında bunu bilen yok, dağlarda gizleniyor. Seyde de kocamın bir bildiği vardır, savaşta ölüp gidecekti falan diye kendini kandırıp, İsmail'in suç ortağı oluyor. Tam burda Stefan Zweig'ın Mecburiyet kitabı havası var okuyanlar bilir, diyaloglar, düşünceler o yönde. Fakat köye gidenlerin teker teker ölüm haberi gelmeye başlıyor, gençleri de askere alıyorlar, köyde herkes açlık falan uğraşırken bir de İsmail zıvanadan çıkınca Seyde eşinin bu davranışını tekrar sorgulamaya vicdan yapmaya başlıyor. Sonrasını okursunuz. Ama bu arada diyaloglar, betimlemeler falan bildiğimiz Aytmatov zaten insan ilk eseri olmasına şaşırıyor.
Aytmatov'un çoğu kitabından sonra yine farkettim ki bütün kitapları tam filmlik, özellikle sonları efsane bitiyor.