6 Mayıs 1925'te Diyarbakır'a getirilen Şeyh Said'in buradaki yani Şark İstiklal Mahkemesindeki ifadesi savcı Süreyya Bey tarafından 21 Mayıs 1925'te alındı. Şeyh Said ifadesinde isyanın nasıl geliştiğini anlatırken özetle isyanı kendisinin planlamadığını ifade ederek olayları Allah'ın kaderi olarak yorumladı. İsyanın başarılı olması durumunda bile bu halkla bir şey yapılamayacağını söyleyen Şeyh Said, halkın şeriata razı olmadığından yakındı. Süreyya Bey, Şeyh Said ve arkadaşları hakkında hazırladığı iddianameyi 23 Mayıs 1925'te Şark İstiklal Mahkemesine sundu. 25 Mayıs 1925'te zanlılar ilk kez hâkim karşısına çıkarıldı. Kimlik tespitleri yapıldı. Mahkeme esnasında kendilerine yardımcı olmak üzere avukat tutmaları söylendi. 26 Mayıs'ta Şeyh Said ve arkadaşlarının mahkemesi başladı. Sorgulamalara geçilmeden önce Hüseyin oğlu Hacı Mehmed Sadık adlı şahsın da davaya eklenmesiyle toplam kırk kişinin mahkemesi başlamış oldu. Zabıt kâtibi tarafından iddianamenin özeti okundu: "Güya dini ve şeriatı (uygulamak) fakat herhalde bağımsız bir Kürdistan hükümeti oluşturmak maksadıyla ayaklanan ve isyan eden Hınıslı Şeyh Said ve arkadaşları bulunan belirtilen sanıklardan her biri isyan ve ihtilal olayında yüksek derecede etkili olmakla sanık bulunduklarından haklarında tutuklu olarak yargılama yapılması ve yargılama anında sabit olacak suçlarının kanuni niteliklerine göre cezalarının sınırlanması talebinden ibarettir." İddianame özetinin mahkeme başkanlığı tarafından sanıklara bildirilmesinin ardından savcı Süreyya Bey davanın içeriğini açıklamaya başladı: "Türk ülkesinin Doğu vilayetlerinin belirli sınırlarının bir kısmında bütün insanlık âleminin çeşitli sebeplerle haberdar olduğu bir isyan olayı vardır. İsyan, hiç şüphe yok ki senelerle içerde ve isyan sahası dışında yapılan telkinler, düşünceler ve düşünceler sonrasında meydana gelen fiiliyatın maddi neticelerini oluşturan isyan hareketinin fiilen tezahürüyle ortaya çıkmıştır. İsyan hadisesi, iddianamede tasvir edildiği üzere güya şeriatı siper ederek vatanı parçalamak maksadıyla irticâcı bir kötülüğe ve fesata alet olmuştur. Hareketin amaçladığı gaye Türk vatanının belirli bir kısmını kült olan Anadolu'dan ayırmak ve vatanın birliği ve dayanışmasını ihlal etmek ve parçalamaktı. Hazır yargılanan sanıklardan Şeyh Said Efendi, yüzlerce binlerce askerin, halkın, kulların malını, hayatını yok eden hareketi fiilen idare etmiş ve hepsine amir olmuş sapkın, inatçı bir vatan hainidir. Diğer sanıklardan Şeyh Abdüllatif ve kardeşi Şeyh İsmail, bu iki şahıs isyancıların başı olan Şeyh Said'in isyan hareketine fiilen katılmış ve Diyarbakır'a yapılan saldırının olumlu sonuçlanması için telkinlerde bulunmuş ve (isyana) ortak olmuştur. Şeyh Mehmed Şerif, Elazığ cephe komutanı diye adlandırılmış ve orada hareketi idare etmiştir. Şeyh Abdullah, Genç ve Varto hareketinde bulunmuş ve kendisine Şeyh Mehmed Şerif gibi cephe komutanı unvanı verilmiş bir şeyh, Şeyh Said'in de damadıdır. Kasım Bey, Şeyh Abdullah'ın Varto'yu işgalinin ardından kendisine katılmış ve onunla uzun müddet birlikte çalışmıştır. Şeyh Ali ve Şeyh Musa, birçok isyancılara komutanlık etmiş olmakla sanıktır. Mehmed Mihri Efendi, hadisenin ilk günlerinde isyancıların hazırlık devrelerine ortak olduğuna dair iddia makamınca esaslı deliller olmamakla beraber Şeyh Said Efendi tarafından görevlendirilmiş ve görevini terk etmiştir. Baba Bey, Kamil Bey de isyancılar içinde birer elebaşıdırlar. Diğer sanıklar da fiilen eylemlere ortak olmuş, hep bir gaye için çalışmışlardır. Davanın doğruluğu, önceki inceleme evrakları, mektuplar ve toplanan genel yazışmalarla yargılama esnasındaki ifadelerden anlaşılacağından bu esas üzerinde yargılamanın gerçekleşmesini talep ve iddia ederim."
Mahkemenin ilk günü yalnız Şeyh Said'in sorgusu yapıldı. Savcının davanın içeriği hakkındaki konuşmasından hemen sonra sorguya geçildi. Mahkeme başkanı Mazhar Müfid Bey ilk soruyu sordu:
Başkan: Nerede tahsil ettiniz Şeyh Said Efendi?
Cevap: Muş'ta, Malazgirt'te, Palu'da tahsil ettim.
Başkan: Oralarda nerede tahsil ettiniz, medresede mi okudunuz, kimlerden ders aldınız?
Cevap: Evet, medreselerde okudum. Palu'da Amcam Şeyh Hasan'ın yanında okudum. Muş'ta Fakı Mehmed Emin Efendi, Malazgirt'te Abdülhâkim ve Hınıs'ta da Musa Efendi'nin yanında okudum.
Başkan: Ne okudunuz Şeyh Efendi?
Cevap: Envar, Muharrer, Nahiv, Sarf, Mantık, Meani, İstiare, Beyan, Bedii, Akâid gibi şeyler okudum.
Başkan: İstiare dediniz, ne demektir?
Cevap: İstiare benzetileni terk etmek, istiare kaynaktır. Sarf sorusu mu sorarsanız.
Başkan: Akâid de okudunuz, değil mi?
Cevap: Evet, Akâid de okudum.
Başkan: İsyan hareketini siz nasıl düşündünüz, nasıl buldunuz, sizi teşvik eden oldu mu ve yahut ilham mı geldi?
Cevap: Hâşâ, ilham gelmedi. Kitaplarda gördük ki hükümdar ne zaman şeriatın kararlarını uygulamazsa ayaklanma vaciptir (diyor). Hükûmete şeriat meselesini anlatmak istedik. Hiç olmazsa bir kısmının uygulanmasını talep edecektik. Allah Teâla'nın kaderi beni bu işe düşürdü. İçine bir düştüm, bir daha çıkamadım.
Başkan:Buyurdunuz ki fıkıh kitapları hükümdar şeriattan saparsa ayaklanma vaciptir (diyor). Bunun hiçbir şartı yok mu, Şeyh Efendi?
Cevap: Bunun şartı nedir? Şartını bilmiyorum. Şeriata göre vaciptir (diye) biliyorum.
Başkan: Bu halin hükümdardan olduğunda bir Müslüman isyan mı eder?
Cevap: Benim de niyetim böyle değildi, mecburen oldu. Sapma yok; şeriatın kurallarını uygulamazsa dedim.
Başkan: Siz gayeniz demek ki (isyanın) şeriattan kaynaklandığına hükmettiniz. Ondan ayaklandınız öyle mi? Şeyh Efendi, ayaklanmanızın gerekçesi neydi?
Cevap: Kitap, ayaklanma vaciptir, diyor. Şeriatı uygulattıracaksın, diyor. Şer'i kurallar öldürme, zina, içki içilmesi gibi durumları yasaklıyor. Hepimiz hamdolsun Müslümanız. Kürt, Türk yoktur. Bütün hareket hattımızı bizim Kur'an-ı azimüşşandan çıkarım yapıyoruz. Şeriat meselesi, bir de Sebilürreşad'ın yazdıkları hiddetimizi artırıyor, bizi teşvik ediyordu.
Başkan: Şeyh Efendi, onları bırakınız. Yalnız ayaklanma gerekçenizi kısaca söyleyiniz!
Cevap: Ayaklanmamızın sebebi, Piran'da bir olay oldu, çatışma oldu. İki tarafta yaralananlar oldu. Bu da bana atfolundu. Halbuki ben teğmene üç defa rica ettim. "Herifler talak-ı selase" ile yemin etmişler, ısrar etmeyiniz." dedim. Sonra sekiz tanesini bırakmış, iki tanesini tutuklamış.
Başkan: Şeyh Efendi, Piran'a gelmezden önce din meselesinden dolayı ayaklanmayı düşünüyordunuz değil mi?
Cevap: Kalbimde düşünüyordum. Lakin çatışma suretiyle değil, kitapçık yazıp şeriat kurallarını belirterek. Kanunları da şeriata uygun bir şekilde talep etmek istedik. Mebuslar Meclis'e göndermek istedim.
Başkan: Niçin yapmadınız, böyle bir kitapçık yazmadınız?
Cevap: Evet, arz ettiğim gibi biz önce bu fikri kitabeten halletmek için gidip ilmi tartışma yapayım dedim ve bazı arkadaşlar bulmak istiyordum. Fakat Allah'ın kaderi beni Piran'a sürükledi. Piran vakası çıktı. Önünü alamadık.
Başkan: Şeriat kuralları uygulanmadığından dolayı bu isyanı vücuda getirdiniz öyle mi?
Cevap: Hükümdar eğer şeriat kurallarını uygulamazsa, dedim. Bu, şeriata göre isyanın cevazına delildir. Ne zaman ki vuku buldu, işte şeriat da vaciptir diyor. Hiç olmazsa günahkâr olmayız dedim.
Başkan: Şeyh Efendi, siz buyurdunuz ki Müslümanlar birbirinin kardeşidir. Müslümanı Müslüman üzerine savaşa sevk etmek caiz midir?
Cevap: Evet, birbirinin kardeşidir. Hükümdara ayaklanmak savaşı bitirmez mi? Kitap öyle diyor.
Başkan: İslamlar madem kardeştirler; nasıl olur da siz Müslümanları birbiri üzerine savaşa sevk ettiniz?
Cevap: Ya Hazret-i Ali… Savaştıkları adamlar Müslüman değil mi idi? Yine kardeş kalır.
Başkan: Siz, icma-ı ümmetle (din âlimlerinin fikir birliğiyle) seçilmiş bir Cumhurbaşkanı, bir Mebuslar Meclisi, bir Bakanlar Kurulu vardır. Bunlara dinde gördüğünüz lakaytlığı bildirmeden Müslümanları niçin savaşa sevk ettiniz?
Cevap: Ee… Savaşa ben sevk etmek istemedim. Bu zatlara da yazamadım, niyette kaldı. Kader bırakmadı, kavgaya düştük, iş elimize geçti.
Başkan: Şeyh Efendi, buyurdunuz ki vaciptir?
Cevap: Evet, kitap vaciptir diyor.
Başkan: Evet, kitap söylüyor. Ama icma-ı ümmete müracaat etmek lazımdı.
Cevap: İcma-ı ümmet… İslam âlimlerinin ittifakı lazımdır.
Başkan: Vacipti bu isyan, buyurdunuz. Kâfirler İslam beldelerini, Kur'an-ı Azimüşşanı çiğnerken cihat nedir?
Cevap: O da cihattır, farzdır. Evet, beli.
Başkan: Yunan bütün memleketimizi çiğnerken bu topladığınız dört bin kişi ile Yunan üzerine (neden) yürümediniz?
Cevap: O zaman biz çok perişandık. Vaktimiz olsaydı durmazdık. Balkan Savaşı'nda hazır olduk, istemediler. Bu savaşta muhacir fakir idik. O zaman yine giderdik. Vaktimiz yoktu.
Başkan: Bu isyanı kimlerle ve nerede hazırladınız?
Cevap: Önceden hazırlığı yoktu. Piran vakasında alevlendi. Biz de düştük içine ve işe başladık. Ben Lice'ye geldim. Hiçbir suretle kimseye bir şey dememiştim. Bu olaydan oldu. Kimseye gizli ve açık bir şey söylememiştim.
Başkan: Oğlunuz Ali Rıza Efendi'nin İstanbul'dan geldikten sonra kaç gün geçti bu ayaklanma başladı?
Cevap: Ali Rıza İstanbul'dan geldikten yaklaşık bir ay sonra oldu.
Başkan: Oğlunuz İstanbul'da bu isyan meselesini kimlerle görüşmüş ve size ne haber getirdi?
Cevap: İsyan meselesinden İstanbul'da kesinlikle işitmemiş. Hatta Erzurum'a geldim, Halid Bey'i bekledim, gelmedi. Oğlu geldi ve babasının mahpus olduğunu söyledi. İşitmemiştim.
Başkan: Oğlunuz İstanbul'dan geldikten sonra, şeriat şöyle olmuş böyle olmuş diye herhalde bir şey söylemiştir zannederim?
Cevap: Hınıs Kürtlerinden birisine misafir olmuş ve Seyyid Abdülkadir Efendi'yi ziyaret etmiş.
Başkan: İstanbul'a ne maksatla gitmiştir?
Cevap: Koyun götürmüş idi. Halep tüccarlarına verdiler.
Başkan: Oğlunuz İstanbul'dan geldikten sonra nerede birleştiniz?
Cevap: İstanbul "dan döndüğünde oğlumla Şuşar'da birleştim.
Başkan: "Jandarmalar geldi, adam vuruldu, bu isyan başlamış oldu." dediniz. Böyle midir, yoksa başka şekilde midir?
Cevap: Jandarmalar vurulmasaydı, o vacibi kitabeten halledecektim.
Başkan: Size neydi, jandarmalar memurluk görevini ifa ediyor diye bütün halkı ayaklandırıyorsunuz.
Cevap: Hayır, bence bir şey yoktu. "Bir çekişme olur. Bunlar yemin etmiş, siz ısrar ediyorsunuz, yapmayınız." dedim.
Başkan: Sizin bu nasihatinizin üzerine oldu mu bir şey?
Cevap: Yaa… Vuruştular.
Başkan: Vurdular diye size ne oldu da halkı ayaklandırdınız?
Cevap: Ben köyden çıktım, ayaklanma koptu. Olunca ben de başına geçtim.
Başkan: O ayaklanma oldu da ondan sonra mı başına geçtiniz?
Cevap: Ben Darahini'ye girmeden önce onlar orayı kuşatıyorlardı.
Başkan: Şeyh Efendi, maksat isyan. Jandarma gelmiş gibi değildir. Propagandalar, irşatlar yapılıyormuş?
Cevap: Jandarma meselesi olmasaydı kitabeten, hitabeten belki bir sene sonra olurdu. Belki altı ay sonra olurdu yahut olmazdı. İstanbul'dan geldikten yaklaşık bir ay sonra oldu.
Başkan: Jandarma meselesi, düşünüp kararlaştırdığınız fiile bir vesile oldu. Olmasaydı altı ay sonra olacaktı, değil mi?
Cevap: Hayır, olmasaydı belki olmazdı. Allah Teâla kader etseydi olurdu.
Başkan: Her şeyi kaza ve kadere atfediyorsunuz. Kendi iradenizi inkâr mi ediyorsunuz?
Cevap: Hayır, tercih de vardır. Ben de boş değilim. Benim de dahlim var tabii. İnkâr etmiyorum.
Başkan: İsyanı yalnız başınıza yaptığınızı ben zannetmiyorum. Herhalde sizi teşvik eden vardır?
Cevap: Ne dışardan ne içerden bizi teşvik eden yoktur. Dışardan maksadım ecnebilerdir. Ne dışarda ne de Türkiye'de teşvik eden yoktur.
Başkan: Demek bu ayaklanma ve isyanı özellikle zat-ı aliniz (mi) düşündünüz?
Cevap: Evet, benim fikrimde vardı. Din bilginlerini, faziletli kişileri, akil kişileri göreyim dedim. Din kuralları terk edildi, yasaklar unutulmuş, onları isteyelim dedim. Öyle ümit ediyorduk.
Başkan: Akiller ile din bilginlerine danıştınız mı?
Cevap: Danışmadım, danışamadım. Zaman kalmadı, bu iş zuhur etti.
Başkan: Israrla Diyarbakır'ı zapt etmek fikri size nereden geldi? Ne olacaktı Diyarbakır'ı zapt etseydiniz?
Cevap: Bizim rızkımız, nasibimiz bu tarafa düşmüştü. Lice tarafına geldik. Daha nereye gideydim.
Başkan: Mektubunuzda fetih tabiri kullanıyorsunuz, neden?
Cevap: Her neresi alınsa fetih deriz.
Başkan: Mektuplarınızda "mücahitlerin emiri" unvanını kullanıyorsunuz. Kendi kendine mücahitlerin emiri unvanını alır mı insan?
Cevap: Önce "mücahitlerin emiri" yazıyordum. Kibirli olmayı kendime layık görmedim. Sonra "mücahitlerin hizmetkârı" dedim, hizmetkâr oldum.
Başkan: Diyarbakır'ı zapt edeceğinize aklınız ererek mi sal- dırdınız?
Cevap: Diyarbakır'a saldırma taraftarı değildim. Fakat bazı ağalar taraftardı.
Başkan: Kimlerdi ağalar, isimlerini söyleyiniz?
Cevap: Hanili Salih Bey taraftardı.
Başkan: Başka kimler vardı efendim?
Cevap: Başka kim vardı bilmiyorum.
Başkan: Bu saldırıyla Diyarbakır'ı zapt edemeyeceğinizi anlamışsınız. Başarılı olmanızı kolaylaştıracak şey neydi ki taarruz ettiniz?
Cevap: Diyorduk; birkaç savaş vuku bulmuştu, başarı Kürtlerdeydi, yine öyle olur zannettik. Fakat olmadı.
Başkan: İç kesimle haberleşmeniz var mıydı?
Cevap: Diyarbakır içiyle haberleşmemiz yoktu. Yalnız, halkın çoğunun şeriata taraftar ve dine meyilli olduklarını biliyorduk.
Başkan: Diyarbakır içinden yardım alma ümidiniz var mıydı?
Cevap: Yardımdan ümitvardık efendim. ahâliden ümitvardık.
Başkan: Cemilpaşazadeler ve Nakib Bey meyillidir, diyorlar. Neye meyillidir?
Cevap: Ben kimseyi tanımam. Duyduğuma göre Nakib Bey ve Cemilpaşazadeler şeriata meyillidir, diyorlardı. Ben kendilerini hiç tanımam. Ancak, "Şeriatın yükselmesine meyillidir. Dolayısıyla seninle bir olurlar." diyorlardı. Doğru mu değil mi bilmem, ben hiç birisini tanımam.
Başkan: Meyillidir diye söyleyen kimlerdi zat-ı alinize?
Cevap: Yine Tirkan ağaları, muhtarlar söylüyorlardı ve Salih Bey'den de duyuyordum.
Başkan: Salih Bey'in bu kişilerle iletişimi var mıydı?
Cevap: Bilmem, zannederim yoktur.
Başkan: Size böyle bir önemli haber verilse incelemez miydiniz?
Cevap: Öyle yalandır söyleniyordu. Ne haddi var ne hesabı. Muş, Bitlis işgal olmuş diye haberler geliyordu. Sonra yalan olduğu çıkıyordu. Ne postamız ne irtibatımız vardı.
Başkan: Bir şey yok iken, bu kadar Ümmet-i Muhammed'in kanını döktürmek caiz miydi Şeyh Efendi?
Cevap: Zaten olmuştu. Darahini'ye saldırmışlardı. Hani'de olaylar oldu. Günahtır doğrusu. Fakat ben fetva almıştım, yoksa yapmazdım.
Başkan: Mücahitlerin emiri olan bir adam, Diyarbakır'a başarılı olamayacağını anladığı halde saldırır mı?
Cevap: Ben başarılı olamayacağımı ne bilirdim. Öncede Hani meselesinde halimiz yine böyleydi, başarılı olduk.
Başkan: Demek ki Diyarbakır için bir hazırlığınız vardı?
Cevap: Hayır, hazırlığımız yoktu. Yine eskisi gibiydi.
Başkan: Hazırlıksız böyle Müslüman kanı akıtmak caiz midir Şeyh Efendi? Cevap: Şeriatı inşallah tamir ederiz. Bir miktar telefat olsa da yine şeriat içindir.
Başkan: Mektubunuzda Siverek'ten (size) katılmak üzere bir heyet geldiğini buyuruyorsunuz. Kimlerdi o heyet?
Cevap: O mektubu ben elimle yazmadım. Doğrusu imza benimdir. Fakat hangi heyettir bilmiyorum. Ben Şeyh Eyüb'ü görmedim. Eyüb Ağa adında bir adam vardı. Onu heyet sayarsanız bilmem.
Başkan: Komutanlarınızdan birini Siverek'e göndermediniz mi?
Cevap: Habeşli Hanı'na gönderdim.
Başkan: Kimdi o giden?
Cevap: Hamid Bey, Muhammed Bey idi.
Başkan: Onlara Siverek'ten bir heyet gelmiş katılacağız diye. Komutanları kimdi?
Cevap: Komutanları köylerin muhtarları.
Başkan: Elazığ'a taarruz eden kuvvetin komutanı kimdir?
Cevap: Elazığ komutanı Şeyh Şerifi tayin etmiştim. Evet budur.
Başkan: Başka kimlerdi komutanların?
Cevap: Gazik cephesini de Şeyh Şerif'e verdim. Palu'ya kadar da gidebilirsin dedim. Melekanlı Şeyh Abdullah'ı Girvas ve Muş cephelerine memur tayin etmiştim ve Şeyh Hasan'ı da Kiğı cephesine vermiştim. Şeyh Hasan burada yoktur. Komutanlar ağalar, muhtarlar, aşiretlerdi. Benim görevli askerlerim yoktu. Kendilerine sipariş yazardım.
Başkan: Diyarbakır'a girdiniz farz edelim, girdikten sonra ne yapacaktınız, maksadınız neydi?
Cevap: Maksadımız Diyarbakır'a girdikten sonra bir takım adamları toplayıp din bilginleri, faziletli kişiler ile toplanıp Hükümetimizle savaşacaktık. İçki yasağını uygulattıracak, medreseleri açtıracaktık.
Başkan: İsyan edip de Hükümetin bir parçasını zapt ederek Hükümete şöyle yapın böyle yapın diyeceğine isyandan önce müracaat etseydiniz?
Cevap: Zaman kalmadı.
Başkan: Talebinizi Hükümet yapmasaydı ne olacaktı?
Cevap: Hükümet kabul etmeseydi günahtan kurtulurduk, evimizde otururduk. Önce Hükümete yazsaydık, kabul etmeseydi göç isterdik ve göç izni de vermeseydi günah bizden giderdi, otururduk.
Başkan: Diyarbakır'a girdikten sonra ne yapacaktınız, fikriniz neydi?
Cevap: Fikrimiz buydu: Diyarbakır'da akilleri toplayıp Hükümetle savaşacaktık ve uygun cevap alacağımızı ümit ediyorduk.
Başkan: Fetihten sonra bağımsız bir Kürdistan Kraliyeti yapacaktınız, öyle mi?
Cevap: Krallık filan bizim niyetimizde yoktu. Şeriat kurallarının uygulanmasıydı. Ben ne başkanlık kabul ederdim ne de elimden gelirdi.
Başkan: Hükümet teklifinizi kabul etmedi, ne yapacaktınız sonra?
Cevap: Hükümetten ayrılmazdık. O zaman ne yapacaktık bilmem.
Başkan: Bu kadar kan döktün, sonra pişmanlık olur mu?
Cevap: Bilmem, o kadar düşünmedim.
Başkan: Burada bir beyannâme var, biliyor musunuz?
Cevap: O beyannâmeden benim haberim yok, kim yazmış bilmiyorum.
Başkan: Buyuruyorsunuz ki bazı dindar mebuslar var. Fakat dinsizler de var. Onlara dinsiz diyebilir misiniz?
Cevap: Beyannâme öyle demiş. Ben o fikirde değilim. Hepsi dindardır. Fakat bazısı çok dine hizmet eder. Bazısı da az eder. Açık açık küfrünü kulağımla duysam, dinden çıkmakla itham ederdim.
Başkan: Sizden ve benden daha fazla itikatlı olan Müslüman askerine kurşun atılır mı?
Cevap: Evet, o da İslam askeridir. Ayaklanma, fikrimizce cihattır. Hükümeti şeriat kurallarını uygulamak zorunda bırakmak için ayaklanmak cihattır.
Başkan: Siz, yalnız tercihinizle ayaklanıyorsunuz. Lazım gelirdi ki din bilginleri ve faziletli kişilere danışmalıydınız.
Cevap: Hayır, ben müçtehid değilim; fakat böyle anladım. Şeriat kurallarımızın hepsi değil, fakat çokları terk edilmiştir.
Başkan: Mademki müçtehid değilsiniz, şeriat yoktur diye fırlamamalıydınız.
Cevap: (Şeyh Said susar, cevap vermez.)
Başkan: Diyarbakır'a girdikten sonra tekliflerinizi Hükümet kabul etmeseydi çekilip gidecektiniz, öyle mi?
Cevap: Sonunun nasıl olacağını düşünmedim. Mebuslar Meclisi'nin de büyük kısmı dindardır. Taleplerimizi kabul ederler, medreseleri açarlar dedik. Tabii, Peygamber dönemi kadar olmazsa bile bir derece iyileşir dedik.
Başkan: Düşünmediniz mi, bu ayaklanmayı, Türkiye Cumhuriyeti, Türk askerleriyle Müslüman askerleriyle bizi imha eder diye? Bu gücü size veren neydi?
Cevap: Delilimiz yoktu. Bu kadar askeri bu süratle sevk edeceklerini zannetmiyorduk.
Başkan: Bu kadar asker sevk edileceğini ümit etmiyor muydunuz? Sonra anladınız öyle mi?
Cevap: Şimdi anladım, evet.
Başkan: Siz bunu tarihte görmüşsünüz ama. Siz bugünle o günü birbirine kıyas etmişsiniz ve sonra öyle olmadığını anladınız, değil mi?
Cevap: Bize sorsaydılar: "Niçin isyan ediyorsunuz?" derlerdi, biz de söylerdik. Onlar da kısmen kabul ederlerdi. Biz de teşekkür ederdik. Önce düşünseydik daha iyi olurdu.
Ali Saib Bey: Şeyh Said Efendi, bu isyan önceden karar verilerek mi, yoksa düşünmeden mi oldu? Bunun esası nedir?
Cevap: Esasını kime atfedeyim.
Soru: Lice'ye yazdığın mektuba nazaran bunu önceden düşündüğün anlaşılıyor?
Cevap: O yazı benim değildir. İmza da benim değildir. O ifade de zaten benim değildir. Bedenden çıkmak ne demektir.
Soru: Bu mektubu imza ederken okumadın mı? "Ah Türkler kaleden dışarı çıksalar." diyorsun.
Cevap: Okuryazarım. Aklıma gelmiyor.
Soru: Bir intikam hissi, muhakkak ki beş altı günde meydana gelmez.
Cevap: Vallahi o intikam meselesini bilmem. Yalnız diyorlardı, Diyarbakır'da kale olmasaydı şöyle alır böyle keserdik, diyorlardı. Onu demek istedim. Fikrimde isyan yoktu.
Soru: Piran'a gelinceye kadar fikrimde isyan yoktu, Hani'ye geldiğim zaman da böyle diyorsun. Peki, Mustafa Bey'le Hamdi Bey'i niçin barıştırmaya çalıştın?
Cevap: Mustafa Bey'le Hamdi Bey'i din için barıştırdım. Birbirleri aleyhinde sürekli uğraşıp duruyorlardı. Müslümanlık adına barıştırdım.
Soru: Bunların arasında senelerden beri düşmanlık vardır. Eskiden gelmeyip de olaydan birkaç gün önce gelmeniz düşündüğünüzü ispat ediyor.
Cevap: Öyle tesadüfi oldu. Lice'de de birisini barıştırdım. Bunlar hep tesadüftür.
Soru: Öğretmen Fahri'yi katlettirdim, diyorsun. Öyle mi? Cevap: Hayır, ben öyle bir şey demedim. Öğretmen Fahri Efendi Piranlıdır. Asker tarafından vuruldu.
Soru: İsyana ben karar verdim, dedin. Vaktiyle konuşulmuş bir şey olmasa nasıl olur da seni bu bölgede kimse tanımaz? Nasıl Diyarbakır'a saldırdın? Herhalde vaktiyle düşünülmüş karar verilmiş şeyler.
Cevap: O olay oldu, ben de ileri vardım. Allah Teâla'nın kaderi oldu. Ben de içindeydim. Eğer düşünülmüş tertip edilmiş ise tespit ediniz. Eğer öyle bir şey varsa zaten malum.
Soru: Şeriat kurallarından ne gibi şeyler istiyordun Şeyh Efendi?
Cevap: İçkinin yasaklanması.
Soru: İçki yasak değil mi? Alkollü İçkilerin Yasaklanması Kanunu var.
Cevap: Sonra kaldırılmış zannettik, böyle duyduk. Tekfir yok Öldürme için sınır vardır, recm için ve diğerleri için de.
Soru: Pekala, bunu on beş sene yirmi sene önce niye düşünmedin, niye müracaat etmedin?
Cevap: Önce de düşündük. Fakat Allah Teâla kader etmemiş. Vakti saati tamamlanmamıştı.
Soru: Kabahati bir taraftan jandarma subayına yüklüyor, bir taraftan da Allah emretti diyorsun. Allah sana isyan et mi dedi?
Cevap: Ben içindeyim, işin başına geçtim. Kendi aklımca vaaz ve nasihat ederdim. Esirleri incitmeyiniz (diye) sonuna kadar derdim.
Soru: Senin medresen var mıydı, medresede sen mi hocalık ediyordun, medresen kapandı mı?
Cevap: Medresem vardı. Medresede ders verenlerim de vardı, kapandı. Resmen kapattılar.
Soru: İsyan ettiğin zaman, askeri, Müslüman askeri olarak mı görüyordun, yoksa Kâfir askeri mi?
Cevap: Hayır, Müslüman askeri olarak gördüm.
Soru: Bir hadis var "Men selle aleyna's-seyfe feleyse minna" (Bize silah doğrultan bizden değildir.) böyle midir?
Cevap: Orada diyor.
Soru: Dava ettin mi? Bunun manasını söyle?
Cevap: Evet, bu hadis-i şerif vardır. Fakat din için olursa diyor. Kılıç çekerek bir hukuk savunmuyordum, din savunuyordum. "Bize kim kılıç çekerse bizden değildir." diyor.
Soru: Şeriatı terk etmiş, onu öldürmek caizdir diye bir hadis var mı?
Cevap: Hükümdar şeriatın kararlarını yerine getirmez, Kâfir olursa ona ayaklanma caizdir.
Soru: Kararlar nedir? Ne gibi kararlardır terk edilen?
Cevap: İçki içenin cezalandırılması terk edilmiştir. Biz Muhammed ümmetinden değil miyiz? İster babamızdan terk olunmuş olsun, yine biz mesul değil miyiz?
Soru: Bu hadis-i şerifi tefsir et. İslam'a kılıç çeken Müslüman değildir. Öyle değil mi?
Cevap: Ben, Peygambere mi kılıç çekiyorum? Muhammed ümmetinin bir kısmını şeriata davet için yaptım.
Soru: İslam şeriatını hamdolsun tamamen bütünlüyoruz. Yapılmayan ne var?
Cevap: Kur'an şartlarından neyi icra ediyoruz? Riddet haddi bir, katlin haddi iki, diyet üç, kısas dört, darb haddi beş, bunların hangisini gördük?
Soru: Bunların hepsi Ceza Kanunu'nda var. İslamlar içerisinde sizden alim ve dindar kimseler yok mu? Varsa neden yalnız siz düşünüyorsunuz?
Cevap: Çoktur. Benim aklımın hafifliğinden mi bilmem. Benden alim muhakkak çoktur.
Soru: Bunlar hakikaten yapılmıyorsa onlar niçin talep etmiyorlar?
Cevap: Ne kadar şeriat ehli varsa hep talep ediyorlar. Fakat canından malından korkuyorlar.
Soru: Bütün âlimler içerisinde en atim ve en cesuru sensin öyle mi?
Cevap: En alimi ben değil, fakat en tehlikeye atılan benim.
Soru: Teğmen Mihri Efendi'ye görev vereceğini vaat etmişsin. Ne görev verecektin bunlara?
Cevap: Ben onların şartlarından haberdar değilim. Asılları Kürt olduğunu biliyorum.
Soru: Bunların Kürt olduğunu nereden biliyorsun? O halde tanıyorsun?
Cevap: Çünkü ikisi de Çapakçurludur. Hizmet etmeyeceklerini duymuştum.
Soru: Şeriat şartlarınca, şahsi menfaatler toplumun genelinin menfaatlerine tercih edilir mi?
Cevap: Şahsi menfaatler genel menfaatlere tercih edilmez.
Soru: Tercih eden bir adam şeriatın şartlarını yapmamış olur değil mi?
Cevap: Şahsi menfaatleri tercih etmemelidir. Şeriata muhaliftir.
Soru: Sen, Şeyh Şerif'e yazdığın mektubunda nefsin her şeyden mukaddes olduğunu yazıyorsun?
Cevap: Ben onu yazdım. Benim cepheme gelmesini isterdim.
Soru: Sen mücahitlerin emirisin, başkomutansın, emreder getirirsin, öyle değil mi?
Cevap: Hayır, öyle değildi. Herkes keyfine…
Soru: Şeriat şartlarına muhalif olarak emir vermek doğru mudur, Şeyh Efendi?
Cevap: Dersimlilerle çatışmaya gittiğini duymuştum. Bir de zarurette kalmıştım. Buraya gelmesi için yazdım. O zaman Dersim'deydi.
Soru: Siz, şeriatın korunması için ayaklandığınızı söylüyorsunuz. Nasıl olup da nefsin her şeyden üstün olduğunu yazıyorsunuz?
Cevap: Nefisten murad orayı terk edip buraya gel demek istedim. Halkın menfaati buradaydı. Ya savunalım veya kaçalım dedim.
Soru: Şeyh Efendi, elinizle top tutuyorsunuz, üfleyince tayyare indiriyorsunuz?
Cevap: Ne o doğrudur ne de o. Bunu kim söylemişse yalandır.
Soru: Kum falı ve müneccimlikten bir şey bilir misiniz?
Cevap: Hayır, anlamam.
Soru: O halde mektuplarınıza nazaran, başarılı olunacağını nereden anlıyordunuz?
Cevap: Başarılı olmak için inşallah derdim.
Soru: Şahsi menfaatler genel menfaatlere tercih edilirse şeriat şartlarına muhalif olur diye bir şey sormuştum. Bak sana mektubunu okuyorum.
"Selam ve dualar ederim. Fişeklerin yokluğundan cepheyi Belkini Dağına aldım. Bu tarafta Asker-i Rum fazladır. Eğer helak olmamızı gerektirecek bir engel yoksa Karaçol'dan geri çekilesiniz ve bir miktar yeterli kuvvet bize gönderesiniz. Şeyh Hüseyin ile beraber ve durumunuzu güzelce uzun uzadıya yazasınız. Dersim ne haldedir? Lehimize veyahut aleyhimizedir? Bugün bizim hayatımızı düşün. Kimsenin hayat ve malını düşünme. Biz mahvolduktan sonra başkalarının hayat ve malı bize ne fayda verir? Nefis, başkalarından önce gelir. Cümle savaş arkadaşlarımıza selamlar ve dualar ederim."
Soru: Asker-i Rum nedir?
Cevap: Kürtler biz, Türk askerine asker-i Rum deriz. Tabirdir, öyle deriz.
Soru: Onun tercihine bırakıyorsun. Kesin emir vermiyorsun.
Cevap: Orada Dersimlilerle savaşıyordu. Kesin emir vermedim. Kendi fikrine terk ettim.
Soru: Bak, yazdığınız bu mektubun içeriği şeriat şartlarına uygun mudur Şeyh Efendi?
Cevap: Biz telef olduktan sonra sizin orada lüzumunuz yoktur demek istedim. Biz reisdik. Başkanın yokluğu, ölümü genelin menfaatine aykırı değil miydi?
Soru: Başkanlığı kabul etmiyorsun ve kararlaştırılmış değildir diyorsun. Seni kim başkan yaptı?
Cevap: Kendim başkan oldum
Soru: Senin şahsının zararından, başkasına zarar gelir mi?
Cevap: Şeyh Şerife zarar gelirdi.
Soru: Şeyh Şerif Efendi, buna bir şey olsaydı sana bir zarar gelir miydi?
Şeyh Şerif: Mektubu aldım. Dersimlilere karşı durmuştuk. Kimin kime zararı olur?
Soru: Şeyh Said Efendi, dini ilimlerin hepsi Darülfünun İlahiyat Fakültesinde okunuyor. Bunları bilmiyor musun?
Cevap: Hayır, bilmiyorum.
Soru: Nefsin her şeyden mukaddes olduğunu söylüyorsun ve hem de o işi bırak buraya gel demek istedim, diyorsun. Mantık bu mudur?
Cevap: Maksadım, ben burada mağlup olunca kendisinin faydasız olacağını söylemekti. Nitekim asker gönderseydi kaçardım. Yahut direnirdim.
Müfid Bey: Tesadüfün, olayların getirdiği bir noktada isyan meydana geldi, ben de karıştım diyorsunuz. Fakat dediniz ki isyandan üç ay önce çıktım. Niçin çıktınız?
Cevap: Biz çıktık, lakin Harp Divanı (Mahkemesine), Bitlis'e şahitlik için istediler. Şeyh Abdülbaki'ye yazdım. Benim ifademi burada alsınlar, müsaade al, dedim. Müsaade edildiğine dair haber geldi. Hınıs Mahkemesi'nde ifademi aldılar. Memleketin kışı uzundur. Palu'ya gelip kalmak istedim.
Soru: Hangi ayda çıktınız, yani kışın en şiddetli zamanında?
Cevap: Aralık'ta çıktım.
Soru: Sizin gibi ihtiyar olan bir kimse, kışın en şiddetli mevsiminde çıkar mı?
Cevap: Günde üç saatten fazla gitmiyorduk. Yerler müsaitti. Odun, ateş yoktu.
Soru: İlkbaharda yahut sonbaharda yahut yazın çıksaydınız sizin için daha iyi değil miydi?
Cevap: Yazın ticaret ve çiftçilikle meşgulüz. Aralık boş zamandır. İş yoktur.
Soru: İsyan olayına kadar ne miktar zaman geçti?
Cevap: İki aydan fazla geçti.
Soru: İsyan başlamadan iki ay önce çıkıyorsunuz. Palu'ya gidiyor bir seyahat yapıyorsunuz. Aradan çok geçmeden isyan patlıyor. Dediniz ki Sebilürreşad'ı okuyoruz. Demek ondan ilham aldınız, düşündünüz ve sonra isyan ettiniz, değil mi?
Cevap: Evet, o fikrimde vardı. Patlatmak niyetimizde fakat patladı. yoktu,
Soru: Sizin oğlunuz (neden) Halep'ten geçiyor?
Cevap: Halep'e ticaret için gitmişti. Parasını İstanbul'a poliçe vermişlerdi. İstanbul'a gitti, parasını aldı, geldi.
Soru: İstanbul'a ticaret için Halep'ten geçti ve oralarda bazı kimselerle görüştü. Size söyledi. Siz de ayaklandınız öyle mi?
Cevap: O geldiğinde ben çıkmıştım. Dışarıdaydım. Şuşar'da birleştik. İsyandan yaklaşık kırk gün önceydi.
Soru: İsyan patladı. Diyarbakır'a niye saldırıldı diye soruldu. Siz de Diyarbakır yolumuzun üzerine düştü, dediniz. Böyle midir?
Cevap: Diyarbakır yakın ve vilayet olduğundan, cephane çok olduğundan, bilhassa cephane almak için buraya girmek istedik.
Soru: Ama Diyarbakır'da Kolordu var. Sur var. Bunları düşünmediniz mi? Ve halkı Kürt olan Dersim'e niçin gitmediniz de Diyarbakır'a geldiniz?
Cevap: Dersim'e niye gidelim.
Soru: Diyarbakır'a saldırdınız, başarılı olamadınız, döndünüz. Ondan sonra ne gibi eylemlerde bulundunuz?
Cevap: Çapakçur'a, Darahini'ye geldik. Licelilerin karşılamaya geldiklerini gördüm. Lice'ye gitmeye niyetim yoktu. Ondan sonra Kürtlere izin verdim. Evlerine gönderdim. Eğil'e gittim. Maden ve Ergani'nin işgalini orada duydum.
Soru: Karabağçe'de ne işiniz vardı? Onların eylemlerini bir müddet ertelemek için adam gönderdim. Arkamızı tutmasınlar diyeydi.
Cevap: Oradan asker geliyordu, Karabağçe yolundan.
Soru: Kim düşündü bunu, yanınızda kimse var mıydı? Sakın bir kurmay subay olmasın?
Cevap: Bu fikri veren ağalardı. Aşiret reisleriydi. Nasıl denk gelirse yapardık, danışırdık. Siverek'ten asker gelmiş, kimi Türk kimi Kürt'tür diyorlardı. Yezidi Haco (Hado) da vardır, diyorlardı. Onlara taraf birkaç adam gönderdik.
Soru: Haco Kürt müdür, şahsen tanır mısın? Bu sizinle beraber değil miydi?
Cevap: Hado bizim aleyhimizdeydi. Soru: Siz o zaman neredeydiniz?
Cevap: O zaman ben batı cephesinde Dengecük köyündeydim.
Soru: Hani'yi işgal ettiğiniz zaman; Mustafa Bey, Salih Bey, bana katıldı, dediniz. Salih Bey size Diyarbakır'da katılacak kimseler olduğunu söylemiş; bunlara Salih Bey bir haber göndermiş?
Cevap: Hani'yi ben işgal etmedim, etmişler. Salih Bey'in bunlara haber gönderdiğini bilmiyorum. Yalnız bunların hapsedildiklerini haber almıştım. Ondan belki zannetmişler.
Soru: Salih Bey, Molla Yusuf'u göndermiş. Haberiniz yok mu?
Cevap: Benim Molla Yusuf'tan filan haberim yok.
Soru: Salih Bey'e sormadınız mı bu adamların size yardım edeceğini nereden bildiğini?
Cevap: Dediği şu idi ki "Bunlar hapsedilmişler, çünkü şeriat taraftarıdır." dedi. Bundan mı çıkarım yaptılar, bilmem. Ben Diyarbakır'a gelmedim ve halkını da tanımam.
Soru: Siz yalnız Kürtlerle haberleşiyorsunuz. Eğil taraflarında filan Türklerden büyük adamlar var. Onlarla niçin haberleşmiyordun?
Cevap: Eğil tarafına, Ergani'ye gittim. Türkleri de davet ettim. Dinimize çalışalım, gelin Allah'ın kanunlarını tatbik ettirelim, diyordum.
Soru: Onlar sizinle beraber isyan ettiler mi?
Cevap: Tutan tutuyordu. Tutmayan tutmuyordu.
Soru: Ergani"den kimler vardı?
Cevap: Ergani'den Şevki Efendi vardı. Hamid Ağa vardı. Hacı Hüsnü Efendi vardı.
Soru: Bunlar Türk müdür, Kürt müdür?
Cevap: Türk'türler. Mesela onlar (isyana) katıldılar.
Soru: Acaba bir cemiyet olduğunu duyuyor muydun?
Cevap: Hayır, böyle cemiyetlerden haberim yok.
Soru: Kürt Teali Cemiyetini bilmez misin?
Cevap: Kürt Teali Cemiyeti nerededir, iletişimini temin eden kimlerdir, hiç haberim yok.
Soru: Şeriatı kimden isteyecektin?
Cevap: Şeriat şartlarımız bugün terk edilmiştir. Cumhuriyetten önce de sultanlar zamanından beri terk edilmiştir. Yalnız bunlar kaldırmış değildirler. Allah emretmiş, onu feshetmek nasıl… Allah'ın emrini yerine getirmek lazım değil mi? Bunları yerine getirecek İslam bilginleridir. İkinci söyleme göre de hulefadır.
Soru: Hulefadan maksadınız ne?
Cevap: Hulefadan maksat halifelerdir. Onlar şeriatın şartlarını yerine getirmekle görevlidirler.
Soru: Bir halife mi olsun istiyordun?
Cevap: Olsa dinimize uygundur. O da şeriat şartlarındandır.
Soru: Dünyada üç yüz elli milyon Müslüman var. Bunların içerisinde Müslümanlık için kavga eden yegâne Türklerdir. Bunu bilmez misiniz?
Cevap: Vaciptir. Benim de üzerime vaciptir. Senin de üzerine vaciptir.
Soru: On asırdan beri Hristiyan âlemine karşı İslamiyet'i korumuşlar. Şimdi de Anayasa'da "Devletin dini İslam dinidir." diyor. Peki, bu Cumhuriyet neyi bırakmış?
Cevap: Evet, Türklerdir. Mademki onların elinden geliyor, yine yapsınlar. Biz Kürtler sizinle beraber yok muyduk? Hangi savaşta sizden ayrıldık? Mademki Müslüman'dır, şeriatın şartlarını uygulamak borcu mudur borcu değil midir?
Soru: Her Müslüman kendi eylemlerinden mesuldür. Öyle değil mi?
Cevap: Evet, şahıslar kendi eylemlerinin mesulüdür. Fakat cemiyetin, Hükümetin hatasından her İslam mesul değil midir?
Soru: Elli milyonluk bir Müslüman'ın başına geçen bir Hükümet, eline kırbaç alıp köy köy gezecek mi? Şeyh Said namaz kıldı mı diye?
Cevap: Evet, her köyden soracak. Ben bilmem, kitap öyle söylüyor. Efendimize göstereyim. Filan köyden ezan okunuyor mu, cemaat var mı diye sormak lazımdır.
Soru: Bu Türklere karşı, şeriatın korunması için, kararlaştırılmış bir fikri meydana getirmek kastıyla isyan ettiniz öyle mi? Doğrusunu söyle?
Cevap: Neyin doğrusunu söyleyeyim. Şeriatın şartları ne ise uygulasın. Bunda ne zarar vardı. Dünyamızda, ahiretimizde bahtiyar olurduk.
Başkan Bey: Diyarbakır'a geldiğiniz zaman, onlar içeride hapis diye işitmişsiniz. Kimlerdir o hapsolanlar?
Cevap: Dediler, altmış kişi hapistir. Ben hiç birini tanımıyorum. Cemilpaşalardan beş kişi, bir de Nakib mahpustur, dediler.
Soru: Zat-ı alilerine böyle haber mi geldi içeriden?
Cevap: Haber değil. Öyle dedikodu, herkes söylüyordu.
Soru: Buraya geldiğinizde içeriden haberleşme araçlarınız yok muydu?
Cevap: Diyarbakır'dan gelen giden yoktu. Kimden haber aldılar bilmem. İçeriyle haberleşme aracımız yoktu.
Soru: Ergani'de yalnız Şevki Efendi'yle mi görüştünüz?
Cevap: Ergani'ye gittim. Evet, işgalden iki gün sonra. Bütün ahâliyle görüştüm. O da müttefik idi, bizimle beraberdi.
Başkan: Daha böyle müttefikleriniz kimler vardı?
Cevap: Harbe katılanlar hep müttefikimizdir.
Başkan: Bunların bir beyleri, ağaları, başkanları vardır?
Cevap: Her aşiretin ağası vardır.
Başkan: Memurlardan kimse yok muydu?
Cevap: Memur yoktu, hiç yoktu.
Başkan: Kürt Teali Cemiyetinden bilginiz olmadığını söylediniz. Bitlisli Yusuf Ziya geldiğinde ne görüştünüz?
Cevap: Yusuf Ziya'yı tanırım. Bana gelmişti.
Başkan: Yusuf Ziya Bey size Kürt meselelerinden bir şey söylemedi mi?
Cevap: Ramazandaydı. Bitlisli Haydar Efendi, Yusuf Ziya Bey'in Muşlu Reşid Bey'le ziyarete geldiğini söyledi. Kendisinden ders okumuştum, tanıdım. Yusuf Ziya'nın Bitlis Mebusu olduğunu orada öğrendim. Bir saat kaldılar, çay içtiler, kalktılar gittiler.
Başkan: Tabii bunu söylediği zaman arkadaşlarından ve teşkilatından bahsetmiştir.
Cevap: Bir müddet sonra bahar bayramıydı. Hınıs'a gelmişti. Benim köyüme misafir geldi. Orada açtı. Dedi ki "Biz Kürdistan Hükûmetini oluşturmak üzereyiz." dedi. "Bu imkansızdır." dedim. Fikrim bunu kabul edemiyordu.
Başkan: Erzurum'a kime gidiyordu efendim?
Cevap: Benden para istedi. Dört yüz not istedi. Paramı Ali Rıza'ya vermiştim, veremedim. Eşya almıştı. Borcumu vermek üzere Erzurum'a gidiyorum, dedi.
Başkan: O, size bir Kürdistan Hükümeti oluşturacağını söyledi. Böyle önemli bir söz üzerine kabul etmediğinizi söylediniz Bu adam kimlerle iş yapıyormuş?
Cevap: Hayır, onun da ümidini kestim. Kendi de kanaat etti. Erzurum'dan döndüğünde bir daha görmedim.
Başkan: Cibranlı Halid Bey'le bunun ilgisi var mı? Halid Bey'in tavsiyesiyle gezmedi mi?
Cevap: Bilmiyorum. Mebuslar Meclisi için gezdiği zaman Halid Bey'in tavsiyesi vardır, dediler.
Başkan: Bir Kürdistan Hükümeti yapacağız dedi, bu kadar mıdır? Başka bir şey söylemedi mi?
Cevap: İzahatım yoktur. Bildiğim bir şey yok. İmkansızdır, olmaz dedim. Ne tedbiriniz var ne tertibiniz var, dedim.
Sorgunun ardından savcı Süreyya Bey'in Şeyh Said, Kasım Bey, Şeyh Abdullah, Şeyh İsmail ve Şeyh Şerif hakkında hazırladığı 21 Mayıs 1925 tarihli yüzleşme tutanağı okundu. Daha sonra savcı Süreyya Bey "Şeyh Said'in sorgusu esnasında sanık tarafından savunma aleti gibi kullanılan bazı cümleler vardır." diyerek söze girdi ve şöyle devam etti: "Milletin hâkimiyeti esasına kanıt olan Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlı sınırlar içinde yaşayan insanların güvenliğiyle ilgili uygulamaları bütün dünyanın hürmetle kabul etmesi gerektiği muhakkaktır. Herhangi bir şahsın, devletin herhangi bir bölümünde isyan çıkartarak Hükümete ayaklandıktan sonra işlediği bu cinayeti doğru göstermek için kesinlikle makul bir sebep gösterilemez. O şey, herhangi bir şahsın veya herhangi bir yazarın gözünde meşru olsa bile Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayanlarca işaret ettiğim bu gibi hareketler daima ihanet olacaktır. Sanıklar bu noktalardan bakarak savunma yapmalı ve gerçeklerin açıklanmasına hizmet etmelidir. Şeyh Said'in ifadeleri arasında çeşitli zıtlıklar vardır. Yazılı ifadesinin okunmasını talep ederim."