Gönderi

"o zamanlar "cemrenin suya düştüğü ilk geceydi..." diye başlardı "küçük kara balık" kitabı... sene 1978, çeviri o yıllara ait. sene bilmem kaç diye başlayan cümleler kurmaya başlamışsanız artık büyümeye başlamışsınız demektir. "küçük kara balık" ismi de nedense tuhaf bir şekilde çocukluk ve büyümek kelimelerinin hep yan konmuşu gibidir sanki. okumayı yeni söküyorum, kırmızı kurdeleyi ilk takanlardanım sınıfta... yanımda yöremde en çok kurulan cümleler "teyzesi zehir gibi okuyo artık, bak okusun da gör", "amcası, bak nasıl okuyo artık, hadi bakalım çağan göster amcanlara..." kitaplığa fırlıyorum hevesle, bir kasaba evi için dev sayılabilecek kitaplığımızdaki sıra sıra kitapların sırtlarını görmek çin kafamı yan döndürüp başlıyorum bağıra bağıra okumaya... doss-too-yevsss-ki, aaa-leek-sandır sol-jeenis-tııın, naa-zıım hik-meeet... okuduğum yazar isimleri ya bir gülümseme ya da bir tedirginlik yaratıyor eve gelen misafirlerin yüzünde. tedirgin olanların fısır fısır konuşmalarını duyuyorum annem çay koymaya gidince "çocuğu da kendilerine benzetecekler!" olsun, annemle babamı seviyorum, neden onlara benzemeyeyim ki. "ama bunnar çok kalın, daha okuyamıyom bunları" diyorum. "benim kitaplarım bunnar..." gösteriyorum onlara cin ali ve berber fil, ayşegül bilmemnerede, cin ali bilmemneyapıyor... rahatlıyo misafirler. derken bir akşam yemeğinde babam yeni bir kitap getiriyor eve. "bu senin..."bağırarak okuyorum en üst köşedeki yazıyı "bejrengi..." babam "oğlum doğru okusana... behrengi... küçük kara balık..." resimleri çok az, kitap kalın bir çocuğa göre, büyük adam kitabı. "bu çok kalın okuyamam daha" diyorum... "olsun, yavaş yavaş okursun..." yavaş yavaş okumaya başlıyorum... "cemrenin suya düştüğü ilk geceydi..." anneannem derdi bunu, "cemre düştü artık ısınır havalar." demek ki bunlar da biliyormuş cemreyi... ilk gözağrısı o gece eve bir cemre düşüyor. cemre yüreğime düşüyor. küçük kara balık aklıma düşüyor okudukça... çocuk aklımda yeni şeyler oluyor. hiçbirine benzemiyor bu kitap, kara balık, pembe romantik havalarda çiçek toplayıp hayat ne güzel diye şarkılar söylemiyor. cin ali gibi alık alık gülümseyip çocuk aklınızla bile aptal yerine konduğunuzu haykırmıyor suratınıza. kara balığın bir derdi var diğerlerine benzemez... o okyanusa ulaşmaya çabalıyor... allahım ulaşsın ne olur... annesi üzülmez mi o gidince... ama dönecek eve okyanusa ulaşınca... sonra küçük kara balık'tan bir daha haber alamıyor kimse. cemre boğazımı yakıyor. cemre midemde bir alev topu... ne hakları var üzmeye bizi... dönsün eve... ninesi bekler onu... küskünüm herkese. bu kitabın sonu yok diyorum babama. dönmesini yazmamış. öldü mü küçük kara balık... babam kitabın son cümlelerini gösteriyor... bak küçük kırmızı balık da uyumadı bu hikayeyi dinleyince gidip arkadaşını bulacak okyanusta üzülme. üzülmüyorum babalar doğru söyler. onlara inanmak lazım. kitaplığın küçük bir köşesi bana ayrılıyor. en alt raf. sağdan alt köşe. çağan'ın kitapları. etiket yazıyoruz o rafa. çağan'ın kitapları. kimse elleyemez. bi tane kitapla olmaz ki... kitapları yazdık etikete bak... iyi bakalım diyor babam yenilerini alırız. bir şeftali bin şeftali'yi koyuyoruz ikinci olarak... küçük prens'i, şeker portakalı'nı, doluyor yavaş yavaş... kara balık ilk göz ağrım ama onun yeri ayrı. bir kaç yıl sonra öğreniyorum ki yazarı derede boğulmuş, şüpheliymiş ölümü. cemre alev alıyor yeniden midemi yakıyor. ne zamandır oradaymış demek unutmuştum varlığını. bişeyler yapmak lazım bişeyler yapmak. yoksa sönmeyecek başka türlü... bişeyler yazmaya başlıyorum yıllar sonra, yaptığım kovalarca su dökmek içimdeki ateşin üstüne. "çemberimde gül oya"nın bir bölümünü ona armağan ediyorum "çocukluğumun masalcısı samed behrengi'ye" diye... yeter mi yetmez elbet. bizim intikamımız öldürmek derelerde boğmak olmayacak elbet. yapacak tek şey var... yeni çocuklara yeni kitaplar almak. defalarca yüzdürmek lazım küçük kara balık'ı okyanusta, inadına şeftali vermeyen o ağacı sulayıp büyütmek bir gün şeftali vereceğine inanarak..."
İ
·
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.