Paskalya zamanı baharın başına denk gelmişti. Kızak mevsimi biteli çok olmamıştı. Avlular hâlâ karla örtülüydü ama eriyen karlardan oluşan derecikler köyün sokaklarından akıyordu. İki evin avlusunun arasındaki sokakta da büyük bir su birikintisi oluşmuştu. Köydeki iki farklı evde yaşayan iki küçük kız bu birikintinin başında buluştu. Birinin yaşı küçük, diğerinin büyüktü. Anneleri her ikisine de yeni elbiseler giydirmişti. Küçüğün elbisesi mavi, büyüğün elbisesi sarıydı. Elbiselerin üzerinde desenler vardı. Her ikisinin de başına kırmızı bir eşarp bağlanmıştı. Sabah ayininden çıktıktan sonra bu birikintinin başına gelen kızlar birbirlerine elbiselerini gösterip oyun oynamaya başladı. Bir süre oynadıktan sonra birbirlerine su sıçratmak istediler. Küçük olan ayağındaki ayakkabılarla birikintiye zıplayacaktı ki büyük kız araya girdi.
"Malaşa, suya öyle basma. Annen kızar yoksa. Önce ayakkabımı çıkarayım, sen de çıkar."
Kızlar ayakkabılarını çıkardılar, elbiselerinin eteklerini topladılar ve her iki yandan birikintiye girip birbirlerine doğru yürümeye başladılar.
Ayak bileklerine kadar suya giren Malaşka, "Su da çok derinmiş Akulyuşka, korktum," dedi.
"Merak etme," dedi, "Derin değil. Doğruca bana gel."
Birikintinin ortasında buluşmak üzerelerdi.
Akulka, "Malaşa dikkat et de sıçratma, yavaş yavaş yürü," dedi.
Bunu demeye kalmadan, Malaşka'nın çıplak ayağıyla sıçrattığı su doğruca Akulkina'nın elbisesine bulaştı. Kızın elbisesi, burnu ve gözleri çamura bulandı. Akulka, elbisesinin lekelendiğini görünce Malaşka'ya çok kızdı, kötü sözler söyledi, sonra da kıza vurmak için kızı kovalamaya davrandı. Malaşka korktu, yanlış yaptığını anlayınca su birikintisinden fırlayıp evine doğru koşmaya başladı. O sırada Akulkina'nın annesi girmişti sokağa. Kızının elbisesinin kirlendiğini, gömleğinin lekelendiğini gördü.
"Seni yaramaz! Nerede kirlettin üstünü?"
"Malaşka mahsus su sıçrattı üzerime."
Akulkina'nın annesi Malaşka'yı yakaladı, ensesine bir tokat attı. Malaşka'nın attığı çığlık bütün sokakta çınladı. Bunun üzerine Malaşka'nın annesi de dışarıya çıktı.
"Neden dövüyorsun kızımı?" diye paylamaya başladı komşusunu. Laflar havada uçuştu, kadınlar kavga etmeye başladı. Adamlar da fırlayıp sokağa çıkınca, büyük bir kalabalık toplanmış oldu. Herkes bağırıyor, kimse karşıdakini dinlemiyordu. Dövüştüler de dövüştüler, biri diğerini itti, tam büyük bir kavga çıkacaktı ki Akulkina'nın ninesi çıkıp geldi. Kalabalığın arasına giren kadın herkesi ikna etmeye çabaladı.
"Ne yapıyorsunuz kardeşlerim? Hem de böyle kutlu gün-lerde? Neşelenmek gerekirken günah işliyorsunuz," dedi.
Kadının lafını dinlemedikleri gibi içlerinden biri kadına çelme takmaya bile kalktı. Akulka ile Malaşka olmasay- dı bu ihtiyar kadın kalabalığı ikna edemeyecekti. Kadınlar ağız dalaşına devam ederken, Akulka elbisesindeki çamu- ru temizlemiş ve yine sokaktaki su birikintisinin başına gitmişti. Su sokaktan aşağı aksın diye, eline bir taş alıp birikintinin önündeki toprağı kazmaya başladı. O toprağı kazarken, Malaşka da yardıma geldi, elinde bir sopayla su yolunu kazıdı. Su, kadınların kocaları da kavgaya karışmak üzereyken küçük kızların açtığı kanaldan sızıntı şeklinde akmaya başladı. Kızlar, su akıntısına bir de sopa bıraktılar. Sopa doğruca ihtiyar kadının adamları sakinleştirmeye ça- lıştığı yere doğru sürüklendi. Kızlar da akıntı boyunca, biri bir yanda, diğeri öteki yanda koşturmaya başladı.
"Yakala Malaşa yakala!" diye bağırıyordu Akulka. Malaşa da bir şey söylemek istiyor, ama gülmekten ko- nuşamıyordu.
Kızlar, akıntıya bata çıka sürüklenen sopaya bakarak gülüyorlar, doğruca adamların ortasına doğru koşuyorlardı. Kızları gören ihtiyar kadın adamlara dönüp "Tanrı'dan
utanın! Koskoca adamlar şu küçük kızlar yüzünden kav- ga etmeye başladınız. Ama onlar neler olduğunu çoktan unuttu, yeniden sevgiyle birlikteler, neşeliler, oyun oynu- yorlar. Sizden akıllılar!"
Kızları gören adamlar utandı. Sonra kendilerine bakıp güldüler ve evlerine dağıldılar.
"Çocuk gibi olmazsanız, Göklerin Egemenliği'ne gi-
remezsiniz."
120