Gönderi

Fitil
İnsan bilmeyebiliyor. Belleğinde seni rahatsız ettiğini hissedip durduğun bir çapak vardır hani.. oraya yapışıp kalmıştır.. bir türlü söküp atamazsın çıkartıp tüküremezsin.. Ukde.. O şey düğümlenip kalmıştır orada.. Bilinç de bir yere düğümlenmiştir.. Düş görürsün, ama gördüğün düş işe yaramaz.. işe yarar düş, insana açıklık sağlayandır.. oysa sen, seni iyice düğümleyen, seni kendi içine çeken bir düşe uyanıyorsun: ukde ortadan kalkmıyor, büyüyor.. O çağrıyı aldığımda çağrının hedefinde duran sevgili’yi hemen bulacağımı sanmıştım. Bunu kaç kez anlatmalıyım sana? Kaç kez, bu arayışın battal olduğunu bildirmeliyim? Buna rağmen o çağrının ardından gitmek zorunda bulunduğumu, çünkü ancak bu yoldan onu bulabileceğimi?.. Aramakta, bir şeyin ardına düşmüş olmakta her şeye rağmen bir umut bulunur, ufkun öte yanında konuşlanmış olsa da, ona ulaşamayacağını bilsen de.. tıpkı eleğimsağma gibi: altından geçemeyeceğini bilsen de, o, oradadır ya görüyorsundur ya, belki altından da geçersin, en azından onu deneme imkânı var bulunmaktadır. Ama görünmeyen bir eleğimsağmanın altından nasıl geçersin? Çağrıyı işitip de icabet etmemek, edememek. yani sürekli bekleme halinde kalmak, acının en dehşet verici olanıdır. Cehennemdir. Beyefendinin dediği gibi başkası değildir cehennem olan. Cehennem senin kendi içindedir. Cehennem, şairin dediği gibi bekleme halinde kalmaktır. Irmak karşımda akıyor ve alev içimde büyüyordu. Onu, orada, nehrin kıyısında gördüğümü düşünüyorum. Onu gördüğümü hayal ediyorum. Hayal O arama ânlarında gerçeklikle özdeşleşir: gerçeği mi hayalinde yaşıyorsun, düşün mü hayale dönüşmüştür; yoksa hem hayal, hem düş, gerçeğin parçası haline mi gelmiştir, kestiremezsin. Aşığın söylediğine bu yüzden itibar edilmek istenmez. Düşünü mü gerçek sanmaktadır. yoksa gerçeği mi hayale dönüştürmüştür, anlaşılmaz. Kesin olan o ki, bütün bunlar âşığın gerçeklik alanında tezahür eder. Ondördünde delikanlının çekmek istediği acının ve sıkıntının sınırı yoktur: koşuyu kırbaçlar, her bir kırbaç darbesiyle bağrı dilim dilim yarıldıkça hızını çoğaltır, bir an önce ulaşmak istediği hedef her ufukta bir kulaç daha öteye sıçrar. Bağrında yanan fitil tükenme bilmez. Çünkü, alevin ateşi o fitilden gelir ve ciğer bu ateşe körük olur. Aslında, o fitil, ardından koştuğu sevgilinin ta kendisidir. Öyleyse koş diye buyurur kendine. Öyle yaptı o da... Tabanı zonklayarak, ciğeri parçalanmış, ağzının köpükleri gemi berbat etmiş, koştu. Elini uzatsa ulaşacaktı sevgiliye. Uzattı. Ama her seferinde eli boşa geldi. Öbür yana döndü ve elini bu kez oraya uzattı. Onun kendini mahvetmesi böyle oldu. Kendini mahvetmedikçe, kurtuluşunu yok oluşunda aramadıkça, bu arayışı kutsamadıkça koşuşunun onu hiçliğe götüreceğini, bilincinin en dibindeki bilgelik kütüğü fısıldıyordu. Genç tay çevikliği ona mahmuz oldu. Ve yoluna Öyle devam etti. Öldürün beni diye bağırarak, ateşe sürün beni diye haykırarak... Dumansız ateş saçan nar-ı beyza haline gelmiş olan fitilin bizzat kendisi olduğunu görerek...
Sayfa 1137 - undefinedKitabı okudu
·
23 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.