Hayatı boyunca içindeki anne özlemini dindirmeye çalışmıştı. Hayatı boyunca da içindeki anne özlemini dindiremeden göçüp gitmişti.
Hala mahalli duyguların yaşandığı küçük ilçemizde yaşayan kendi halinde, sessiz bir adamdı. İyi bir insandı aslında; ama kimse iyi biri olduğunu dahi bilmezdi. Benim dışımda kimseyle konuşmazdı. Ve kimse de onunla konuşmak istemezdi. Tuhaf adamdı K. amca. Yaradılışı tuhaf olan insanlardandı.
Bir gün neden bu kadar içine kapanık olduğunu sorduğumda dakikalarca susup cevap vermemişti. Yalnızca düşünmüştü. Kim bilir o an neler düşünmüştü. Düşünceden düşünceye geçerken yüz hatları değişmiş, hayret edilesi bir şekilde farklı bir insana dönüşmüştü. Tuhaftır, işte o gün kimseye anlatmadığı hayat hikayesini bana içtenlikle anlatmıştı. Belki de yıllarca birisinin ona sormasını beklemişti, bilemiyorum. Asla da bilemeyeceğim.
Daha 2 yaşındayken annesini kaybetmiş K. amca. Bunu, kaderin ağlarını erken örmesi olarak tanımlıyordu o günlerde. Aslında annesini hiç tanımamış. "2 yaşında bir çocuğun annesini hatırlaması ve tanıması kendisinden beklenemez," diyordu bunu açıklarken. Annesini kaybetmenin içinde yarattığı boşluk hissini ise kullandığı eski Türkçe kelimelerle tarif etmeye çalışıyordu. Bense o esnada yalnızca hak veriyordum ona... Anlatmasına arada bir mola veriyor ve düşünmeye başlıyordu. Arada bir gözleri doluyordu. Kafasının içinin çok dolu olduğu her halinden belliydi. Nereden başlasa nerede sonlandırsa bilemiyordu. Bazen başladığı bir cümle yarım kalıyor, bazense çok önceden kurduğu ve yarım kalan cümleyi başka kelimelerle tamamlamaya çalışıyordu. Cümlelerinin yarım kalması da yarım kalan cümleleri başka kelimelerle tamamlamaya çalışması da annesizliğindendi sanırım. Yarım bir adamdı işte K. amca.
Hayatı boyunca içindeki o büyük boşluğu başka şeylerle doldurmaya çalıştığını söylüyordu ısrarla. Sırf anne özlemini dindirebilmek için kendisinden yaşça büyük bir kadınla evlendiğini de sesini kısarak itiraf ediyordu usulca. Şaşırıyordum. K. amcanın evlenmiş olduğunu ilk defa o an öğreniyordum. Daha sonrasında, işlerin umduğu gibi gitmediğini, evliliğinin bir hata olduğunu, arayışına çözüm bulamadığını ve eşini kanser illeti yüzünden kaybettiğini ekliyordu peşinden. Bu sefer yüzündeki hatlar yumuşuyor ve eşine duyduğu derin saygıyı bana hissettiriyordu.
Uzun uzun anlatıyordu K. amca. Onun anlattıklarını anlayabilmek için "tuhaf" ve "yarım" olmak gerektiğine karar veriyordum o an. Ben sadece bana düşen görevi yerine getirip dinliyordum onu. Arada bir onay verdiğimi belirten birkaç kelime çıkıveriyordu ağzımdan, o kadar. Sustuğunda ise, anlatacaklarının bitmediğini, asla bitmeyeceğini; ama anlatmanın da içindeki özleme çare olmadığını acı acı itiraf ediyordu. Suskunluğu bundandı demek... O günden sonra hemen hemen her hafta sonu ziyaret ettim K. amcayı.
Bugünse K. amcanın vefat haberi küçük ilçemizde sessizlikle karşılandı. Kimsenin gerçekten tanımadığı o tuhaf adam, o yarım adam bugün öldü. Yaşarken olduğu gibi ölümü de yalnız başına, sessizce ve kimseyi rahatsız etmeden oldu. Cenazesinde imam sorduğunda herkes tek bir ağızdan "İyi biliriz," dedi; fakat kimse K. amcayı iyi bilmezdi. En sonunda herkes kendi sırlarıyla ölüp gidiyordu...
En önden sırtladım K. amcanın tabutunu ve üzerine ilk toprağını ben attım. Annesinin yanına gömüldü. Belki yaşarken hep özlemini hissettiği annesine toprağın altında kavuştuğu için sevinçlidir diye düşündüm. En son da ben ayrıldım mezarının başından ve diğerleri gibi ben de hiç gitmedim mezarına o günden sonra, annesine doya doya sarılsın diye...