Gönderi

Taha Yakup Turan
 Acı insanı büyütür derler hep. Büyükler. Onlar ki yaşamış, hissetmiş, görmüş-geçirmiş hatta geçirilmişler. Bizi olgunlaştıran, hatalarımızı tekrarlamamamızı sağlayan, bir sonraki kararımızda bize doğru yolu gösteren, daha doğrusu hangi yoldan gitmememiz gerektiğini söyleyen acılar, bizi gerçekten büyüten duygular mıdır?  Belki de acılar büyüdükçe, çoğaldıkça insan küçüldü içten içe. Evet, kişinin yaşı büyüdü, tecrübeleri arttı, hata yapma ihtimali azaldı . Peki sonuçta dönüştüğü şey önceki halinden daha mı yüce?  Soru şu; acı büyütür mü? Bir soruyu cevaplamak için önce sorunun yani sorudaki kelimelerin ne kastettiğini kavramak gerek.  Acı, karanlık ve ıssız bi'yerde(!) kayıp ve çaresiz hissetmektir. Aslında herkesin acı tarifi kendincedir. Ama hissetiklerimiz aynı işte. Belki kiminin biraz fazla ama kimsenin birazcık bile az değil.    Büyümek ise, dağ olmaktır; birinin ihtiyacı olduğunda sırtını sana yaslaması. Ağaç olmaktır; ayrım yapmadan herkesi kucaklamak. Ve kuş olmaktır;  ruhunun, hayal gücünün ve inancının sonsuz gökyüzünde sonsuzluğa özgürce kanat çırpmasıdır.  İşte, hayatı daha görmemiş, sabah 8 akşam 5 mesaiyle gülerek koşturaduran bir çocuk mu daha özgürdür, yoksa hayatı tattığınca dîlinde acıyı giderek daha da hisseden ve hissettikçe etrafını sarıpsarmalayan acıları tarafından ruhu sıkışan, büzülen, gitgide içine hapsedilen bir büyük(!) mü?  Güya bazı yasaklar çocuklar içindir. Bazı kelimeleri söylediklerinde büyükleri kızar ve yasaklar koyarlar.Halbuki hayatın içinde insanlara söylemek isteyipte söylenmeyen tonlarca cümleyi içine atan, söylediğinde de çoğu zaman otosansürle istediği kelimeleri seçemeyen, büyüklerin(!) ta kendisidir.  Büyükler, başını sokacak bir ev ve -maaşı (dünyada çoğunlukta olduğu gibi) berbat değilse- araba hayal ederken, çocuklar uçan bir araba, uzayda bir ev hayal eder. Ve yüzyıllar sonra bi'bakarsınız insanlık uçan araçlarla Mars'a gidip koloni kurmaya başlamış. İşte size yüce ilerigörüşlülük.  İnsanlarla ilişki kurarken görünüşüne, elbisesine bakmama ve ilişkilerinde çıkar gözetmeme büyüklüğünü gösteren de bilin bakalım kim.  Acıların bizi büyüttüğü falan yok. Sadece çocuktan(!) daha çocukça bir hale getiriyor. Gereksiz şeylere takılıp, hayata çocukça dargınlıklarla benliğimizi yıpratıyoruz. Büyük acılarımızda ise hayatı tamamen bırakıp sadece yas tutuyoruz. Oysaki dışarda zaman durmuş değil. Acı, hayatı yaşamaya devam ederken içinden duyulur, pandomimle gösterişten öte gitmez. Hatta acıları ne kadar içinde  tutarsa o kadar sahip çıkar onlara, ne kadar gösteriş yaparsa da o kadar çabuk unutur acılarını. Yani benliğini, özünü unutur insan.  Bir de herkesin acıyı sadece kendisi çekiyormuş gibi davranması... Kendi çektiği acıyı yaşamasını bilmediği gibi çevresindeki insanların ne hissediyor olduğunu umursamaz hatta başkasının acısına saygısızlık yapar. Oysa herkes her an kendisi kadar düşünmeli yanındakini ve hatta dışarıdaki herkesi. En azından saygı duyulmalı  Sonuçta sevdiği birisini, sevdiği şeyleri bir şekilde kaybetmeyen kim var ki.   Anlaşılıyorki bizi küçülten acılar değil, bizim acı çekmeyi bilmememiz. Gayem acılardan kurtulun demek değil ha aksine acılara tutunun, onlara sahip çıkın. Çünkü bizi farklı yapan, bizi biz yapan şeylerden biridir bu. Acılarla yaşamayı öğrenirsek ihtiyarlarız, yoksa sadece yaşlanırız.. Yazarken anladımki(daha doğrusu belki binince defa anımsadım) her şeyde olduğu gibi sorun yine insanda yani kendimizdeymiş. ''bir aşka yetecek kadar ve anımsatacak kadar sebepsiz bir ölümü, acılarımız ve kafiyelerimiz var... işte hepsi bu kadar....''
·
6 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.