Gönderi

Lakırdı
Bugün ODTÜ DKSK'dan bir tırmanıcıyla Yalçın Koç'un kulaklarını çınlattık. Kendisi, Koç'u dağcılık-kaya tırmanışı faaliyetleri dışında tanımıyor çok kimse gibi. Onu yolcu ettiğimden bu yana, yani neredeyse tüm gün bu giriş metni ve ilintili meseleler döndü durdu zihnimde. Bilindiği üzere fiiliyatı "seyr" ile mukayyet olan, her an bir şe'nde olamaz. Bu "seyr" bir zorlamayla -sündürerek diyebiliriz- tabiatın tümüne teşmil edilerek ancak panteizme varılabilir. Şu an, şimdi, burada ("bu'ra" neresiyse, tek tek her bir kişinin bu'ra'sı) olan ve elbette paradoksal biçimde hiçbir yerde olmayan Tanrı'nın, her an bir şe'nde olan Tanrı'nın (dur-duraksız yaratım) yalnızca "seyr" ettiği söylenemez. Öyleyse kaynağını vahiy ve nübüvvetten alan (kümülatif diyerek peygamberler tarihini, hatta mezkur tarihe bugün 'iptidai' addedilen inanç sistemlerini de tarihsel tortularına rağmen katabiliriz) kelam, tasavvuf gibi disiplinlerin her birinin bir çeşit deus ex machina olduğu söylenmelidir. Fakat Koç'un işaret ettiği gibi bunu zaten Grekler, kendi düşünce çerçeveleri dahilinde söyledi. Romalılar aldı ve modifiye ederek kiliseye yerleştirdi. Ama biz -bizim kim olduğumuz sanırım buradaki ana mesele- hiç böyle bakmadık. Bu durumda, ilahîyat, teoloji'nin Türkçeye tercümesi ise eğer, bunun yanlış bir tercüme olduğu, söylenebilir, hatta belki de söylenmelidir. Bir çeviriye girişmeden, tercüme etmeden, müstakil bir saha olarak "Tanrı-biliş"ten bahsetmek, daha isabetli olabilir. Çünkü Tanrı-insan ve Tanrı-âlem ilişkisinin tek yönlü bir çizgiden ziyade dairesel olduğu söylenebilir. O'na gidilmez, O gelmez, gelişilir-gidişilir, bilişilir. Söz konusu işteşlik, dualizmin (Gnostik geleneklerde yahut Zerdüştlükte olduğu gibi), ezelî madde (veya töz) anlayışının, kapalı evren/mekanik tanrının imkansızlığına da işaret eder. Bin küsür yıllık nübüvvet-velayet tartışmalarının -Platon dahil edilirse iki bin küsür yıllık diyebiliriz-, görebildiğim okuyabildiğim kısımları çerçevesinde, en azından şimdilik bana düşündürdüğü odur ki, kalbin başına gelenlerin, kişiyi kişiye bildiren vahiyler olduğunu düşünmemek zordur. Bu düşüncenin nübüvveti değilleyip değillememesi meselesi, elbette eski bir sorundur. Belki geleceğin Tanrı-bilişçilerinin çözeceği bir sorun... Kelam-ı kibar mıdır yoksa kudsî hadis midir bilmiyorum, pek merak da etmiyorum doğrusu, fakat bağlam dairesinde (doğum/ölüm) manası, adı güzel peygamberin ağzına pek yakışmaktadır, "men arefe"nin. Bağlam dairesi yerine bağlam spiralinde demeli belki de. Böylelikle bir başka paradoks imlenmiş olur ve bu sayede insanî bağlama ezeli ve ebedi bir eksiklik/tamamlanmamışlık izafe edilerek Tanrı'ya işaret edilebilir, hem zaten Tanrı 'bağ'lanamayandır, spiral de sonsuza kadar 'spire' eder, döner durmaz, döner de döner.
Mehmet Emin Alperen Kılıç

Mehmet Emin Alperen Kılıç

@toprakvegokyuzu
·
"Theo-logia'yı"ı, önce, sözcüklerin anlamı itibariyle ele alalım. "Theos", Grekçe'dir; "tanrı" anlamına gelir. Sözcüğün çoğulu "theoi"dir; "tanrı'lar" anlamında. "Thea", "kadın tanrı" belirtmek üzere kullanılır. "Grek mutho-graphia'sı" itibariyle, "theos", bulunduğu yer'den, dünya'yı seyr'eder". "Theoros", "seyr'eden" anlamındadır. Bu bakımdan, "theos, theoros'tur". Türkçe'de ifade edersek, "tanrı, seyr'eden'dir"; "Grek mutho-graphia'sı" itibariyle. Bu bakımdan, "theo-logia" sözcüğü ile geniş manada kastedilen, "theoros-logia'dır". "Theoros-logia", "seyr'eden'e dair fikriyat'tır". Bu ifade, aynı zamanda, "theo-logia'nın" anlamını da belirler. Şöyle söyleriz: "Theo-logia" ile kastedilen, "seyr'eden'e dair fikriyat'tır". "Theoros", "theoria" icra eder. "Theoria", "manzara" esasında "seyr'et'mek'tir"; buna, "nazariyat" deriz. Burada, "nazariyat" ile kastedilen, elbette ki, "kuram'lar", yani "kavram'sal (düşün'sel) yapı'lar" değildir. "Nazariyat" ile kastedilen, tekrar edelim, "manzara" esasında "seyr'et'mek'tir". "Manzara" esasında "seyr'et'mek", "psukhe" itibariyle düşünülen "kuvvet'ler'e" mahsus "icraat'tır". "Kuram" ise, "dil" esasında tesis edilen "kavram'sal (düşün'sel) yapı'dır". Bu itibarla, "theo-logia", "theoros'a mahsus theoria'ya dair fikriyat'tır"; Türkçe'de ifade edersek, "theo-logia", "seyr'eden'e mahsus nazariyat'a dair fikriyat'tır" deriz. Bu hususu kısaca şöyle ifade ederiz: "Theo-logia" ile esasen kastedilen, "theoria-logia'dır"; yani "nazariyat'a dair fikriyat'tır"; bu manada "nazariyat'ın", sadece "seyr'eden'e" mahsus olması sebebiyle. Netice olarak şöyle söyleriz: "Theo-logia", esasen, "nazariyat'a dair fikriyat'tır". Bu noktayı, sadece "Grek mutho-graphia'sı" esasında ve "Grekçe'ye mahsus kavram'lar" vasıtasıyla açığa çıkardık. Bu hususu tekrar belirtmiş olalım. ... "Theoria-logia" olarak "theo-logia", "dil" esasında olmak üzere, "nazariyat'a dair fikriyat'tır"; "dil'in ve düşünce'nin sınır'lar'ı'nı" da araştıran ve bunları da kuşatan şekilde. ... "Nazariyat'a dair fikriyat" olarak "theo-logia", "felsefe" ismi ile anılan fikriyatın da bizatihi "zemin'i" ve "çerçeve'si'dir". Bu hususu, en açık şekliyle, "Attike'li Eflatun'un" yazılı metinlerinde görürüz. Bu konuya, "Anadolu Mayası'nda" etraflıca temas ettik. Bu itibarla, "Attike'li Eflatun", "theologos'tur"; yani, "nazariyat fikriyat'çı'sı". Yani, esasen, "seyr'eden'e mahsus nazariyat'ın fikriyat'çı'sı". Göz ardı edilerek unutulan bir hususu hatırlatalım. Aristoteles, eserlerinin tasnifi sebebiyle "ta meta ta phusika" şeklinde nitelenen ve bu isimle anılan eserinden, bizatihi "theologia" olarak bahseder. Bu itibarla, bahis konusu esere verilebilecek, "uygun bir ad", "Theo-logia"dır; elbette ki, "sıralama" esası üzerinden düşünülen "Ta Meta ta Phusika" değil. Ancak, Aristoteles'in, "nazariyat'ı", bizatihi "dil'e" ve "dil esasında algılanan dünya'ya" münhasır kılması sebebiyle, eserlerinde tesis edilen, sadece "dil esasında fikriyat'tır"; yani, esasen "söz'e dair fikriyat". Bu itibarla, Aristoteles, "pseudo-theologos'tur" da deriz; "söz'e mahsus seyr'in fikriyat'çı'sı" olması sebebiyle.
Sayfa 11 - Cedit Neşriyat, Ankara, 2008, 1. Giriş
·
245 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.