.
"𝙽𝚒𝚢𝚎 𝚝ü𝚔𝚎𝚝𝚒𝚢𝚘𝚛𝚜𝚞𝚗 𝚢𝚊ş𝚊𝚝𝚖𝚊𝚔 𝚟𝚊𝚛𝚔𝚎𝚗 𝚌𝚊𝚗ı?"
𓅂
________________________________________________
Şimdi size öyle bir kitaptan bahsedeceğim ki, hem aşkı hem zamanı hem de insan ruhunun en derin hislerini anlatıyor. William Shakespeare’in Sonelerinden bahsediyorum. 154 şiirden oluşan bu eser, sadece bir şairin aşk mektupları değil; insanın zamanla, güzellikle ve ölümle olan mücadelesinin bir özeti gibi. Ama işin en güzel yanı, elimizdeki çeviri o kadar başarılı ki, sanki Shakespeare bu şiirleri Türkçe yazmış gibi duruyor. Ne yapay bir anlatım var, ne de şiirin büyüsünü bozan bir kelime. Tam anlamıyla bir edebi ziyafet.
Shakespeare denince akla önce oyunları gelir tabii: Hamlet, Macbeth, Romeo ve Juliet... Ama soneler, onun en kişisel, en mahrem ve en samimi metinleri diyebilirim. Oyunlarında karakterler aracılığıyla konuşuyorsa, burada doğrudan kendi sesini duyuyoruz. İçinde aşk var, tutku var, ihanet var, zamanın yıkıcılığı var. Kimi zaman derin bir melankoliye kapılıyor, kimi zaman ise aşkın insanı nasıl kör ettiğini anlatıyor. Diyor ki mesela: “Âşık gözlerinin kör olduğunu söylerler, doğru; zira aşk yargıyı mahveden bir kudrete sahiptir.” Söylerken bile bir bilgelik var, değil mi?
Bir de diğer büyük şairlerle kıyaslayalım. Petrarca, Dante gibi isimler aşkı çok daha idealize bir biçimde ele alıyorlar. Aşk onlar için kutsal bir şey, bir yücelik meselesi. Goethe deseniz, o daha felsefi bir noktadan bakıyor. Ama Shakespeare’in aşkı daha insani, daha elle tutulur, daha gerçek. Aşkın getirdiği mutluluk kadar, beraberinde getirdiği acıyı da anlatıyor. Ve bunu yaparken de en büyük korkusu belli: Zaman. Zamanın her şeyi mahvetmesi, güzelliği soldurması, aşkı eskiltmesi... Ama Shakespeare bunun bir çözümünü bulmuş: Yazmak. “Seni bu satırlarda sonsuza dek yaşatıyorum” derken, aslında tüm şairlerin yapmak istediğini söylüyor: Kelimelerle ölümsüzlüğü yakalamak.
Divan edebiyatı şiiriyle kıyasladığımızda ise farklı bir tablo çıkıyor. Bizde aşk deyince akla hemen Fuzûlî, Bâkî, Nedîm gelir. Onların aşk anlayışı daha ilahi, daha manevi bir boyutta. Shakespeare ise doğrudan insanın beşerî aşkıyla ilgileniyor. Yani bir Fuzûlî'nin “Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip” diye seslendiği aşk, Shakespeare’de daha dünyevi, daha zamana karşı bir mücadele hâlinde. Ama ikisi de aynı noktada birleşiyor: Aşkı kelimelerle ebedî kılmak.
Ancak burada küçük bir eleştiri yapmak gerekirse, Shakespeare’in soneleri bazen fazla tekrar ediyor. Özellikle zaman, aşk ve ölümsüzlük arasındaki döngüsel anlatım, bir noktadan sonra benzer temaların farklı kelimelerle işlenmesi gibi hissettirebilir. Bu, şiirlerin etkileyiciliğini azaltmıyor ama bazı sonelerin diğerlerine kıyasla daha güçlü olduğu kesin. En etkileyici olanlar, sevgiliye hitap edilen, aşkın güzelliğini ve faniliğini en yoğun hissettiren bölümler.
Peki, Shakespeare’in sonelerini seven biri başka hangi şairleri okumalı? Öncelikle John Donne’u öneririm. Metafizik şiirler yazan bir İngiliz şairi, aşkı ve ölümü çok derin bir şekilde ele alıyor. Bir de Rainer Maria Rilke var, onun Soneler kitabı da Shakespeare'in lirizmine yakın bir tat sunuyor. Eğer bu tür yoğun ve anlam dolu şiirleri seviyorsanız, bunlar da sizi mutlu eder.
Hulâsa ve tavsiye, Shakespeare’in soneleri sadece bir aşk şiirleri koleksiyonu değil. Zamanı, ölümü, güzelliği ve insanın en derin duygularını kelimelere döken bir başyapıt. Eğer hâlâ okumadıysanız, mutlaka şans verin. Kim bilir, belki de Shakespeare’in ölümsüzlüğü sizin zihninizde devam edecektir.