Gönderi

376 syf.
5/10 puan verdi
·
Liked
Sanırım en uzun yorumum bu olacak :) Bir kitaptan bir şey öğrenebilmem benim için çok önemli. Birçok kitabımı da bu sebeple okurum. Ve belki yine bu sebepten klasik dram ve özellikle aşk hikayeleriyle dolu kitapları okumaktan sıkılırım. Bu kitaba da ön yargıyla yaklaşmıştım, yazar şimdiye kadar okumadığım birisiydi ve kitabı dram türündeydi. Ama beni yanılttığını söylemem gerekiyor. Kitap hızlı ilerliyor. Yalın bir anlatımı ve güzel bir Türkçesi var. Hikaye, amcası tarafından tecavüze uğramış Vanlı bir genç kız olan Meryem, onun askerden yeni gelmiş ve Meryem'i töre sebebiyle öldürmesi için görevlendirilmiş kuzeni Cemal ve İstanbul'daki hayatından sıkılmış, kendisini bulmak için yola çıkmış bir adam olan Prof. İrfan Kurudal arasında geçiyor. Önce karakterler tek tek ayrı bölümlerde anlatılıyor; onların duyguları, düşündükleri, yaşadıkları.. Daha sonraki bölümlerde üçünün hikayesi birbirine karışmaya başlıyor. Benim fikrime göre kitap olay üstüne kurulu değil. Betimlemeler de çok yok. Yani ne durum anlatıyor ne olay. Ana yoğunluk bunların hiçbirinde değil. Nasıl diyeyim kitap sanki bir "bakış açıları sözlüğü", "davranış analiz ansiklopedisi", "Türkiye siyasi/dini/kültürel haritası". Bazı yerlerinde " Ya gerçekten böyle mi düşünüyorlardır, böyle mi yapıyorlardır, hem bunu düşünüp hem böyle nasıl davranabilir insan?" diye ikirciklendim. Ama bu dünya, işte böyle bir dünya.. Kitaptan çok şey öğrendim, birçok yerinde uzunca düşündüm, kendimi sorguladım, etrafımdaki bu kalıplara uyan insanları değerlendirdim. Bazı şeylerin açıklamasını buldum, bazılarında ise hiç bilmediğim şeyleri ilk defa duyup güldüm/üzüldüm.. Hani bazı tespitler vardır. Aslında durumun farkındasınızdır, bir "durum" vardır ama bunu nasıl açıklayacağınızı ya da kelimelere dökeceğinizi bilemezsiniz. Ve gün gelir, bir kitap ya da bir insan size öyle bir şey söyler ki kafanızdaki o açıklanamayan şeyin tanımına kavuştuğunu anlarsınız, bu kitapta da öyle oldu benim için.. Ayrıca yazar karakterlerini her açıdan değerlendirmiş. Her bakış açısını yakalamaya, her duyguyu aktarmaya, her davranışın sebebini açıklamaya çalışmış ki bu beni bir kitaba bağlayan şeylerden.. Kısacası kitap benim için farklı bir deneyim oldu. Bu arada, kitabı okurken yazarın kendisini hangi karakterle özdeşleştirdiğini düşündüğümde aklıma İrfan Kurudal gelmişti ama meğer o kendisini Meryem ile özdeşleştirmiş, kendisini ona daha yakın buluyormuş.. (SÜRPRİZ KAÇIRAN VARDIR!) Şimdi kitapta beni en çok etkileyen kısımlardan bir kaçını aşağıya ekliyorum: 1- Gerçekten koca koca şehirlerden küçük şehirlere ya da kırsala göç etmeye karar veren paralı,kariyerli,sağlıklı v.b insanlar, yani dışarıdan hayatlarındaki her şeyin normal/iyi gittiği düşünülen insanlar da İrfan Kurudal'ın geçtiği gibi bir süreçten mi geçiyordu? Metanoya (kendi öz benliklerini bulma) amacıyla mı her şeyi bırakıyorlardı? Ve sonu böyle mi oluyordu? Aslında basit bir karar ya da delilik anı diye adlandıracağımız şey bu kadar çetrefilli bir şey miydi? Ve kendini bulmak, kendine yönelmek sadece zenginlere ya da dünyada başka hiçbir şeye bağlı olmayan insanlara mı has bir şey? Şimdiye kadar "pişmiş" dediğim, "kendini tanıyor" dediğim tüm insanlar evli ama çocuksuz ya da sorumsuz, bekar ama yalnızlığının kıymetini bilen insanlardı. Acaba "kendini tanımak" dediğimiz şey, sadece belirli kişilere özgü ya da kendini tanıma fırsatı bahşedilmiş insanlara ait bir şey mi, herkesin yapabileceği bir şey değil mi? Kafamda çokça soru ama cevapların bir kısmı alınmış, bir kısmı ise duruyor.. 2-Hobbes'un "İnsan insanın kurdudur" sözü en çok duyduğum sözlerden birisi. Hele ki kimsenin kimseyi sevmediği, dürüst ve iyi niyetli insanların aptal olarak addedildiği bu dünyada. Zülfü Livaneli'nin ise tam aksini iddia eden "İnsan insanın zehrini alır" sözü sanırım kitabın en etkileyici cümlelerinden. İnsanın bu kadar herkesten kaçarken bu kadar herkese muhtaç olması. İronik bir paradoks.. 3- Neden magazinsel şeyler okunur/izlenir? Kitabın açıklamasına göre (benim anladığım kadarıyla) magazinin ortaya çıkışı şöyle: insanlar kendilerini avutan, oyalayan, dedikodusu yapılan mitolojik tanrılar döneminden tek tanrı dönemine girince sıkılmış; bu eski tanrılar gibi aşık olan, kıskanan, savaşan, bin bir macera yaşayanlar yerine dişi mi erkek mi bilmediği bir Tanrı'yı bulunca, eski alışkanlıklarını devam ettirmek için bu eski tanrıların yerine yeni tanrı ve tanrıçalar yaratmışlar. Bunlar da ya film yıldızı ya futbolcu ya manken ya politikacı ya da ünlü birileri.. Magazin merakını, o evlilik programlarının bu kadar izlenmesini, Survivor gibi yarışmalarda kavgaların, çekişmelerin bu kadar talep görmesini oldum olası anlamamışımdır ve bu açıklama bana nedense çok mantıklı geldi :) 4- Türkiye'de burjuva neden Avrupadaki gibi değildir? Kitaba göre; Türkiye'deki burjuva tam olarak burjuva olamamıştır çünkü para kazandığı zaman ona yol gösterecek ve zevklerini inceltecek bir aristokrasi örneği yoktur. Aristokrasi örneği olmaması da, Osmanlı dönemindeki anlayıştan ileri gelir. Doğrudan alıntıyla şu şekildedir: "Osmanlı İmparatorluğu'nda bir aristokrat sınıfı yaratılmamasına özen gösterildiğini biliyordu profesör. . Ve (Osmanlı hanedan üyelerini kastederek) kendi karşılarında hiçbir aileyi güçlendirmemek için Türk kızlarıyla bile evlenmemişler; karılarını hep Macaristan, Rusya, İtalya gibi ülkelerden seçmişlerdir.. Böylece Osmanlı'dan bir soylu sınıfı devralamamış, bu da İstanbul eliti denen parası bol ama yaşam kültürü bakımından lümpen, acayip bir kesimin doğmasına yol açmıştı." Açıkçası yabancı eş tercihinin bununla alakalı olabileceğini, bir devlet politikası sebebiyle böyle olduğunu hiç ama hiç düşünmemiştim. Doğruluk payını bilemiyorum tabi, bir iddia da olabilir. 5- İnsanlar neden televizyona bu kadar bağımlı? Kitap diyor ki: "Yakup ve ailesi sanki gerçek yaşamlarını televizyonda geçiriyor, gündelik yaşamlarını ise geçici olarak katlanılması gereken bir sıkıntı dönemi olarak görüyorlardı." Bu yorumu sadece televizyon bakımından değil; diziler, filmler, sosyal medya v.b ile bir arada düşündüğümüzde, insanlar gerçekten hayatlarını katlanılması gereken bir sıkıntı dönemi olarak görüyor olabilirler mi? Kendimi değerlendirdiğimde, en çok film/dizi izleme dönemimin sıkıntılı ve hayatımdan sıkıldığım zamanlarda olduğunu, üzülerek, kabul ediyorum. 6- Yine kitapta şöyle bir tespit var: "..bir ülkenin bayrağından da önemli kavram ortak ritim duygusu. Melodi değil, ritim." Bu cümleye pek katılmasam da "ortak ritim" kısmının doğru olduğunu düşünüyorum. İlerleyen cümlelerde bahsedildiği gibi, insanların aynı müziği dinlerken farklı ritimler tutturmaları, birisinin elleriyle tap tap yaparken birisinin bacaklarıyla artistik hareketler yapması ya da gerdan kırıp kalçalarını kıvırması, göbek atması onların hangi kültüre ait oldukları konusunda büyük bilgi veriyor. 7- İrfan Kurudal adlı karakterin İstanbul'a sığamamasını; hatta bu rahatsızlığının, bunca paraya mala mülke sahipken İstanbul'dan nefret etmesine sebep olmasını çok çok iyi anlıyorum. İstanbul'a ait, oradaki arkadaşlarına ait değerlendirmeleri çok gerçekçi. Kısa, net, temiz ve gerçeğin vuruculuğuna sahip betimlemeler.. 7- Ve askerlerimiz, mehmetçiklerimiz.. Her zaman bu konu içimi dağlamıştır. Okurken de gözlerimin dolduğu yerler oldu. Hele ki Cemal'in kamuflajının içerisinde neden plastik pazar poşeti taşıdığını öğrendiğimde gözyaşlarıma hakim olamadım. Gencecik çocuklarımızın böyle bir hayatı yaşaması, böyle travmalar atlatması.. Gerçekten hepsine çok şey borçluyuz. Allah'ım şehit olanlardan merhametini, gazi olanlardan rahmetini esirgemesin. Son olarak bazı şeylerin, bazı kitapların zamanı varmış. İnsanın kendisini tanımasının bir zamanı olduğu gibi.. Çok küçük bir azınlığın, aklı kemale erdiği andan itibaren ne için yaratıldığını, dünyadaki amacının ne olduğunu bilebileceğini; geri kalanların ise eğer yeterince şanslılarsa ve yüreklilerse kendilerini tanıyabileceklerini bir kere daha anladım.. Hani yaşadığımız bu aceleci dünya bize sürekli "Geç kaldın!", "Yaşlanıyorsun ve daha hayat amacını bile bilmiyorsun!" diye diretiyor ya, DİNLEMEYİN. Geç kalmadınız. Babacağızımın dediği gibi "vakti gelmeden çiçek açmıyor" ve vakti gelmeden insan bazı şeyleri kavrayamıyor. Bu kitabı eğer vaktinden önce okusaydım, bu şekilde nemalanamaz, bu kadar etkilenemezdim. Hiçbir kitap, hiçbir insan, hiçbir eylem için geç kalmış değiliz. Umarım sizin de zamanınız gelmiştir bu kitap için. Keyifli okumalar.
Mutluluk
MutlulukZülfü Livaneli · Doğan Kitap · 202036.3k okunma
·
42 views
Hilal okurunun profil resmi
Elinize, yüreğinize sağlık. Güzel bir inceleme olmuş :) Gerçekten öğretici, iyi analizleri olan ve sorgulatan bir eser. Zaten Livaneli'yi çok seviyorum, bu eseriyle iyice pekişti :)
Portakal Çiçeği okurunun profil resmi
Benim ilk okuduğum kitabıydı, yazarın yazım şeklini ve betimlemelerini sevdim. Rahatsız edici kısımları da vardı ama, sanki böyle bir resmin,haritanın,olayın öğretmeniniz tarafından açıklanması gibi.. Güzel kitap, çok güzel :)
2 next answer
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.