Gönderi

8/10 puan verdi
·
Beğendi
Kitabın 113. incelemesini yapan bir okur olarak baştan ifade etmek isterim ki, kitabın içeriğine, yazıldığı döneme, yazarın içinde bulunduğu şartlara, teknik özelliklerine ve benzeri konuların detaylarına girmeyi pek düşünmüyorum. O nedenle, kitabı henüz okumayan okurların sitedeki birbirinden değerli incelemelere göz atmalarında fayda var... Ben kendi incelememde 1846 yılında yazılan bu romanı, yaklaşık 175 yıl sonra neden hala büyük bir hevesle okuyup etkilendiğimiz sorusuna dilim döndüğünce yanıt aramaya çalışacağım... Tabii kitabı Dostoyevski'nin yazmış olması dışında kalan nedenlerden bahsediyorum... Çünkü bu kitabı okumamızın arkasında yatan en büyük nedenlerden birinin bizzat kitabın yazarı olması su götürmez bir gerçek... --------------------- Yoksulluk sınırı diye bir kavram var hayatımızda... Bana çok enteresan gelir bu kavram... Nedir yoksulluk sınırı? Bu sınırı geçince ne olur? Nasıl bir dünya vardır bu sınırın ötesinde? Kim neye göre çizmiştir bu sınırı ve kimler bu sınırın başında nöbet bekler, kaçakları içeri sokmamak için? Bu sınır, Meksika Sınırı gibi birşey olsa gerek... Bin bir zorlukla o sınırı geçen insancıklar, özgür bir dünyaya adım attıklarını sanırlar. Oysa içlerinden pek çoğu, özgür ama yoksul oldukları topraklardan, köle ve yoksul olacakları topraklara adım attıklarını yıllar sonra fark ederler... Özgür ve zengin dünya vaadi, tavşanın önünde sürüklenen ipe bağlı bir havuç gibidir. Tavşan havucu gördüğü müddetçe onun peşinden koşmaya devam edecektir. Ta ki fiziksel ve ruhsal olarak tükeneceği noktaya varıncaya kadar... İşte yoksulluk sınırı da bu müstakil durumun kurumsallaşmış halidir... Yoksulluk sınırını geçtiğimiz anda aslında başka bir yoksulluk sınırının içine girdiğimizi sonradan hayat tecrübeleri ile öğreniriz. Bize bunu öğreten, yasalarla sabitlenmiş bir 'zenginlik sınırı'nın olmayışıdır. Böyle bir üst sınır olmadığı için, havucun bizi götürdüğü yere kadar koşmaya devam ederiz. Artık 'temel ihtiyaçlarımızı' karşılayabiliyor olmak, bizi yoksul olmaktan çıkarmaz. Çünkü ilk yoksulluk sınırını aştığımızda temel ihtiyaçlarımız da hemen kendini yeniler. Evinde, herhangi birine muhtaç olmaksızın günde üç öğün yemeğini pişiremeyen, çocuklarını doyuramayan kişi yoksuldur. Eğer bunları rahatlıkla yapabiliyorsa ama evine et sokamıyorsa o kişi de yoksuldur. Her akşam evinde yemeğini yiyen aile ise, haftanın 3 günü 'o kebapçı senin bu balıkçı benim' diyen aileye göre yoksuldur... Yani sözün özü yoksulluk, yağsız pirinç lapası ile sütte marine edilmiş dana antrikot arasındaki o uzun yoldur... Bu denklemi günümüz hayatının her alanına taşıyabilir, yemek, moda, teknoloji, kariyer, konut, semt, tatil gibi kategori başlıkları altında detaylandırabilirsiniz. Zaten bunların karması da sizin kişisel yoksulluk derecenizi ortaya çıkarır... ---------------------- Eminim pek çok okur, kitabı okurken Makar Alekseyeviç ve Varvara Alekseyevna karakterlerinin içinde bulunduğu duruma acımış, ve bu 'insancıklar'ın arasında olmadığı için Tanrı'ya şükretmiştir. O zaman şimdi sormak istiyorum... Ey modern hayat insanları... Ey beyaz yakalılar... Bu sorular size geliyor... - Patronunuz yüz metre ötenizden geçtiğinde önünüzü ilikleyip el pençe divan durmuyor musunuz? Evet, duruyorsunuz... - Olur da sizinle iki çift laf ederse veyahut elinizi sıkarsa bir coşkun şevk içinde en az 1 hafta sağda solda bunun muhabbetini yapmıyor musunuz? Evet, yapıyorsunuz... - Sırf iş yerindeki imajınız uğruna maaşınızın yarısını Zara'ya, Mango'ya ve kişisel bakım merkezlerine harcamıyor musunuz? Evet, harcıyorsunuz... -Bırakın ayakkabınızın altının delinmesini, üzeri biraz yıpransa gidip çifter çifter ayakkabılar almıyor musunuz? Evet, alıyorsunuz... - Pek çok kadın, bir kariyer planlaması olarak 'zengin koca' fırsatlarının peşine düşmüyor mu? Evet, düşüyor. - Bir aşk evliliği yapmadığı için, içinde oluşan boşluğu dışarı yansıtmamak uğruna, evdeki tutku kurabiyelerini kurdelelere saracak, çay bardaklarına renkli kumaşlardan giysi yapacak kadar şuurunu kaybetmiyor mu bu kadınlar? Evet, ediyor... O halde neden acıyorsunuz o insanlara? Yoksulluk dereceleri sizinkinden daha düşük olduğu için mi? Gerçekten sizin hayatınızın o insanların hayatından farklı mı olduğunu düşünüyorsunuz? Sizi İNSANCIK değil de İNSAN yapan şey, kıyafetlerinizin daha yeni olması mı, yoksa oturduğunuz evlerin daha konforlu olması mı? Belki de borç almak için Makar Alekseyeviç gibi iki büklüm olup, kilometrelerce yol gidip tanımadığınız birinden borç istemek yerine, en yakın banka şubesine girip kredi çekmek, daha insan yapıyordur sizleri... --------------------------- Ne demiştik sözün başında? 175 yıl önce yazılan bir kitap neden hala büyük bir ilgiyle okunuyor diye bir soru sormuştuk... Ben bu soruya yanıt ararken ister istemez bazı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldım. Dostoyevski'nin 1846 St. Petersburg'unda yarattığı hayat, eve yeni alınmış pırıl pırıl bir banyo aynası kadar bizim hayatımızı da yansıtıyordu... Sadece biz kendimizi insancıklar olarak tanımlamak yerine daha iç ferahlatan başka isimler bulmuştuk kendimize... Ancak ne bir sınırı kaldırmayı başarabilmiş ne de 'insan' olma, insanca yaşama yolunda somut bir adım atabilmiştik... Çünkü biz o havucu gerçekten çok istiyorduk... Herkese keyifli okumalar dilerim...
İnsancıklar
İnsancıklarFyodor Dostoyevski · Can Yayınları · 202362,8bin okunma
··2 alıntı·
8 artı 1'leme
·
71,1bin görüntüleme
Bayram aslan okurunun profil resmi
kitapları bu uygulamada okuyabiliyormuyuz aceba?
Necip G. okurunun profil resmi
Hayır maalesef...
Kübra okurunun profil resmi
👏👏👏
Deniz Dandal okurunun profil resmi
Estafurullah. Rica ederim.
Geri17
74 öğeden 71 ile 74 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.