5)KİTABIN MİNİ ÖZETİ
Ferdinand Avusturyalı’dır
Askere alınmamak için İsviçre’ye
yerleşir.
Savaş karşıtı görüşleriyle tanınan Zweig
1. Dünya Savaşı boyunca bu görüşlerini yaymayı kendine misyon edinmişti.
Avrupalı ve "dünya vatandaşı" kimliğine
büyük değer veren yazar, yapıtlarında savaşın
yıkıma uğrattığı "eski dünya"nın değerlerinin kayboluşunu büyük ölçüde dert edinmiştir.
Mecburiyet'in ana karakteri
ressam Ferdinand da savaş sırasında
askere alınmamak için İsviçre'ye kaçar.
Bir gün askerliğe elverişliliğinin tespiti için konsolosluğa davet edilir.
Evde eşiyle, askere gidip gitmeme konusunda kısa bir tartışma yaptıktan sonra askerlik şubesine gitmeye karar verir.
Kitabın;
askerlik şubesine gittiğinde ona ne sorulacak, o hangi cevapları verecek, tekrar ne sorulacak, tekrar hangi cevapları verecek kısmı nefis.
Hepimiz, kritik bir mülakata, iş görüşmesine giderken aynı şeyi yapmaz mıyız?
Sonra elçilikte Ateşe ile görüşür.
Fakat enteresan bir şekilde
Ateşenin karşısında tek bir kelime bile edemez.
Sanki nutku tutulmuştur.
Şubeye gelmeden önce, iç sesiyle yaptığı hazırlıkların hiçbirini uygulayamamıştır.
Sonra eve döner.
Karısına sanki askere gidecekmiş gibi davranır.
Karısının; “şiddet karşıtı duruşuna ihanet etmemesi yolundaki telkinlerine karşın”
kendini gitmek zorunda hisseder.
Görev duygusu, savaş karşıtı düşünceleri ve
karısına duyduğu sevgi arasında sıkışıp kalır.
Karısı;
“aptal ideolojiler için seni feda edemem,
kan emici devletin seni benden almasına
izin veremem,
vatanın ne olduğunu biliyorum ama
bugünkü şartlarda ne olduğunu da biliyorum,
vatan bugün sadece cinayet ve köleliktir, milletine sadık olabilirsin ama
milletler raydan çıktıysa, insanlar da onları takip etmeli mi, onlar için sadece bir araç kullanılabilir bir piyan olabilirsin ama
benim için yaşayan nefes alan bir insansın
ve seni onlara piyon etmeyeceğim,
ya beni ya askerliği tercih et,
beni tercih ettiğinde yaşayacağımız zorlukları annemi babamı göremeyeceğimi,
ülkemi özleyeceğimi biliyorum
ama bunlara katlanabiliriz beraberce” diyor.
Ferdinand da gelgitler yaşamaktadır.
Kendi kendine “askerlik hizmeti zaten bir tutsaklık değil mi, bu dönemde köleliğe boyun eğmemeyi bir onur sayarım,
beni bir koyun gibi götürmelerine izin vermeyecegim.” der.
Fakat, bir bocalama içindedir ve gideyim mi kalayım mı diye diye düşünürken karısı aklına gelir ve karısını arar, karısı evde yoktur.
Bu sefer de; “sen burada kalıp beni ikna etmeli ve durdurmalıydın senin suçun ben de gidiyorum.” der.
Sonra yolda köprüden atlayıp intihar edip
ebedi olarak kurtulsam mı diye düşünür.
İstasyona vardığında karısını
istasyonda onu beklerken bulur.
Gidersin gitmezsin tartışması ve itiş-kakışta seyahat valizi karısının elinde kalır.
Ferdinand valizi bırakıp trene biner.
İsviçre sınırında bir kere daha gideyim mi kalayım mı diye aklına gelir.
Tren, İsviçre Avusturya arasında aynı zamanda sınır da olan bir köprüdedir.
“Ferdinand kendi ülkesine gideceği aktarma treninin duracağı peronda bekliyordu.
Karşıda son derece donuk ışıkların altında, nehrin üzerinde bir köprü görülüyordu.
Orası sınırdı. Uyuşmuş duyguları, bu sözcüğün anlamını kavramaya çalışıyordu.
Burada, bu tarafta insanların yaşamasına izin vardı; buradaki insanlar nefes alabiliyor , özgürce konuşabiliyor , istediklerini yapabiliyor, ciddi işlere hizmet edebiliyorlardı; ancak köprünün öte yanında, sekiz yüz metre ötede tıpkı bir hayvanın iç organlarının çıkarılıp alınması gibi insanların istekleri, arzuları içlerinden sökülüp alınıyordu;
insanlar orada
yabancı insanlara itaat etmek
ve hiç tanımadıkları yabancı insanların
kalbine bıçak saplamak zorundaydı.”
44-45
Ve savaş 800 metre ötededir.
Tam o sırada mübadele için
yaralı Fransız askerlerini getiren
bir tren gelir istasyona.
Ve onları bekleyen asker yakınları istasyondadırlar.
Askerin biri şöyle bağırır;
“İsviçre, İsviçre, Tanrı’ya şükürler olsun.”
Ferdinand, tek başına sedyede yatan yaralı askerin yanına gider. Onunla gözgöze gelip, perişan halini görünce beyninde şimşekler çakar. Cüzdanını çıkarır, içindeki son banknotları alır, sedyedeki yaralının yanına koyar, sonra cebinden asker celb’ini çıkarır
bir kez daha yavaş yavaş ve bilinçli okur, ardından yırtıp parçalarını rayların üstüne atar.
Ferdinand’ın her ne kadar
"insanlığın ötesinde bir vatanı" olmasa da, "yirmi milyon insanı boğan o zinciri" kıramayacağını düşünmüştür.
Tek bir şey hisseder; iyileşmiştir.
Sonra evine döner
Karısı onu görünce çok mutlu olur
Ferdinand, başını gökyüzüne kaldırır, yeryüzünde insanoğlu için kendi yasasının dışında bir yasa olmadığını ve hiçbir şeyin birbirine bağlı olmak kadar insanı hayata bağlamadığını hisseder.