Gönderi

168 syf.
7/10 puan verdi
·
Read in 6 days
Cemil Meriç, toplumumuzdaki en önemli mütefekkirler arasında yerini almış hem ulusal hem evrensel fikirleri okuyarak, araştırarak öğrenmiş bu uğurda 38 yaşından sonra görme yetisini kaybetmiş mümtaz bir fikir adamı. Ancak göremiyor olması onu araştırma, inceleme ve bildiklerini fikir süzgecinden geçirerek yazma noktasında engellememiştir. O, hayatı boyunca irfan dünyamızı aydınlatan pek çok eser kaleme almıştır. Bunlardan biri de artık basımı yapılmayan Bir Facianın Hikayesi adlı eseridir. Meriç bu eserinde özelde insanın genelde dünya üzerindeki toplum ve milletlerin çıkarları doğrultusunda sabit fikirlerle hareket etmelerini, kendilerince benimsenmeyen fikirlerin irdelenmeden toptan reddedilmesini veya benimsenen fikirlere körü körüne bağlı kalınmasını eleştirir. İnsanları tefekküre çağırır. Kendinden olmayana hayat hakkı tanımayan bir düzeni, fikir ve ideolojilere saplantı noktasında bağlılığı insanlığın faciaya sürüklenişi olarak ifade eder ve bu facianın hikayesini dünyadaki ve Osmanlı Devleti'ndeki son iki yüz yıldır yaşananları gözler önüne sererek daha somut hale getirir. Meriç insanları yönetenin fikirler değil sloganlar olduğunu, ideolojilerin yol gösteren birer harita değil idrake giydirilen deli gömlekleri olduğunu belirterek günümüzde de varolan anarşizm, terör, ihtilaller ve şiddet gibi sorunları doğu-batı ekseninde irdeler. Toplum bir cinnet halindedir. Anomi yani şuursuzluk, çürüyüş ve çöküş karşısında oluşturulan mefhumlar, insanların sorunlarına çözüm olmak bir tarafa belirsizlikleri, farklı algılanmaları ve aldatıcı olmaları sebebiyle bu sorunların daha fazla artmasına sebep olmuştur. İnsanlığın hırs ve tamahı bir ekonomi çağını başlatmış bu süreçle birlikte insanlar kabul gören ekonomik sistemin çarkları içinde her geçen gün benliğini yitirerek mavera inancından biraz daha uzaklaşmış mukaddesatlarından koparılmış maddi hazlarının esiri olmuş ortak şuur kaybolmuş ve düzenin kölesi haline gelmiştir. Kapitalizm bu sistemlerden biridir ve batı medeniyeti kendi refahı ve mutluluğu adına hammadde sağlamak ve ürünlerini pazarlamak için bir sömürü düzeni oluşturur ve dünyadaki güçsüz ülkeleri kolonileştirir. Varlığını sürdürebilmek adına da her türlü cebir ve şiddeti mübah sayar. Barış, ticaret hürriyeti ve ihtiyacı olan ülkelere kredi temin edilmesi gibi kulağa ve gönle hoş gelen söylemlerle yoksul ülkeleri ustaca borçlandırarak kendine râm eder. Sanayileşme ve üretimin artmasıyla birlikte köyler gittikçe boşalır şehirlerde nüfus artar aileler dağılır büyük işletmelerin bünyesinde çalışan yığınlar işçi sınıfı diye bir sınıf oluşturur ve ekonomi hayatı düzenleyen tek etken haline gelir. Meriç üç farklı yoldan aynı feci akıbete sürüklendiğimizi belirterek bunları şu şekilde sıralar. *Entellektüalizasyon: Ruhun inisiyatifin, hürriyetin ve dilediğimiz gibi hareket etme kabiliyetinin bir yana itilişi. Karar muhtariyetini kaybettik. Karşılaştığımız her durumda ne yapacağımız önceden belli. Bir emirler ve yasaklar ağı ile kuşatılmışız. Bir sistemin parçasıyız. Ferde kılavuzluk eden gönül değil, kendi dışında bir kafa. Bir işletmeye giren herkes ruhunu vestiyere bırakıyor. İnsanın gerçekten insan olduğu bir medeniyet sona ermiştir artık. Emeğin mahiyeti değişmiştir. *Materyalizasyon: Günümüz insanı bir makinadır, daha doğrusu makinanın bir parçasıdır, *Egalizasyon: Yaşayış şekillerimiz baştanbaşa yeknesaklaşıyor. Çağımızın vebası, bu yeknesaklaşma. Üçü de aynı hastalığın belirtileri: Rasyonalizasyon. Ekonomi çağı, sınıfları ve sınıf kavgalarını da beraberinde getirmiş ve birçok farklı görüşün ortaya çıkmasına sepep olmuş çatışmalar artmış her şey maddeyle değer bulur ve ölçülür hale gelmiş ve Meriç'in ifadesiyle insanlar arzı fethetmek için arştan vazgeçmişlerdir. Meriç şiddeti Avrupa'nın Tanrısı olarak görür ve şiddetin hiçbir dönemde bu kadar yüceltilmediğini söyleyerek “Maverayla göbek bağını koparmış bir dünyanın insanı ya intihar eder ya isyan.” diyen Camus'u doğrular. Meriç batı medeniyetini yalancı ve katil olarak tanımlar ve temelleri sarsılmakta olan bu medeniyetin şuursuz takipçileri olarak aynı vahşet ve terörden bizlerin de sorumlu olduğumuzu dile getirir. Terörün de bütün sosyal hastalıklar gibi ülkemize Batı'dan geldiğini teşhis ve tedavisinin de batıdan öğrenilmek zorunda olduğunu ancak aydınların başını kuma gömerek bunları görmezden gelmelerini ya da şairane sözlerle bu yangını söndürebileceklerine inanmalarını eleştirir. Anarşi, anomi, terör ismi değişse de yenileşme hareketlerinin sonucunda toplumda ortaya çıkan buhran karşısında medeniyetler yıkılır, toplum hayatına yön veren inançlar yok edilir. Buna mukabil şuursuz bazı aydınlar topluluğu sevinç naraları atarken durumun ciddiyetini farkeden ve bu tahribatın önüne geçmek isteyen vicdan sahipleri var güçleriyle bu tahribata engel olmaya çalışır. *Mustafa Sungur'un kitabı (Anarşi, Sebeb ve Çareleri, 1978), Bediüzzaman’ın bu korkunç felaketi önlemek için nasıl yarım asır çalıştığını anlatıyor. İktidar, kulaklarına pamuk tıkamayıp Nurslu Münzevi’nin ihtarları üzerinde düşünmek zahmetine katlansaydı. Ülkenin akıbeti bu kadar hazîn olmazdı belki. Bediüzzaman'a göre, “Dini terk edip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir Müslim, dalâlet-i mutlaka’ya düşer, anarşist olur”. “Ruhunda kemâlata medar hiç bir halet kalmaz, vicdanı tefessüh eder, hayât-ı içtimaiye için bir zehir olur”. “Laubaliler iyi bilsinler ki dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebiye sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar.” Müslüman başka bir dine giremez. Ne Hıristiyan olabilir, ne Yahudi, ne de Bolşevik. “Çünkü bir İsevî Müslüman olsa, İsa aleyhisselâmı daha ziyade sever. Bir Musevî Müslüman olsa, Musa aleyhisselâmı daha ziyade sever. Fakat bir Müslüman Muhammed aleyhissalatü vesselamın zincirinden çıksa, dinini bıraksa, daha hiç bir dine giremez, anarşist olur.” Kitabın bundan sonraki bölümü o zamana kadar yayımlanmamış ve Sedat Zekiye ait olan ve son elli yıla ait Osmanlı niçin sanayiini kuramadı? Avrupa'nın dostluğuna ne kadar güvenebiliriz? Rusya ile hemhudud ülkeler toprak bütünlüğünü nasıl korudular? Kâh Yeni Osmanlı, kâh Jön Türk diye anılan intelijansiya toplumumuzda niçin uğursuz bir rol oynamış? İktidarla aydın çatışması. Abdülhamid Han'ın gerçek kişiliği gibi konulara ışık tutar ve Meriç bu değerlendirmelere kitabında hiç değiştirmeden yer verir. Kitap Ali Paşa'nın vasiyetnamesi ile son bulur.
Bir Facianın Hikayesi
Bir Facianın HikayesiCemil Meriç · Umran Yayınları · 1981281 okunma
··
41 views
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.