( Herkes kadehini kaldırarak, anı değerli kıldı. Bir anda mekanın sahibi Bayram Bey, cümbüşü başlattı. Ritmik alkışlar, dayanamayıp oynayanlar, bu güzel sanat insanları…
Yaşar Kemal’in deyimiyle,
O iyi insanlar,
O güzel atlara binip gitmeden, görebilmenin hazzı, artık gözlerimden akan yaşların mutluluğuyla tasdikleniyordu ki Can Yücel’in beni süzdüğünü gördüm. Görmemesi için gözyaşlarımı silmeye çalıştım…
Can Yücel – Şşt.. Sen niye ağlıyorsun be çocuğum?
- Sevinçten sevinçten!
Diyebildim…
Can Yücel – Hayırdır, söyle bakalım, beraber dökelim o yaşları?
- Siz benimle konuşuyorsunuz ya? Ben sizlerin hayranıyım.
Can Yücel – Biz de senin!
Kadehini kaldırdı, titrek elimle önüm de bulunan kadehi kaldırdım. Turgan Uyar bir sigara yakıp bana uzattı.
- Az önce Can Yücel bana kadeh kaldırdı değil mi?
Turgan Uyar – ( Gülümseyerek ) Evet, yazdıklarını mı takip ediyorsun?
- Tabi ki! Davet şiiri mesela hala ezberim de! “ Şunları bir araya toplayayım, bir güzel muhabbet edelim. “ diye düşündüm. Mutfak işinden de anlarım, donattım sofrayı, bayağı uğraştım. Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. Bayağı da para gitti.
Turgan gülümseyerek izler.
- Birinin yediğini öbürü yemez, ötekinin içtiğini beriki içmez, dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Bak hepsi, Eric Satie severdi. Hatırladım… Müziği de ayarladım ve geldiler!
İsmet ve Erol, Turgan büyük bir keyifle gülerler…
- 20 yaşında ben, 35 yaşında ben, 40 yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz… Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum. Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
Can Yücel tekrardan bu tarafa yönelip çaktırmadan dinler.
- Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu. Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
Masanın neredeyse tamamı keyifli bir şekilde bana doğru yönelmiş, ağzımdan çıkan Can Yücel’in şiirini dinlemekte.
- Yatıştırayım dedim. “ Sen karışma moruk! “ dediler. Büyük hır çıktı! Komşular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı! Evin de içine ettiler. Bende kabahat… Ne diye çağırıyorsun tanımadığın adamları evine ki!
Masadakiler büyük bir keyifle alkışlamaya başladı…
Can Yücel – Aferin be çocuk!
Tomris Uyar – Bu yakışıklı da kimin nesi böyle? Turgan, senin arkadaşın mı?
Turgan, bana dönüp baktı. Ben de yalvarır gözle, onaylamasını diledim.
Turgan Uyar – Evet.
Tomris Uyar – Şöyle karşımıza bir gel de görelim seni.
Tomris Uyar beni görmek istedi! Tam karşılarına giderken yanmasa da bulunan iki kişinin sohbetine kulak misafiri oldum.
Adam – Rüya da gördüm evet.
Ve maalesef gözlerimi yatakta yine açmış oldum! Mükemmel geçecek olan tatilim resmen kabus şeklinde ilerlemeye devam ediyor. Tekrar tekrar rüyaya dalma girişimin de bulunmuş olsam da, ufacıcık bir uyku hali kalmamıştı! Karnımı doyurduktan sonra çayımı alıp, bilgisayarı açtım. Temiz bir belge açıp, yaşadıklarımı yazmaya başladım, unutmamak için, adını da “Berzah” diye belirledim. İki alemin arası, iki yer arasında ki geçit. Perde!
Cumartesi bitti ve Pazar’a geçti dünya!
Yine belgesel açıp uyumuş olsam da rüyaya dair bir kıpırtı olmadı. Eski halime geçmiş bulundum… )
Efkar ölmeme günün de İsa Çelik’in çektiği fotoğrafı inceledi arka tarafta geçmekte olan kişinin rüyada ki kendisi olduğunu görünce şok geçirdi. Yazdıklarını, öncesi ve sonrası olarak yazıp tamamını sevdiğine gönderdi. Görüntülü bir şekilde arayarak, okurken tepkisini ölçtü…
Gizem – Gerçekten gördün mü bu rüyayı?
Efkar – Hayır…
Büyüsü bozulmamasını istiyordu.
Gizem – Ben gerçekten gördün sandım, çok gerçekçi olmuş.
Efkar – Yazarken ama hissettim yani görmüş sayılırım.
Gizem – O zaman Cemal Süreya’ya sorsana neden soyadında ki harfi atmış, bir de Üvercinka kim?
Efkar – ( Gülümser. ) Tamam sorarım. Bak bir fotoğraf göndereceğim sana.
İsa Çelik’in çekmiş olduğu fotoğrafı gönderir.
Gizem – Ölmeme günü!
Efkar – Evet. Pencerenin orada ki bana benzemiyor mu?
Gizem – Aa evet!
Efkar – Nasıl şok edici değil mi?
Gizem – Evet, neyse hayatım şarjım bitiyor konuşalım mı sonra?
Efkar – Tamam.
Yatağına geçer. Yine görme umuduyla yatar ama sabah alarmıyla güne uyanır. Her zaman ki gibi kahvaltısını yapar, çayını alıp, haberleri izler ve beklenmeyen saat geldiği için hazırlanıp aşağı iner. Sigarasını yakar ve bir iki nefesten sonra servis gelir. Yerine geçer, araç otobana çıkar ve uyku çabası…
Uyur gibi olup uyumama eşliğinde ki sersemlikle şirketin kapısından girer, kahvesini alıp son sigarasını yakar.
09:45 yoğun uğultu sesi başlar. Hedefler açıklanır ve yapılan satışlar eposta olarak müşteri temsilcilerine atılır. Hedeflere oldukça yaklaşmıştır prim almasına, az kalmıştır. Yoğun bir şekilde yine ruhunu satarsa olacaktır bu iş! Yemek arası…
Sevgilisinin, doğum günü için göndermiş olduğu hediye eve varmıştır. Sevgilisinden önce annesi arar ve tebrik eder hediyenin yaratıcılığı ve manevi değeri için...
Efkar, sevgilisi için fidan bağışlamıştır. Bu bağışın sertifikası da onlara ulaşmıştır. Sevgilisini arar, eve daha varmamıştır.
Öğlen…
Pencereden dışarıya bakıp dışarıyı izler, ağzı ondan ayrı resmen konuşur müşteriyle. Dışarı da çok güzel bir yağmur yağmaktadır. Keşke konuşmadan izleyebilse…
18:45 çıkış saati…
Servise biner, servis kalkar yine ritüel sevgilisini arar, özlem giderir.
Eve gelir, yemek, keyif, yaşadıklarını yazar, rüyasından neden çıktığının mantığını çözmeye çalışır. Her iki rüyasından çıkmadan önce duymuş veya söylenmiş olunan “Rüya” kelimesi, onun yaşadığı o somut alanı bir anda soyutlaştırdığı için, beyin gerçek somut alana kendisini ittiği, kanaatine varır. O zaman “Rüya” ‘da “Rüya” denmesi yasaklanmıştır!
- Devamı 5. Bölüm'de -
yorumlar lütfen :)
4. Bölüm