Sabah ofise gelince çalışan arkadaşlarımızın birisinin masasındaki yarım simidi görünce aklıma geldi lise anıları. Yarım simitle lise anısı mı olurmuş demeyin ha, nele neler. Anlatayım efendim.
1990’lı yılların ilk yarısına denk gelir benim lisede okuduğum yıllar. ( O zaman doğan çocuklar şimdi otuzuna gidiyor ya, amanın! ) Ordu’da Teknik Lisedeyiz, 1500 civarı öğrenci var okulda. O yılları yaşayanlar bilirler ekonomik olarak yokluğun zamanlarıydı, tasarruf yapmanın zamanları. Neyse uzatmayalım biz lise yıllarını yurtlarda ve bekar odalarında okuduk. Aileler köydeydi. Bekar odası gerçekten sadece bir oda! Bu tek göz odada iki kişi kalırdık. Han gibi düşünülebilir, tuvalet banyo müşterek kullanılan yerler. Çok zor ama bir o kadar da eğlenceli günlerdi. Sabah uykudan uyanmanın zulüm olduğu, uykuya doyulamayan günler, ne çok özlerim o derin uykuları. Aslında odamız iki kişilik, iki divan bir masa bir odun sobası ve mutfak yerine de başlıklı ufak tüp ve muşamba süslü üç terekten müteşekkil saray yavrusu. Yazları ara işlerde çalışarak ödediğimiz yıllık kirasıyla iki kişi kalacağız da hiç iki kişi kalamadık galiba. Efendim ailesiyle kavga eden bizde, köyünden kaçan bizde, kaldığı yurttan kovulan evinden atılan karısına küsen anasına darılan babasından şamar yiyen hooop bizde. Fakiri garibanı tamam da zengini paralısı da muhabbetten kopamadığından bizde.
Üzerinde yumurta pişirdiğimiz ufak tüp bu misafirleri ağırlamaya yetmeyince ikinci elden üç göz set üstü aygaz bulduk da biraz rahatladık. Beyaz emayesi yer yer dökülmüş aygaz ocak tamam da ocağı koymaya masa yok. Pazardan portakal kasasını akıl ettik ona da. Şimdi görüntü gözümde canlandı da, lükse bak ya hu... Yatak işi sıkıntı ama. İki tek kişilik divanı yan yana getirip enlemesine altı kişinin yatabileceğini keşfettik bu arada. Biraz kıpırtısız ve ayaklar dışarıda olsa da konforlu sayılır bu yatış. Bir de eski döşek bulup yer yatağı da yaptık mı on kişiye otel konforu veriyoruz o odada. Başımızda büyük olmayınca yaşanan muhabbetin sınırı yok. Saz bulduk çalıp söylüyoruz, eskiciden çift kasetli hemi de auto-reverse kaset çalar bulmuşuz,kırmızı, hem söyleyip hem kayıt yapıyoruz... Hem mahalle hem kaldığımız handa kalanlar illallah ettiler galiba bizden ama pek de seslerini çıkaramıyorlar garibanlar. Bizde biraz serserilik var bir de it kopuk çevremiz geniş, alayına gider yapıyoruz yeri gelince... Dedik ya aile köyde, babalar da çiftçilik ve ara işlerle meşgul ne kadar para kazanırsa artık ailenin rıskı üstünde. Biz delikanlıyız ya para istemezük dedik. Onlar da ısrarcı olmadılar hani. Delikanlılık iyi de karnımızı doyurmamız lazım. Nerede ara iş var biz oradayız. Hamallık, pazarcılık kahvehanede çayhanede çaycılık, artık ne denk gelirse Allah bin bereket versin. Sonraları güç kuvvet yerine gelince düzenli her hafta sonu inşaatta çalışmaya başladık da rahat ettik! Düzenli para geliyor artık.
Sabahları okula zamanında gittiğimiz sayılıdır. Her gün koşturarak, üst baş darmadağın gözler çapaklı giriyoruz başlayan dersin yarısında sınıfa. Bereket derslerimiz çok iyi ve hocalar da biliyor durumumuzu da pek ses etmiyorlar. Arkadaş sabah ders saati gelmiş bir koşuşturmaca odada, millet okula yetişme derdinde ya kimin gömleğini kim giymiş, kimin gravatını kim takmış, çorapları söylemeye bile gerek yok biri kahverengi biri siyah ne buldunsa artık giyinmiş ( yok, giyinmeye çalışmış daha doğru) koşturuyoruz. Gömleğin düğmeleri iliklenmemiş, akşamdan çözülmeyen gravat ( zaten bir dönemde bir kere bağlanır ve açılmazdı) kafadan geçirilmiş koşuyoruz okula. Mahallede bir yorgancı vardı da her sabah dalga geçerdi bizimle keyifli keyifli. “Ulan kerhanacılar ne bu halınız, sizden de talebe mi olur be şunlara hele, kopuk sürüsü ” gibi bir ton laf arkamızdan. Herifcioğlu yorgancı ama bileğine sağlam, eski kulağı kesiklerden, içerde çok yatmış dayılıktan ya ona ses çıkaramıyoruz. Okul müdüründen çekiniyoruz bir de. Derslerimiz iyi diye çok seviyor bizi ama gevşemeyelim diye arada sopasını da eksik etmiyor sağolasıca. Lafın yeri geldi diye söylüyorum şimdiki ergenlere gençlere bırakın sopayı söz bile söylenmiyor. O zaman kim biliyor ergen bunalımını, genç psikolojisini, sopanın gözünü seveyim her derdin dermanı haydar ( haydarı bilen bilir)! Bu başka konu tabi konuyu dağıtmayalım, sahi yarım simit vardı di mi, uzayan sözü de becerebilirsek buraya bağlayalım.
Sabahları okulda ilk dersi asmışsak veya ilk teneffüste kantinden kahvaltı yapacağız. Taze çıtır çıtır simit ve gazoz kahvaltı tabi. Simidi kantinciden aldımmı eline bir saldırı ki Allah etmeye, millet kıtlıktan çıktı sanırsın, parmağının arasında ağızına bir atımlık simit kalmışsa öp başına koy. Gazozdan da herkes birer fırt çekip bitmiş, ilk aldığında bir yudum içtinse yanına kar kalmış. Bu durum gelenek oldu bir de, herkes birbirini kolluyor kantine gidecek mi diye. Baktım olmuyor kantinciden ilk gazozu alıp içine tükürüyorum, simidi de alınca şöyle göstere göstere bir güzel yalıyorum herbiryerini, saldırmıyor kimse karnımı bir güzel doyuruyorum. Bir Ümit vardı, bitirim fırlamanın teki, lakabı Düve. Bu Düve Ümit gene de yerdi benim yaladığım simidi, midesiz ya huuu.
Yarım simidi görüp çok uzattık lafı ama şunu da anlatayım. Bu da yarım kalan namaz!
Efenim o dönemler bir kısmımız biraz da dindardık. Genelde Cuma namazlarını kaçırmazdık. Gene Cuma günü namaza geç kalmamak için hızlıca abdestimizi alıp sokaktaki cemaatin en arkasına dizilip, Allahu Ekberi çekip eli bağlamışız. Bu Düve Ümit biraz da mıymıntı her yere geç kalır, namazla felan işi yok da bize özenip gelmiş de namaza da geç kalmış. Abdestini yeni aldığından elinden yüzünden sular damlayarak fıs fıs da söylenerek en arkaya girmeye çalışıyor. Tam benim yanımda Ordu şivesiyle “ la olum aa şurda bi götlük yer verin laa a.. goyim” dediğini duyunca ben kendimi tutamayıp kahkahayı koyuverdim, benimle birlikte bizim grup komple koptuk tabi. Giden namaza mı yanarsın, kaçmasak yiyeceğimiz sopaya mı yanarsın elimizde ayakkabılar her birimizin bir tarafa dağıldığına mı yanarsın? Rezil olduk ya huuu. Allah günah yazmasın gençlik işte...
İki ay oluyor bir hafta sonu gittim Ordu’ya. Bizim Düve Ümit olmuş Mütahit Ümit. Oturduk bir yerde eskileri yad ediyoruz. Dedi ki “ Sizin o bekar evinde yediğimiz yemeklerin tadı hiç bir yerde yok, daha da bulamayız her halde.” Ne denir, doğru her halde...