Gönderi

214 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
8 günde okudu
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Kurtuluş Savaşı döneminde yazmış olduğu, günümüze ışık tuttuğundan şüphe etmediğim harikulade romanı. Yazının devamı spoiler içeriyor olabilir. Kitap, Anadolu'nun işgal dönemlerinde bir kolunu Çanakkale Cephesi'nde kaybetmiş ve İstanbul'dan ayrılmak zorunda kalan, Fransa'da eğitim görmüş Ahmet Celal adlı bir subayın, Anadolu'nun ücra bir köşesine yerleşmesini ve burada Anadolu halkıyla olan sıkıntılı yaşantısını anlatıyor. Okuyucu, kitabın ilk bölümlerini okurken Anadolu insanından tiksinir gibi oluyor adeta ve okumaya devam ettikçe belki de sinirleri geriliyor. Bir an Yakup Kadri'nin bu kitabı yazma amacının içindeki Anadolu nefreti olduğunu bile düşünmeye başlıyor insan, fakat kitabın devamı geldikçe aslında anadolu insanının en büyük düşmanının yine kendisi olduğunun mesajı veriliyor; bu nefretin içinde bir acımanın, bir suçun - evet suçun- yattığını gösteriyor bizlere. "Kabahat kimin? Kabahat benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş: senindir. Sen ve ben onları, yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak zevkinden yoksun bir avuç kazazede halinde bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Her yanından örülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır. Bu zavallı insanlardan, sevgi, şefkat ve insanlık namına artık ne bekleyebiliriz? Bu iklimin çoraklığı, ruhlarını kurutmuştur. Bu ıssızlık ve bu gurbet onlara müthiş bir egoizm dersi vermiştir. onun için her biri kendi yuvasında bir kunduza dönmüştür." Yakup Kadri'ye göre suç Türk aydınınındır, ona göre Türk entelektüeli Anadolu halkını sadece iklimsel kuraklığa değil, bilgi kuraklığına bırakıp arkasını dönüp de bakmamıştır bile. "Her memleketin köylüsüyle okumuş yazmış zümresi arasında, aynı derin uçurum var mıdır? Bilmiyorum! Fakat okumuş bir İstanbul çocuğu ile bir Anadolu köylüsü arasındaki fark, bir Londralı İngilizle Pencaplı Hintli arasındaki farktan daha büyüktür." "Gün Geçtikçe daha iyi anlıyorum ki: Türk entelektüeli, Türk aydını, Türk ülkesi denilen bu engin ve ıssız dünya içinde bir garip yalnız kişidir." Yakup Kadri'nin Anadolu çocuklarının ihtiyarlığını, ezilmişliğini, saldırganlığını dile getirdiği bir satır vardır ki yine, yürek burkar: "Bu yaratık, çocukluk nedir bilmedi. Başka diyarlardaki çocukların gülüp oynamaktan başka bir şey yapmadıkları mutlu çağda, bu, yirmi yaşında bir delikanlının güç dayanacağı bütün ağır işleri görüyordu. Yük taşıyordu. Çapa çapalıyordu. Diğer taraftan sıtma, küçük böğrünü zehirli tırnaklarıyla oyuyordu. Acaba, doğduğu günden beri, bir defa olsun, hiçbir şeye güldü mü?" "Zavallı köylü çocuğu! Sen, iki üvey ananın yavrususun. Beri demin seni döven anandır, öbürü de seni her gün döven, doğduğundan beri her gün döven yurdundur. İkisinin acısı arasında, böyle kavrulup gitmişsin." Kitapta aynı zamanda dini kötü emelleri içi kullanan bir şeyhden de bahsedilmektedir. Anadolu halkının şeyhe varını yoğunu dökmesi, din unsurunun Anadolu insanına verdiği zarardan da bahsedilmiştir. Bunun yanı sıra Ahmet Celal'in Mustafa Kemal hayranı olması, köylüler tarafından pek hazzedilen bir durum da değildir. Anadolu halkının gözünde Mustafa Kemal, yurda zarar veren başıboş bir adamdır. Aslında kitabın bu bölümleri, günümüze ışık tutmuyor değil. İnsanların inançla değil, hurafelerle ve batılla kandırılması ve bu sıradan ülkenin aslında elimizden kayıp gidiyor oluşu... Tüm bunlara rağmen Yakup Kadri, kurtuluşu bu hurafe bataklığının içinde yüzen Anadolu insanından başka hiç kimsede görmemekte, görememektedir. "Mehmet Ali yokuştan indi. Dereyi geçti. Tarlaların içinden yürüyerek yola doğru ilerliyor. Dört arkadaştılar. Bir defa dönüp arkalarına bakmıyorlar. Belki bakmayı erlik saymıyorlar. Bunlar belki, yarınki Türk zaferinin isimsiz kahramanları olacaklar. Belki de... Ne olursa olsunlar şu dakikada uzaklaştıkça küçülen, uzaklaştıkça küçülen bu dört silüetin, sabahleyin okullarına giden dört çocuktan farkı yok." "Türkiye'nin aydın sınıfı, gerçekten bu toplumun kaynağı mıdır? Eğer öyle ise, bu Salih Ağalardan, Bekir Çavuşlardan, bu İsmaillerden, bu Zeynep Kadınlardan bende bir şey bulunması gerekmez miydi? Oysa ben burada hayvanlara insanlardan daha yakınım." Günümüzde kimlik sorunu yaşayan, belki de kendini herhangi bir kimliğe veya bu topluma ait hissetmeyen bir Türk'ün mutlaka okumasını öneriyorum. İnsanın hiçbir zaman dile getirmediği iç düşüncelerini, Kurtuluş Savaşı yıllarından esinlenerek yazılan kurmaca bir metinde görebilmesi, okurun aklında ve fikrinde müthiş bir tat bırakıyor. Can sıkan, düşündüren, kıyaslatan, lanet ettiren, kader üzerine düşündüren, bazen ise güldüren harika bir yapıt. Kitabın bazı bölümlerinde batı edebiyatından yapılan alıntılar ve örneklerden de Yakup Kadri'nin edebiyat bilgisinin o dönemi aştığının farkına varıyoruz. Kitap bittikten sonra vicdanlı bir insan maalesef şu soruyu kendisine soruyor: Aradan yüzyıl geçti ve hala değişmeyen çok şey var. Bu bir kader mi yoksa Türk aydını, ilerlediğini düşündükçe köklerinden mi kopuyor? Batılılaşmaksızın modernleşme mümkün olamaz mı? Anadolu'yu yok olma eşiğine getiren, Anadolu'nun gerçek sahipleri mi?
Yaban
YabanYakup Kadri Karaosmanoğlu · İletişim Yayınları · 202144,9bin okunma
·
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.