"Agastya: İndra'nın yağmur yağdırması ya da yağdırmaması
önemli değildir. Eğer bana hiç saygı göstermezse,
kendimi lndra'ya dönüştürürüm ve tüm yaratıkları canlı olarak
muhafaza ederim. Hatta, "tekrar tekrar yeni dünyalar
yaratabilirim 'dedi.
Eski çağlarda, Agastya adındaki kutsal bir adam Hindistan'ın orta kesiminde Vindya tepelerinin kuzey bayırlarında
kendisine bir inziva yeri inşa etti. İki babası olduğu söylenir.
Bunlar tanrı Varuna ve tanrı Mitra idi. Ancak bu ifade
pek doğru olmayabilir, çünkü metinde bir zamanlar Agastya'nın
ölmüş atalarının tamamını bir çukur üstünde başaşağı
asılı olarak gördüğü kayıtlıdır. Bilge onlara bu tehlikeli
ve rahatsız durumda neden bulunduklarını sorduğu zaman,
onlar bunun nedeninin evlenme ve bir oğul babası olma konusunda
başarısız kalmaları olduğunu söylediler. Bu cevap
bir babanın kurtuluşunu sağlamak için bir oğulun gerekli olduğu
inancını gösterir. Agastya, ihmalinin atalarına karşı
çok fazla acı ve huzursuzluğa sebep olduğunu öğrenmekle
müthiş bir şekilde şok oldu, ve hemen evlenmeye ve oğul
babası olmaya karar verdi. Fakat hiç bir yerde oğullarının anası
olmaya layık bir kadın bulamadı. Bununla birlikte, keşişlik
değerinin görkemli bolluğu bahşedilmiş bir kişi olarak, hemen hemen arzuladığı her şeyi yapabilecek kabiliyette
idi. Ve böylece farklı hayvanların en güzel ve en zarif
yerlerini aldı, ve onlarla, birini diğeri ile karıştırarak uygun
kombinasyonlar oluşturma yolu ile utanmayacağı bir eş yarattı.
Ama harika olmasına rağmen, bu yaratıcı olay çok geçmeden diğer yaptığı eylemlerden dolayı unutuldu ve Agastya'nın
şöhreti, en çok onun doğaüstü sindirim gücüne dayandı.
Bu güçleri göstermek için iki hikaye anlatılır. İlki, cahil
ve dindar olan bazı Brahmanlar üzerinde kötü ve zalim
oyunlar oynayan kötü bir şeytan hakkındadır. Şeytan, tanrı
İndra'dan ona bir oğul istemedikleri için Brahman'lara gücenmişti,
ve hıncını almak için onları ziyafete davet etti.
Kutsal insanlar gelmeden önce hazırlanmış yiyecekler arasında
keçi eti gibi görünen, ama gerçekte öldürülen ve misafirler
gelmeden önce keçi görümününe dönüştürülen şeytanın
erkek kardeşinin eti idi. Brahman'lar, yemeklerini bitirdiği
zaman, şeytan yüksek sesle kardeşine seslendi, "Vatapi,
Vatapi, orada mısın, Vatapi?" Vatapi, çağırıya itaat ederek,
Brahman' ların karınlarından vücutlarını parçalayarak
çıktı. Kısa bir süre sonra, Agastya bu şeytanı ziyaret etmek
durumunda kaldı. Aslında kendisine eş olacak kadın için
bir çeyiz sağlanmasında onun yardımını istemeye gitti.
Şeytan onu memnunlukla karşıladı ve ayaklarının yıkanması
için su getirdi. Fakat içinden Brahman'lara karşı uyguladığı
aynı hileyi Agastya üzerinde oynamaya karar verdi. Ve
böylece kardeşini öldürdü ve yemek ziyafeti için pişirdi ve
bilge gelmeden önce hazırladı. Elbette bilge keçi eti yemediğinin
farkındaydı ama biftekten bir tek parça kalmayana
kadar yedi bitirdi. Şeytan oldukça memnundu, ve bu mutluluğunu
gizleyemedi. Fakat onun bu mutluluğu hemen üzüntüye
dönüştü. Çünkü daha önce sesli olarak çağırdığı gibi ona
"Vatapi, Vatapi, orada mısın, Vatapi?" diye seslendiğinde,
Vatapi hiç bir şekilde zuhur etmedi. Agastya'ya gelince,
güldü ve "Çok geç kaldın. Ben onu sindirdim bile." dedi. Ve şeytanların hiçbiri, bu sakin ve ezici sert cevabı takiben
kuvvetli bir geğirti olan kardeşi bir daha asla görmedi.
Fakat Agastya'nın sindirim gücü, bir başka sefer çok daha
büyük bir durumda kullandı. Bu, tanrılarla şeytanların
sık sık savaştıkları altın çağı döneminde idi. Şeytanlar, uzun
ve kanlı süren birçok savaşlardan sonra, okyanusta sığınacak
yer bulmaya mecbur bırakıldılar. Ama saklanma yerleri
olan okyanustan dışarı doğru, zaman zaman her yöne ateş
ve mızrak attılar. Gerçekten, dünyadaki tüm dini bilgileri ve
doğrulukları (faziletleri) tamamen yok edeceklerine kati bir
şekilde karar verdiler. "Dini ve fazileti yok etmekle, üç dünyanın
yok edilmesini de sağlamış oluruz" dediler. Ve böylece,
herkesin uykuda olduğu bir sırada, sinsice sürünerek
bir inziva yerinden diğerine hepsini bir bir ziyaret ettiler ve
münzevileri katlettiler. Onlar bu işlerini o denli sakin yaptı
lar ki hiç kimse onların yaklaştıklarını ya da ayrıldıkları bile
anlayamadı. Fakat her sabah onların yaptıkları zulümün
taze izleri görülüyordu. Kutsal ateşler ve saflaştırılmış tereyağı
adakları aşağılayıcı bir şekilde yere saçılırlarken ve dökülürlerken kırık kavanozlarla ve diğer ibadet araçları ile
yeryüzü, etleri yenen kutsal insanların kemikleri ile kaplanmıştı.
Bu tür gizemli ziyaretler, insanların zihinlerini giderek
evrensel bir dehşetle doldurdu. Çoğunluğu yeryüzünün mağara
ve sığınaklarında gizlendi; diğerleri ise daha uzak dağlara ve ormanlara kaçtılar. Moral bozukluğu öylesine büyüktü ki, ölüm korkusu diğerlerinin kendilerini öldürmelerine
neden oldu. Fakat yine de bazıları vardı ki onlar korku
nedir bilmediler. Biraraya toplandılar ve görünmeyen düşmanlarını aramaya çıktılar. Tabii ki bu boşuna bir çabaydı.
Hiç kimse bulunamadı. Şeytanlar deniz dibinde saklanıyorlardı.
Göksel varlıklar bile kendilerini endişe ve korkudan alamıyorlardı.
Bu zarara sebep olanların eski düşmanları olan
şeytanlar olduklarını farketmediler. Fakat kalan Brahman'ların hayatları kurtarılmasaydı, evrenin yok edilmesini
hiç bir şeyin engelleyemeyeceği açık bir şekilde görüldü.
Böylece onlar, cennetin kralı İndra ile koruyucu tanrı Vişnu'ya aracılık etmesi için gittiler. Bu kudretli tanrıya yaklaşırken,
ona bir çok durumda nasıl kurtarıcı olarak geldiğini
ve ıstırap çeken dünyayı nasıl kurtardığını hatırlattılar.
Nasıl olduğunu bilmediklerini ama geceden geceye Brahman'ların büyük bir çoğunluğunun yok edildiklerini söylediler.
Ve onların katillerinin kim olduklarını bilmediklerini
söylediler. Fakat bununla birlikte bir tek şey kesindi. Eğer
bunun durdurulması için bir şey yapılmazsa, Brahman'ların
yok edilmesi ile birlikle dünya da yok olmaya gidecekti.
Buna karşılık Yişnu, katillerin kim olduklarını, nerde yaşadıklarını
bildiğini açıkladı. Onlar, erkek göksel kardeşlerinin
cesareti ile okyanus derinliklerinde intikam almak için
mecbur bırakılmış olan şeylanlardı. O, şeytanları öldürmek
için onlara yardım etmekten çok mutlu olacaktı. Ama tek
zorluk onların nasıl yakalanacağı idi. Eğer denizde hiç su
bulunmasaydı onların öldürülmesi daha kolay olacaktı. Okyanusun
boş yataklarını tarayabilir ve düşmanlarını kılıçtan
geçirerek öldürebilirlerdi. Vişnu'nun düşünebildiği kadarıyla
onlara yardım edebilecek tek kişi rişi Agastya idi. Onun
sindirim gücü harikaydı. Eğer okyanus sularını içmesi için
ikna edilebilirse herşey normale dönecekti. Bu tavsiyeye itaat
ederek, tannlar Agastya'nın inziva yerinde biraraya
toplandılar. Bilgenin önünde alçakgönüllülükle eğilip selam
vererek, hepsi birlikte ona övgü şarkıları söylemeye başladılar.
Ona her ne zaman zorluk içine düşerlerse daima onun
yardımını aradıklarını söylediler. Ve bunu ona daha fazla
güven duyarak söylediler, çünkü o şimdiye kadar hiç kimseyi
eli boş göndermemişti. Agastya, tanrılara ne tür bir lütuf istediklerini sordu. Ziyaret nedenlerini birkaç kelime ile
ifade ettiklerinde, kutsal adam daha önce yaptığı gibi eyleminin
dünyaya büyük bir yarar vereceğini bilerek kabul etti.
Bir an bile geciktirmedi. Yerinden kalkarak, okyanus kıyılarına doğru yola koyuldu. Tanrıların ve insanların çok
büyük bir çoğunluğu tarafından takip edildi, çünkü onların
hepsi okyanusun yutulmasına şahit olmaya istekli idi. Deniz
seviyesinin sürekli olarak aşağı indiğini seyrederlerken, tanrılar
hayret ve övgü ile dolu idiler. Bilgeye, onun gerçekten
dünyanın yaratıcısı ve koruyucusu olduğunu ve onun bu iyiliği
sayesinde kendilerinin yok edilmekten kurtulmuş olduklarını
söylediler. Son damla yutulduğunda ve okyanus
yatağı kıyıdan kıyıya açığa çıkartıldığında cennet orduları
savaşmak için ilerlediler. Bu birbirini takip eden büyük bir
savaştı. Şahit oldukları sahne, düşmanlarının üzerinde moral
bozucu bir etki bırakırken tanrıları cesaretlendirmişti.
Sonuç olarak, aşağı yukarı şeytanların tamamı kılıçtan geçirilerek
öldürüldü; yalnızca bir kaç tanesi dünyanın bazı çatlakları
arasından daha önce yaptıkları gibi görünmeden kaybolarak
ve cehennemde bir sığınak bularak kaçmayı başardı.
Zafer kazanan tanrılar kendilerine iyilik edene döndüler,
ve ona tekrar teşekkür ettiler, ve bilgeye yuttuğu suları boşaltması
ve okyanusu tekrar doldurması gerektiğini söylediler.
Fakat, daha evvel olduğu gibi, Agastya, "Çok geç kaldı
nız. Suları sindirdim bile. Okyanusun boş yatağını doldurmak
için başka bir yol düşünmelisiniz" diye karşılık verdi.
Bu cevap, göksel varlıkları şaşkınlık ve sıkıntı ile doldurdu.
Bilgenin güç ve kabiliyetini yeteri derecede takdir edemediler.
Fakat Brahma onlara cennetten Ganj nehrini indireceğine
söz verdiğinde rahata kavuştular, ve okyanusun boş yatağı
dolduruldu.