"İki nedenden dolayı"Kemalizm" sözcüğünü "Atatürk" sözcüğüne tercih etmek daha doğru olur. Atatürkçülük yıpratıldığı için, bir; Kemalizm uluslararası dile girdiği için."
Yazının tarihi: Ağustos 1993
Siyasete şööle bir göz ucuyla bakıp çıkalım. AKP, bütün kavramların içini boşalttı halk nezdinde. Sağcı, sağcı değil solcu, solcu değil. Sevindiğim taraf, Türk genci Türkçülüğü, bozkurt işaretini MHP'den, bilmem kaç yüzlülerden söke söke aldı -299 öğrenci hâlâ tutuklu-
Velhasılı Cemil Meriç'in çok duyduğumuz sözüne geldik: ”Artık sağcı, solcu kalmadı.. Elimizde bir vatan kaldı, bir de vatan hainleri!” İbret alınsaydı tekerrür eder miydi tarih?
Bu incelemede altı ilkenin hepsini tek tek açıklamayacağım, kendimce ve çoğunlukta gördüğüm çok önemli yere sahip olan birtakım noktalara değineceğim. Çayınızı kahvenizi hazır edin, başlıyoruz.
Mustafa Kemal Gibi Düşünmek
"Norveç dilinde 'Mustafa Kemal gibi düşünmek' diye bir deyim vardır... Herhangi bir problem karşısında, çözümü imkânsız olduğu düşüncesiyle hemen kestirmeden teslim olma eğiliminde olan, ne yapıp edip bir çözüm üretmek için yaratıcılığını zorlama zahmetine katlanmak istemeyen ruh ve zihin tembeli kişilere söylenir bu söz... Bu tip insanlara derhal, 'Hayır, yanılıyorsun bu problemin mutlaka bir çözümü olmalı, biraz da Mustafa Kemal gibi düşün' deriz...
Laiklik
Laiklik, "Aklın iman karşısında" özgürleştirilmesidir. Bugün şeriat isteyenler kendi özgürlüklerini değil bizlerin özgürlüksüzlüğünü istiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes dinini özgürce yaşayabilir, yaşıyor -Atatürk sayesinde- ama dinsizliğini?
Daha doğar doğmaz kimliklerimize dinimize İslam ibaresi konuluyor. Nice dinsiz, fikrini özgürce belirtemediği için zoraki "iki yüzlü" yaşamak zorunda bırakılıyor. İstemiyor ama ölünce mezara gömülüyor. Asıl bunları konuşmamız lazım da incelemenin konusu değil.
Kısacası: "Atatürk cehalete karşı savaştı, İslam'a karşı değil.
"Atatürk'ün, Kemalizmin altı ilkesi içinde, niçin en çok "laiklik" konusunda duyarlı olduğunu anlamak zor değildir. Laiklik, "devletçilik dışındaki diğer ilkelerin hepsinin de ön koşulları içinde yer alır: Demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü de olamaz, gerçek bir özgür seçim de. Milliyetçiliğin ön koşuludur, çünkü laiklik olmayan yerde önem taşıyan öğe ulus değil, İnananların oluşturduğu "ümmeť" tir. Devrimciliğin ön koşu-ludur, çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılamaz. Halkçılığın ön koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekleri değil, dinsel "seçkin" lerin düşünceleri önemlidir."
Laiklik, ilkelerin temelidir. Sonra ulusçuluk gelir. Ulus bilincini yitiren bir millet, kendini yitirmiş demektir. Ulus bilincini yitiren millet, kabile, ağa düzeninde ömrünü heba eder. "Bilelim ki, ulusal benliğini bulamayan uluslar, başka ulusların avıdır." Türk olduğunu unutma! Biraz kaba olacak ama ona buna domalıp namusunu yitirme çünkü ulusçuluk namustur.
1920'lerin Türkiyesi
"Şeyhülislamların, "İnsan ölmeden yeraltına inemez" diye fetva verip.. Dünyanın ilk üç metrosundan biri olan "tünel" de yıllarca ancak hayvan taşınmasına izin verdikleri bir toplum vardır o günlerde.
Bir Ortaçağ toplumu vardır.
Ama bir "ulus" yoktur.."
Ulusçuluk
"Osmanlı adı verilen yapmacık ve karmakarışık soyların topluluğu sanılan bir millet vardı. Orada dini, dili, kültürü, ülküsü ayrı adamlar yaşıyordu. Burada yurdu, her ayrı soy kendi adına alıyordu. Devletin adı da Osmanlı idi. Son çağa doğru bu toplulukta birtakım kıpırdayışlar oldu. Türk'ten ve İslam dinine inananlardan başkaları kendileri için birer yol çizdiler, yürüdüler. Ötede İslam dininde olanlarda ise Türk'ten başka olanlar da yine daha başka yollarda kültürlerini bularak bir ayrılış atılışı gösterdiler. Ortada kimsesiz olarak sadece Türk kaldı."
"Her ulus yıldırım hızı ile geçmişin bunaltıcı, durduran, karartan ananelerinden sıyrılarak ışığa koşarken Türk ulusu; mezarlıklar içinde loş selvilerin karanlık gölgelerine yaslanmış bir şekilde yosunlu medreselerin, kara damlı tekkelerin evham ve hurafe yayan telkinleri altında kıvranıyor..."DU. Tam manasıyla Türklerin birlik oldurup kurtuluşa koşturan, bağımsızlık mücadelesini başarılı bir şekilde vermelerini sağlayan Mustafa Kemal AtaTÜRK idi.
Atatürk, sömürülen, hor görülen, itilip kakılan masum vatandaşlar için savaştı, onlara karşı değil, onlara rağmen onlar için. Ağaya, şeyhe şıha karşı savaştı. Erzurum'dan İzmir'e sağ elinde tabanca, sol elinde idam sehpasıyla geldi o. Tahtından ettiği koskoca padişahın desptluğunu yerle yeksan etti. Nur topu gibi Kemalist bir Türkiye doğdu, Atatürk ve silah arkadaşlarının, dedelerimizin, ninelerimizin, abilerimizin, ablalarımızın sayesinde.
“Kemalist Türkiye'yi, ırkçı bir diktatör bile "Avrupalı" sayıyordu. Kemalizm karşıtlarının getirdiği noktada ise, Avrupalı sayılabilmek için kapı kapı dilenen bir ülkedir Türkiye.." – 31 Ekim 1993
Gelin bir de Aziz Nesin'den dinleyelim bu durumu:
“Uygar dünyaya kendimizi beğendirmek için başımızı sola çevirip, "Good Morning, biz laikiz!" diyeceğiz, Müslüman dünyasına kendimizi beğendirmek için başımızı sağa çevirip "Sabah hayr, elhamdülillah, T.C. devleti Müslümandır!" diyeceğiz.” –İçişleri bakanı Ali Yerlikaya'nın günaydın kelimesiyle olan derdi... =) Unuttunuz mu?–
8 Haziran 1993
Peki ya şimdi?
Atatürk ne faşist ne de ırkçıydı. Sözüm ona iki gram aklıyla kurnazlık etmeye çalışanlar, "Ne mutlu Türk'üm diyene" düsturundan yola çıkarak birilerinin ekmeğine yağ sürmeye çalışıyorlar. Boşuna uğraşıyorsunuz.
"Atatürk ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı bir konuşmada, Türk, Kürt, Laz, Çerkes birlikte bir bütün oluşturduğunu vurgulamıştır. Kurtuluş Savaşı sırasırıda hep "Türkiye milleti" deyimini kullanmıştır. Daha sonraları, karmaşık bir etnik yapıdan kendine güvenen çağdaş bir ulus yaratmak için çaba gösterdiğinde de, örneğin "Ne mutlu Türk olana" dememiş, "Ne mutlu Türk'üm diyene" demiştir. onun için "Türk", Anadolu toprakları üzerinde yaşayan, "kederde, kıvançta" dayanışma içinde olan insanların "ortak" adıdır. 1935 yılındaki resmi tanımlamaya göre de "ulus, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı yurttaşlardan meydana gelen siyasal ve sosyal bir bütündür."
Beri taraftan kimler sorun teşkil ediyor? Sözde Atatürkçüler, pankart Atatürkçüleri, Atatürk'ü maske edinip bölücülük yapmaya çalışanlar.
Konu için kitap önerim:
Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük PDF'i: drive.google.com/file/d/17EARdLT...
Sakın ha bu çok kullanılan bölücülük kelimesinin zihininizdeki anlamı yavanlaşmasın. –Yazdıklarımı okuyan namussuzlar, biz sizden çooook daha cesuruz—
Komünisti, dincisi, faşisti, ırkçısı Atatürk'ün neden, hangi amaçla, ne zaman, kim(ler)e söylediğini bilmediği sözlerini gösterip kendi taraflarına çekmeye çalışıyorlar Gazi Paşa'yı. Nafile. Gayri safi çabalar, doğrularla yüzleşmeyi oyalar
Kimi eşşeklere duyurulur:
open.spotify.com/episode/5KPzASo...
Gelelim demokrasi mevzuuna. Atatürk, herkesin fikrini açıkça beyan edebileceği, ülke için yararlı tartışmaların döndüğü çeşitli partilere üye milletvekillerinden oluşan bir meclis hayal ediyordu. CHP'ye karşı muhalefet partilerin kurulmasını istiyordu. Denendi lakin bu malum parti 2. Cumhuriyetçiler oldu çıktı. Söylemlerinde, kan vererek can vererek yapılan yeniliklere düşmancasına karşı çıkıyorlardı. Ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı.
Parti'nin kurucuları arasında bulunan Kazım Karabekir hakkında yazdığım incelemeyi de şuraya bırakıp diğer paragrafa geçelim:
#266540276
Atatürk, ülkeyi gençliğe emanet etmiştir çünkü,
"Gençlik, Türklüğün dayanağı ve geleceğin biricik umududur."
Bursa Nutku'nu hatırlamakta fayda vardır:
"Türk genci devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı duydu mu, bu memleketin polisi vardır, adliyesi vardır, demiyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır."
"Polis gelecektir, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu ya-kalayacaktır. Genç, polis henüz devrimin ve Cumhuriyetin po-lisi değldir diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek, demek adliyeyi de düzeltmek lazım, diyecektir."
"Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; bana, İsmet Paşa'ya, Meclis'e telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için serbest bırakılmasını, korunmasını istemeyecek, diyecek ki: Ben kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren ne-denleri düzeltmek de benim vazifemdir..."
Tarihte bu sözleri söyleyebilen başka bir devrimci çıkmış mıdır?
Ahmet Taner Kışlalı ülkesini seven ne yapalım diyen gençlere sesleniyor:
"Ne yapalım?" diyen gençlere hep aynı yanıtı veriyorum: - Okuyun, öğrenin ve örgütlenin! Demokrasiyi yıkmak isteyenler nasıl kapı kapı dolaşıyor, bir kişiyi yanlarına alabilmek için bile büyük çaba sarf ediyorlarsa; siz de aynı şeyi yapın.. Onlar giyimleriyle, sakallarıyla topluma bir mesaj vermek, bir baskı mı oluşturmak istiyorlar? Siz de göğüslerinize Atatürk rozetleri takarak aynı şeyi yapın!.."
Benim diğer anlayamadığım(!) bir nokta ise özellikle kadınların Atatürk'e karşıt, düşman olması. Atatürk değil miydi savaş arifesinde sizlere seçme ve seçilme hakkı, eşitlik hakkı veren? Atatürk değil miydi sizleri bir erkeğin kaçıncı eşi olmanızı engelleyen? Atatürk değil miydi sizin giyim kuşamınızda özgür olmanızı sağlayan, özgürce eğitim görmenizi sağlayan?
Kimilerinizin yerden yere vurduğu -ki bunlar Osmanlı'nın kadına verdiği değeri savunur, bakın araştırın o zamanlar kadınlar nasıl yaşıyormuş(!)- kimilerinizin göklere çıkarıp başkalaşacak denli özünü yitirerek özendiği Avrupa ülkelerinden önce yapmıştı bu saydıklarımı.
Velhasılı sayın okurlar, "Atatürk bir Ortaçağ toplumundan yola çıktı. Cumhuriyet'i kurduktan sonra 15 yıl yaşadı. Ve sınıf-cinsiyet-ırk-din ayrımı olmadan, tüm yurttaşlar arasında "hukuksal eşitliği", o inanılmaz kısa süreye sığdırdı.." Bi 10 yıl daha yaşadığını düşünün Atatürk'ün.
İşte Atatürk'ün eseridir Kemalizm. Kemalizme karşı olan ona da karşıdır. Bir ilkesine dahi yanlış bulan bu akılcı yoldan sapmış demektir. Bir ilkesini dahi yanlış bulan, bilin ki bize düşman demektir. Eleştirilmez değil eleştirilir elbet. Çünkü Atatürk ne puttur (ki taşı işleyip tapmayan tek millet Türklerdir. Bu da ayrı güzel bi konu) ne de düşünceleri gökten inmiştir. Sadece akıldır o, benliğini korumak, yükselmektir.
Kemalizm sabit kalmış, bağnaz bir görüş değildir. Onda özünü kaybetmeden akılcılık vardır, onda daima ilericilik vardır. Ki kendisi der ki, "Kemalizm benim yerimde benden ileri olmaktır."
Lakin gelin görün ki bütün bu anlattıklarıma rağmen Atatürk'ü suçlu bulanlar var.
Evet Atatürk suçludur:
“Evet... Bugünkü ortamın tek suçlusu Atatürk'türl..
Eğer bugün 60 milyon insanımız, Batı Trakya'daki Türkün durumunda değilse, bunun suçlusu odur!
Eğer 1923'te, kişi başına düşen ulusal geliri 70 dolar plan bir toplum, şimdi 2700 dolara ulaşmışsa; bunun suçlusu odur!
Eğer 1929-39 yılları arasında, bütün dünyada sanayi üretimi yüzde 19 atarken, Türkiye'de yüzde 96 artmışsa; bunun suçlusu odur!
Eğer Türk işçisi, Batı'daki gibi, çocuk yaşta yeraltında günde 14-16 saat çalıştığı dönemler yaşamamışsa; bir oy hakkı için bile, Fransız işçisi gibi, 59 yıl kanlı bir savaşım vermek zorunda kalmamışsa; bunun suçlusu odur!
Eğer Türk kadını; yasal olarak erkeğine eşitse, "kõle" değilse, seçme ve seçilme hakkını, Fransız kadınından bile önce elde etmişse; kadınlar bugün Türkiye'de vali, bakan, başbakan bile olabiliyorsa; bunun suçlusu odur!
Eğer 1923'te Darülfünun'daki öğrenci sayısı 2100 olan bir Türkiye'de, bugün yüzbinlerce genç üniversitelerde oku-yorsa; bunun suçlusu odur!
Eğer açık havadaki klasik müzik konserlerini onbinlerce genç izliyorsa; bunun suçlusu odur!
Eğer şeyhülislamlar "fetva" verip Kuran'ın Türkçe basımını engelleyemiyorlarsa; ezanlar düşman bayraklarının gölgesinde okunmuyorsa; bunun suçlusu odur!
Eğer bugün, Köy Enstitülü binlerce köylü çocuğu.
kültür yaşamımıza damgalarını vurabiliyorlarsa; bunun suçlusu odur!
Eğer 1923'lerde Ortaçağ karanlığında yaşayan bir top-lum, bugün 21. yüzyılın aydınlığına bir ölçüde yaklaşabil-mişse; bunun suçlusu elbette ki odur!”
"İran Halkın Mücahitleri örgütünün önderi Mesut Racavi, bakın ne diyor: "Ben istemez miyim İran da Türkiye gibi laik bir Müslümanlar ülkesi olsun? Ama benim ülkem Türkiye'den yüzyıllarca geri kaldı. Bize Atatürk gibi bir önder lazımdı, Şah geldi. Siz çok şanslı bir ülkenin çocuğusunuz!.."
Ve şu sözler de, Cezayir Yüksek Devlet Konseyi Başkanı Muhammed Budiafa ait: "En büyük eksiğimiz, bizde bir Mustafa Kemal Atatürk'ün çıkmamış olmasıdır..."
AÇ PARANTEZ Ve akıl alır gibi değil ama hâlâ Türk tanımı tartışılıyor. O halde buyrun burda bitirelim konuyu:
"Atatürk için 'Türk, bir ırkın ya da bir etnik kesimin adı değildir... Bu topraklar üzerinde yaşayan insanların -hangi et-nik kökenden olurlarsa olsunlar- ortak adıdır. 20 etnik kimliğin üzerindeki bir şemsiyedir; bir 'ortak kimlik'tir..." Bu düşünceden ayrışan bölücüdür. KAPA PARANTEZ
"Siz kendinizi bilmezseniz herkes sizi siker."
- Yılmaz
O yüzden biz kendimizi biliyor ve yüksek sesle diyoruz ki,
“ Türküm, doğruyum, çalışkanım.
İlkem;
küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi, özümden çok sevmektir.
Ülküm;
yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk !
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.
”Ne mutlu Türküm diyene!”
Zamanınızdan ayırıp okuduğunuz için mersilerden bir demet. =)