İslamiyet öncesi Türk tarihi, epeydir ilgimi cezbediyor. Fakat alandaki çoğu konuda tartışma olması — İskitlerin, Hunların ve Eftalitlerin Türklüğüne dair tartışmalar — , bahsedilen coğrafyaları bilmemem — nehirler, dağlar, ırmaklar… — ve açıklayıcı, basit bir kaynak bulamamak gibi nedenlerle okumayı hep ertelemiştim.
Yakın dönemde Türklerin kökenlerine dair genetik bazı araştırmaları takip etmeye başlamam ve tabii daha sık Wikipedia sayfaları karıştırmamla birlikte, konuyu öğrenmenin artık farz olduğuna kanaat getirdim.
Zamanında not ettiğim kitaplar içinde adı “popüler tarih kitabı” izlenimi verenleri tarayınca, Kök Tengri’nin Çocukları ile, yine Taşağıl Hoca’nın Gökbörü’nün İzinde kitabı gözüme çarptı. İki kitabı da biraz karıştırdıktan sonra, Kök Tengri’nin Çocukları’nın başlamak için daha uygun olacağına karar verdim.
1- Form
Kitap hakkında bir ton eleştiri yapmadan önce kişisel serüvenimden biraz daha bahsedeceğim; çünkü yazacaklarımın bir kısmı bununla ilişkili olacak. Düzenli tarih kitabı okuyan biri değilim. Daha çok online ansiklopediler, makaleler, YouTube’daki içerikler üzerinden bilgi ediniyorum. Bu sağlıklı bir metot mu? Sonuna kadar evet.
Oyunlar, diziler ve tarihi romanlar; tarih öğrenimi konusunda, örgün eğitimden veya hiçbir çekiciliği olmayan soğuk akademik kitaplardan çok çok daha başarılı olabilirler. Yeter ki kaliteli olsunlar. Bir metinden savaşların nerelerde gerçekleştiğini okumakla, haritalandırılmış bir tarih videosu izlemek arasında dağlar kadar fark var. İkincisi, çok daha net anlaşılır ve idrak edilebilir bir bilgi transferi sağlıyor. Yine aynı içeriği bir videodan tüketmekle, EU4 veya Crusader Kings gibi bir oyunda orduyu o topraklardan bizzat yürütmek arasında da dağlar kadar fark var. İkincisi, yine çok daha iyi bir öğrenim yolu bana göre. Tarihi roman ve diziler, rol yapma ve strateji oyunları; geleneksel eğitim modellerine kıyasla çok daha aktif bir öğrenim imkânı sağlıyorlar. Bu da bilginin daha kalıcı bir şekilde aktarılabilmesini mümkün kılıyor.
Örneğin, falanca dizide izlediğiniz veya romanda okuduğunuz karakter tüketim esnasında sizin için kişilik sahibi bir şahıs olduğundan, onunla doğrudan ilişki kurma şansı elde ediyorsunuz ve bu da dolaylı değil, doğrudan bir bilgi edinimi anlamına geliyor. Böyle bir öğrenim süreci bilginin duygu yüklü olmasını ve hafızada kalıcılığını da sağlayabilir. Özellikle masaüstü rol yapma oyunlarının tarih öğrenimindeki potansiyellerinin çok fazla göz ardı edildiğini düşünüyorum.
Dağıtmayayım; özetle, şimdiye dek büyük oranda şu tarz paragraflarla dolu metinleri pek tüketmemiştim:
"Çinli General Chao Po-nu, Lou-lan’ı işgal ettikten sonra Kuca üzerine yürüdü. Bu devlet Han İmparatorluğu‘nun denetimine geçince daha batıdaki Fergana ve Wu-sun’lar da Çin’in askeri etkisini hissetmeye başladı. MÖ 105 yılında Çin’in Wu-sun’larla evlilik ittifakı kurmasında söz konusu Kuca (Ch’ü-shih) yolunun etkisi olmuştur."
Chao Po-nu’yu nasıl telaffuz etmeliyim? Loulan nerede? Kuca nerede? Fergana nerede? Gibi sorular aklınıza geliyorsa, yukarıdaki paragraf sizin için anlamsız bir hâle gelecektir. Benzeri kısımlara çok fazla kez rastlıyorsanız, metin sizin için anlamsız bir hâle gelecektir. Ben bunu bu kitapta bunu çok kez yaşadım. Belirli bir boyun nerede bulunduğundan bahsedildiğinde haritayı açıp baktım veya şehirleri, ırmakları, dağları sürekli kontrol ettim. Bir tarih metni okuduğum için bundan şikâyet etmenin abes olduğunun ya da çoğu tarih kitabının böyle yazıldığının farkındayım; ama adı “Kök Tengri’nin Çocukları” olan bir kitabın, konu hakkında fazla fikir sahibi olmayan insanları da bunaltmadan çekebilmesi gerekiyor. Zira bu ad “Popüler tarih” kitaplarına verilecek cinsten. Bir de Çince isimlerin fazlalıkları ve konunun bazı yerlerde çok ruhsuz şekilde ele alınması yer yer okumayı çok ağırlaştırıyor ve boğucu bir hâle getiriyor.
Kitabın ilk problemi bu bence: Yeterince görselleştirilmemiş bir vaziyette. Benim okuduğum 2015 yılına ait 5. basımda, görseller kitabın sonuna ilave edilmiş. Alınan en yanlış karar. Hâlen böyle mi bilmiyorum.
Hun, Kanglı veya Töles boylarından bahsedildikten sonra şemaların hemen paragrafın altında bulunması gerekiyordu, kitabın sonunda değil. Yine boyların dağılımlarından bahsedilirken, ilk yurtlarının neresi olduğu veya nereden nereye göç ettikleri yazılı şekilde belirtildikten sonra haritalarla da ifade edilmeliydi. Savaşlarda da hemen hemen hiç harita kullanımı mevcut değil. Bu, anlaşılabilirliği gerçekten düşürüyor ne yazık ki.
Elbette ki tüm kitabın anlaşılmaz olduğunu iddia etmiyorum (fakat hatırı sayılır bir kısmı da tarih konusunda sağlam bir birikiminiz yoksa zor anlaşılır) veya kitaptan tamamen görseller üzerine kurulu bir YouTube videosu düzeyinde netlik beklemiyorum. Medyum aynı değil sonuçta; fakat anlatımın görselleştirilerek geliştirilebileceği de hayli ortada. Geleneksel anlatım metotları tercih edilecekse de çağın imkânlarının kullanılması gerek. Daha fazla şema, tablo, harita kullanılmalı ve metnin içine yedirilmeliydi.
Anlatımla alakalı bir başka problem, Çince adlarda Wade–Giles tercih edilmesi. Pek çok kaynakta artık ağırlıklı olarak Pinyin kullanılırken, Ahmet Hoca’nın kitabında Wade–Giles görmek gözü rahatsız ediyor. Kitaptaki bilgileri bir yandan da online ansiklopedilerden okuduğumdan bahsetmiştim. Bu kararın bir sonucu olarak, Pinyin ile yazımını bildiğim bazı adları Wade–Giles ile görmek veya Wade–Giles ile yazılan isimleri Pinyin’de bulmaya uğraşmak… Yani çok yorucu değil ama rahatsız edici. Okurken pek çok kez (bildiğim ve gördüğüm kadarıyla böyle) “Online kaynaklarda ve globalde Pinyin kullanılırken, Türkçe kaynaklarda neden hâlâ Wade–Giles tercih ediliyor?” diye düşündüm. (Farka bir örnek olarak: Zhangsun Sheng / Ch’ang Sun-Sheng — Ahmet Hoca ikincisini tercih ediyor.)
Toparlarsam kitap form açısından iyi değildi bence. Alanı hiç bilmeyen biri için fazla ağır olacaktır. Sakın birkaç günde bitirmek gibi bir hataya düşmeyin, aklınızda hiç bir şey kalmayacağı gibi vaktinizi çöpe atmış olursunuz. Öncelikle kitabı okumadan konu hakkında bolca ansiklopedi, tarih makalesi ve popüler içerikler tüketilmesi daha iyi olur. Sonrasında da okumanın uzun bir zaman aralığına (Ben iki haftada bitirdim ama seviye göre bu vakti bir aya uzatmak makul bir tercih) yayılması ve anlaşılmayan noktalarda yardımcı kaynaklara başvurulması en doğrusu olacaktır. Tarih kitaplarının roman okur gibi okunmayacakları malum, bu yüzden tarih öğrencisi değilseniz sadece bir tarihseverseniz biraz yorucu bir okuma olacaktır.
2- İçerik
İçeriği buraya özet olarak yazmayacağım, bunun bir mantığı yok. Yazılması gereken şeyler kitapta yazıyor. İsteyen açar okur. Kendimce içeriği genel olarak değerlendirip eksik ve hatalı olduğunu düşündüğüm şeyleri belirteceğim.
Hoca büyük oranda objektif ve işinin hakkını vermiş. “Sarmatlar Türk, Moğollar Türk, Kızılderililer de Türk, Sümerliler de Türk, Afrikalılar da Odin de Türk!! Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz!!!!!11!” gibi gayribilimsel ve zararlı iddialarda bulunmamış. Piyasada böyle “tarihçi” müsveddeleri var, biliyorsunuz. Hoca onlardan biri değil. Fakat… Bazı yerlerde yine bilimsel çerçevenin dışına çıktığını ve alternatif görüşleri göz ardı ettiğini düşünüyorum. Bunlardan bazılarını anlamak için tarihçi olmaya da gerek yok. Bunlara değineceğim.
İlki, Hunların tarihini M.Ö. 2255’lere kadar çekmesi. Çin kayıtlarından bu sonucu çıkardığını belirtiyor fakat hocanın da aynı cümlede itiraf ettiği üzere bu kayıtlar mitolojik/efsanevi. Efsanevi kayıtlar, arkeolojik verilerle desteklenmedikleri sürece hakikat konusunda bir bağlayıcılık taşımazlar. En fazla, gerçekte olmuş bir olayın bozulması veya abartılması olarak (bence mitle tarihçilik yapılmaz ancak bu kadarı da önemsiz) ele alınabilirler.
Tevrat’ı mesela, çok fazla tarihsel done veren bir metin olmasına rağmen, tarihi bir kayıt diye ele alarak dünyanın altı bin yıl evvel yaratıldığını iddia edebilir miyiz? Hayır, çünkü elimizdeki bilimsel veriyle uyuşmuyor. Bir şeyin tarihi kaynaklarda geçmesi onu doğru yapmaz. Bence tarihçinin görevi, kaynakları elinden gelen bütün metotlarla tetkik etmek ve kendine en doğru gelen yorumla beraber sunmaktır.
Varacağım noktayı anladınız: Hunların M.Ö. 2255’e uzanması da bu eksende ele alınması gereken bir konu ve oldukça namümkün bir ihtimal. Hunların potansiyel ataları olan Yassı Gömüt Kültürü (Slab-Grave) dahi en erken M.Ö. 1300’lere tarihlendiriliyorken, aşağıdaki alıntı biraz absürt kaçıyor bence.
"Gök Türkleri Hunların esas mirasçısı gösterirler. O halde tarihte bilinen ilk Türk Devleti’nin tarihi temellerinin MÖ 2255'lerde atıldığını söylemek mümkündür."
Hoca aynı iddiayı yakın dönemde Fatih Altaylı’ya çıktığında tekrar dilegetirmiş. Yani on yıldır bu konu üzerine hiç düşünmemiş. Aradan geçen zaman diliminde Proto-Türk topluluklara dair edindiğimiz onca verinin hocanın fikriyatına hiç bir etkisi olmamış gibi görünüyor. Kitabın içeriğinde çok az yer kaplamasına rağmen değinilmesi gereken bir konuya geçiyorum.
"MÖ 3000 yılları — Altaylarda Oğuz tipinde brakisefal beyaz bir ırkın yaşadığının tespiti."
Taşağıl Hoca, Türk tarihini yukarıdaki olayla başlatıyor. Buradan anladığım, hocanın Proto-Türkleri beyaz bir halk olarak kabul ettiği ve Batı Avrasya tezini savunduğudur. Burada tezi yanlışlayacak ya da ele alacak hâlim yok, sadece popüler düzeyde konuyla ilgileniyorum. Fakat tartışmaların genetik ve arkeolojik veriler üzerinden hangi düzeyde yapıldığına baktığımda, Taşağıl Hoca’nın elle tutulur bir veri sunmadan kitabı böyle başlatması bence akademik olarak doğru bir tavır değil.
Böyle bir kitapta Yassı Gömüt (Slab-grave), Geyik Taş (Deer Stones), Ulaanzuukh gibi kültürlerin iyi kötü genetik + arkeolojik verilerle ele alınması gerekirdi. Sadece bunlar da değil, oluşan bilgi kirliliği sebebiyle Afanasiyevo, Andronovo, Tagar, BMAC ve öteki önemli kültürlerin hepsi hakkındaki temel bilgiler de net ve basit bir düzeyde yazılmalıydı. Hatta “Sümerler Türk müdür?”, “Moğollar Türk müdür?” gibi bilimum saçma sapan sorulara da iyi kötü bir yanıt verilmesi gerekiyor. Türk olmadıklarının açık olduğu ortada olsa dahi yapılmalı; çünkü Türkiye’de pek çok kişi araştırma yapmayı bilmiyor, ne yazık ki.
İçeriksel açıdan önemli bir eksiklik olarak, bozkır devletlerinin özelliklerinin daha kapsamlı şekilde ele alınmamasını; bozkır yaşamının sınıfsal ve ekonomik analizinin yapılmamasını; Eski Türk dini üzerine olan bilgilerin ele alınmamasını ve sayıları yüzleri bulan Eski Türk Yazıtları’nın da değerlendirilmemesini verebilirim. Bence hoca, kitabı yüz sayfa daha uzatıp kültürel yapıyı daha uzun bir şekilde ele alabilirdi. Sencer Divitçioğlu veya Emel Esin gibi araştırmacıların oldukça doyurucu eserleri var; bunlara üstünkörü şekilde göz atmış biri olarak, Taşağıl Hoca’nın pek çok bilgiyi es geçtiğini görebiliyorum. Bence bu, kitabı yavanlaştırmış.
Bunlar haricinde kitap fena değil. Yapmak istediği şeyi iyi yapıyor. Farklı dillerdeki kaynakları toplayıp kronolojik olarak salt bilgi şeklinde sunmak. Kitabın yaptığı tam olarak bu bence. Şahsen ben özellikle kültürlerin anlatıldığı kısımlara bayıldım. Zaten bu yüzden, bu kısmın hacminin arttırılması gerektiğini düşünüyorum. Oldukça güzel bilgiler veriliyordu. Kronoloji sıkmaya başladığında bu kısım epey rahatlatıcı oluyor. Çok fazla şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Fakat kronoloji özelinde akılda kalması ve oturtulması için kitabı bir veya iki kez daha okumayı yahut Taşağıl Hoca’nın veya öteki araştırmacıların diğer kitaplarıyla, haritalandırılmış tarih videolarıyla konu üzerinden tekrar geçmeyi düşünüyorum.
3- Sonuç
Sayısal öğrencisiyseniz ve daha önce bu alanda birkaç metin tüketmediyseniz, yine dağların, nehirlerin, göllerin ve önemli şehirlerin konumlarını bilmiyorsanız, görselleştirilmediği için kolay bir okuma olmayacaktır. Sindirilmesi için uzun bir okuma yapılması veya birkaç kez okunması daha uygun olacaktır. Okunurken mutlaka haritalara göz gezdirilmesi gerekiyor. Başka bir tavsiyem kitaptaki her Türk topluluğunu okumadan önce haritalandırılmış tarih videolarının tüketilmesi. Böylece önden bilgi edinerek daha kolay bir okuma sağlayabilirsiniz. Bahsedilen hanedanların soyağaçlarına ilişkin şemalar internette bulunmakta; biraz tarayarak bunlardan faydalanmak da yine epey rahatlatacaktır.
Okunması elzem değil. Sürekli harita açıp metni anlamaya çalışmak yerine, yeni nesil görsel anlatımlara yönelmenin hem daha rahat, hem daha öğretici olacağı kanaatindeyim. Yine de, bahsi geçen görsel materyallerin de bu kitaplardan hazırlandığı unutulmamalı. Bu açıdan, alanda derinleşmek istiyorsanız okumanız iyi olur sanırım. Ben, Taşağıl Hoca’nın tüm kitaplarını muhakkak okuyup inceleyeceğim. Ama sadece zevk için okuma yapacak birinin böyle bir metne girişmesi gereksiz kaçar diye düşünüyorum.