serin bir rüyanın hatırınadır
çektiğim dünya ağrısı.
**
bir hayalden geldim ben,
bir hayal verdim sana,
mavi-yeşil bir hatıra: işte dünya
ruhum! ovada sert es, yamaçta sus,
ırmakta ağla.
**
işte dünya kapısı, işte dünya kederi
ister dağının gölgesinde dur, ister
incirin neşesine vur
ağrı kendini ve tamamla.
**
Kendi içine kıvrılmış, rüyasını unutmuş
soğuk taş değil miydim artık ben?
**
Senin gördüğün ağzımın kenarında duran dua,
ben ayaklarımın altındaki toprağa, döktüğüm
gözyaşına inandım. Öyle uzun ki dünya;
katlanmaya, kıvrılmaya, açılıp çarşaf olmaya.
Mümkündür yol yapmaya bir ömür, yol almaya.
**
Kim anlayacak bu kor işaretleri?
Kimsenin dilinden okunmasın içimde ufalan.
**
Kışa girdik kıştan çıktık
ama değişmiyor insan
karınca duası diyorlar ördüğüm yola..
**
İçimdeki taş yerinden kımıldadı.
Göğün altında,
yerin telef edilmiş yüzünde
bir papatyanın “olmaz” yaprağına düştüm.
ben sustuysam söz de sussun. Olmadı,
**
taşındım ertesi gün “olur” yaprağına.
Orda büyüttüm hatırayı,
ordan düştüm.
Hatıra da unutsun kendini koyuluğunda.
**
Aşktın sen, çimene düşmüş ışık,
ağrıda gizli sözümdün.
Bu yüzden parçalanarak yaşlanıyorum ben
bu yüzsüz çağda, sen içimde duruyorsun büsbütün.
**
Çıkacak bir düzlüğü yok ki hayatın
Bulmadım anne serinliğinde bir iklim
Varsa yolumda biri, gelsin yırtsın gömleğim.
**
Ah Felice,
ben senin yokluğuna mıhlandım,
haricimde dönüyor
dönüyorsa dünya.
**
Durmadan degişiyormuş dünya
Örümcek bağlıyormuş hatıra...
**
Dünya, söyle bakalım, benden gidenleri
nerene sokacaksm şimdi?
**
Taş yarılıyor bir çiçek için, yol veriyor.
Kısacık konuşuyor çiçek: “Dünya” diyor,
“gördüm, benimle tamamlamyor.”
Yeryüzü karşısında konuşmak ne zor!
**
Kim yardı beni, bana kim yârdı?
**
Uzun uzun bir yağmuru okudum,
Uzun ıslığını taşıdım rüzgârın,
Uzak bir kıyıya mektup yolladım.
Döndüm, derinde dövdüm kendimi.
Duydum, kırıldı içimde tuz sesi
Bir derine ağladım.
**
Engin de kendinden uzağı özlermiş
Ufuk bir şey değilmiş bana, gördüm.
Hayal kıvamıymış aşk,
Gülün kokusunu bademin neşesini
istedim.
**
Ah bilemedim de nasıl geniştim,
Koşup kapaklanayım bir kucak istedim.
**
Kor bir yankıdan başka nedir ki taş?
Dünyada bir heves değil mi insan?
**
Sevgili gül,-gül sen bana gül! sana onca kuşatmadan
birikmiş ter içinde, yorgunluk içinde geldim.
Sorma bana, nedir karşılığı aşkın bir insanda
savaşın, cinnetin kıyametin çağında.
**
Sevgili gül, sana kendimde kanayan kazandan
birikmiş, sonra silinmiş sularla geldim.
Sorma bana, nasıl kurulur ömrün kaygısız bahçesi
bir ayağım tek hücreli bir hatırada
bastığım bin yıllık toprakta öbür ayağım.
**
Yaktığım kadar yandım. yaşım başıma vursun
geçtim aşk dediğimden, -gülme bana
gülümsün, gülüm kal, ömrüm
kendime yeni bir merhamet seçtim.
**
Kar havası gibisin dışarda
İçimde elmanın dişlenişi...
**
Dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da.
**
Dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal,
şu ağaçlar gibi kederli.
**
İçimde yeryüzü konuştukça anlıyorum ki,
bölünmüş bir hatırayım ben
dünyaya dağılan.
**
İnsan kadife bir hatıradan başka nedir ki?
Geçmiş: üstümüzü her gece onunla örttüğümüz…
uykuların derininde kor yankılarına düşer gibi olduğumuz ve sonra unuttuğumuz.
Dağın doruğu ile dağın derini arasındaki mesafeden başka nedir ki insan: derininde kor tutmuş haller, doruğunda ıssızlık bilgisi…
Güne ait sesler çoğaldığında hatıranın kendisi de kokusu da bilgisi de silikleşecek…
Ve, insan
sabahın nemi kadar sessiz olmayı isteyecek.
**
Annem mart dokuz donludur derdi.
**
Bir de mahcup oluşu; insanın rengi degişiyor, ısısı artıyordu.
**
En az benim kadar sessizdi. Benden de sessizdi. Kendi
sessizliğimi bir kenara koyup, onun bana dokunan sessizliğini
kırmaya çalışırdım.
Bir şey hoşuna gittiğinde gülümserdi.
Gülümsediğinde dünyada bir beyaz delik açılırdı.
**
Hayattı; hala yekpâreydi.
Kış gelmişti işte, ve biz içeriye çağrılmıştık.
**
evi oldum sol yanından yaralı bir salyangozun
ve komşusu ağlayan bir ağacın.
Yeryüzü, ah yeryüzü diyerek
gürültüsüne de alıştım
kapladığım yerin.
**
Ağaç anlatabilir kendini yağmura,
hiç değilse fısıldayabilir-bunu biliyorum.
Kuş nasıl tarif edecek; konsa yeryüzünde av,
uçsa bir ömür boynunda vebal.
Ve kimim ben, düşe kalka dolaşan
yorgun ruh, dolaşık gönül, som gurur?
Ve kim, beni omzumdan öpüp o siyah
yolculuğa çağırır?
**
yoklugun ne vakittir karlı bir tepe gibi içimde.
**
Aksın, iyimde siyah bir nehir gibi
dolanan keder
unuttuğum, unutmaya çalıştığım ne varsa
bende durmasm
içimde öyle çok ki, her gidenden
biriktirdigim melekler.
**
Penguen,
kim bagışlayacak beni?
Çizdim senin beyaz ve narin yerini
elimde unuttugum ince metalle.
**
Sevgilim sabahın erkenini seviyor,
ben geceyi ve esmerliğini onun,
O dorukları seviyor, korkuyor bundan
Ben rüzgârla buluşan tepeyi, tuhaflığı,
Ona bir yeşil gülümsüyor,
ben, hayatı delice sevdiysem nasıl,
diyorum, seni de öyle.
O kendi boşluğunda oyalanan günlerde
canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor,
ben göğe bakıyorum geceden,
Kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim
diyorum, yanında,
o sabahları eğilip öpüyor denizi.
**
Kaç gecenin çölüdür bu ayrılık
kaç şiirin dölüdür üstüme
örttüğün bu ince sessizlik,
Kalbim alış artık, kır
kendini kendi duvarında,
sesini kendi duvarına haykır.
**
Her ayrılıkta kendine saplanan bir hançer
kendi sabrını deneyen taş,
kendi uykusuzluğunda yatak oldun.
Kül koy şimdi yanına korunun
seni kavuran onu da yakmasın.
Aşkla besle kendini, gül yetiştir,
sardunya çoğalt.
Ki, sen aşktan ve ayrılıktan
başka ne anlıyorsun.
**
İzini sür yolun, acının ormanı büyütür insanı
vakit geniştir, ufuk sandığından daha yakın
Acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun,
ustası olacaksın içine gerdiğin tellerin
hangi sızıyla titrer içinde, hangi sesle
büyük bir aşk, hangi sesle ölür, bileceksin.
**
Hüseynî bir makam büyüyor içimde
Hem çocuğum bu ayrılıkta ben hem anne
birini ötekinde yitirdiğim ikiziyim kendimin
ve geçmiş serin bir ülkedir içimde.
**
Aktım eridiğim yerden ve zamandan
bilmiyorum nerde soğudum,
dondum nerde.
**
Ömrün bir Şey anlatIyor sana, ama sen anlamIyorsun!
YaĞmur durmadan yağıyormuş:
Hiçbir şey rastgele değildir.
Hiçbir şey rastgele değildir.
**
Göğsümde karıncalanan eski düş
şimdinin korkusu muymuş?
Bir makas gibi duruyor içimde
açık unutulmuş.
**
olgunluk bize yaban meyvesi gibidir;
gevşek ağızlarımıza dokunan zehir!
**
Birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız,
hayalleri dik tutmak gerekir.
**
Ben yumuşak tuşlarına basacağım hayatın
sen çatıyı kur.
Sırları soracağım ben,
sen hayatın anlamını ara.
Yazın yönünü değiştireceğim ben
sen yolculuğa çık.
Ben arka bahçeyi özleyeceğim
sen inat et.
**
Senin gözlerin benim gerçeğim
(sendeki telaşa onlarla inandım)
bakmıyor bana, benden uzakta.
**
inanmak istesem de
senin gidişin yalandır bende.
**
Servi gecenin ortağı; acı kül
gül bir güneşle yıkanmış; gündüz
demiyor, gece demiyor, açıyor
sana bir hayal bıraktım, servi
senin ışığına âşığım, gül.
**
sen uzun bir uykuyu uyudun, ben düş gördüm
**
dünyanın işine karışmadım,
beni avutmaz dünya, beni tutmaz da,
dolanıp içinde kirinin
yine temiz geldim.
**
Göğsümde sedeften bir çiçek taşırım:
bir büyü bu, hayata karşı yaptırdım
konuşmam artık, kalbini kırdımsa senin
bil ki yanına düştüm.
**
Sevgili Limon
içimiz "Akdeniz" filmindeki gibi olmadı,
ben ayrılık şarkıları dinleyerek uyumaya alıştım.
Öyle çok yağdı ki yağmur, zeytin ağaçları öldü.
Ah Limon, korkuyu icat ettim, çok üşüyorum.
**
Minik mavi bir çiçek için kafamı kırmıştım. Şimdi,
kışın bu kasvetli günlerinde üzerine yaz düşmüş
haylaz bir cümle bile yok. Ne tuhaf! ne tuhaf!
ben incecik bir yazıydım, sana döküldüm,
sana yazıldım. Katlandığında kendine sen,
ben içinde kaldım,
**
bir papatya kurusu gibi dilsizim işte
bir papatya kurusu gibi dilsizim işte.
**
Sevgilim, sen bunu aldığında
- ki mektup denemez buna -
umarım bağışlarsın beni:
yazamadığım mektuplarda biriktirdim kederimi.
**
Sevgilim beni bağışla,
sana mektup yazamıyorum.
Yüzümün bir yarısı acı çekiyor, mavi
bir fotoğrafta, kızıl bir ufuk
biriktiriyor kış için öteki yarısı
coşkuyla ilgili değil elbet hayatım.
**
Sevgilim seni bilmemenin kederli gölgesi altındayım.
**
Sevgilim, günün belli saatlerinde seni unutmayı deniyorum.
**
Umarım her şey olacağına varıyor der,
ve kabullenirsin
kum nasıl çizmişse incecik bir camı.
**
taşın sabrı suyun ruhuyla büyüttün beni
bundandır her gittiğimde aklımda kalmak fikri
**
anladım mana yok acıdan başka
akşamınm kor karanlığı vursun alnuna
**
Kulağına, uzak zamanların sesi çalınanlar,
bir şekilde bu sesi taklit etmeye çalışırlar.
Benim yaptığım da bu.
İnsanın, kendi varlığından hoşnut olarak yaşadığı,
kendi varlığını haklı kıldığı ve kuşku yok ki, yeryüzü
ile barışık yaşadığı ve mutlu olduğu bir zaman vardı.
Yoksa bizler bugün bu mutluluğun imgesi için bile
bunca telef olmazdık.
**
Birbirini tamamlamak üzere varolanlar
birbirini tamamlamIyor,
kendime dokülüyorum,
içime.
**
Kederli ömrümün
kısa açan çiçeği
bahar işte
tekrar sana
çiçeklensin diye yüzüm
noktalanma,
**
çoğal!
değiş!
tekrar ol!
sebebim ol!
kederli ömrümde.
**
uçurumu anlayan haklıdır
uçurumu anlayan susar.
**
sardunyalarla konuşarak çoğalttım
aramızdaki ayrılığı
sayarak çoğalttığım günleri tamamladım
kirpiklerimin arasına çektiğim tülde
yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor
oysa kimse yokmuş dışarda
içim dışıma vuruyor,
**
sardunyalara su vermekle unutamadığımız
şeymiş aşk:
alnından bir günaydın gibi düşürdüğün sabah,
sağ yanımda unuttuğun keder.
**
Bir anıyı bir şehre bağlayan
hat üzerinde
kendine kıvrılmış, kendine kurumuş
yapraklar iyileşmez.
Ömür boş yere çıkılan bir yolculuğu anlatır
yanlış bir yere uğramaktır sonbahar
hışırdayan rüzgârdır
yaprak hışırdamaz.
**
Uzun bir yol gibidir gözleri insanın
gelip geçen bir şey iyileşmez
bu gece bu hat üzerinde
iyileşen zamandır,
insan iyileşmez.
**
Hadi ömrüm, geriye doğru tara kendini
ilerde bir şey yok, gördün
yüzünü rüzgâra dön yeniden
iyileşen sen değilsin, zaman.
**
seni hatırlamak için yolumu uzattım
**
İşte beni yücelttiğin mermer
işte yarama doktüğün tuz
bu da ateş, beni yaktığın
işte beni gömdüğün toprak
hepsinden bir parça al
beni sana hatırlatacak kadar
**
Bana,
beni oldilrdugiln kan
beni oldilrdilgiln yer
beni Oldilrdilgiln han�er
onlar sanlsm bana
elinden gelecek olanlar.
**
Bana,
beni öldürdüğün kan
beni öldürdüğün yer
beni öldürdüğün hançer
onlar sarılsın bana
elinden gelecek onlar.
**
Hayır, Ruth
eksik kalanlar çoğalıyor aramızda.
Şimdi, bende kalan boşluğu doldurmak üzere
borçlu değil misin-kendi mutsuzluğunu da
benim mutsuzluğumu da borçlu değil misin bana?
Ama bırak öyle kalsın.
insanın yüreğinden geçmeyen borçlar ödenmezler.
**
Sen benim çığlıklarımı duydun,
bana en yakın uzaklık sendin.
**
Ah Ingeborg,
Nasılsın?
Sen hep ölümü düşünmek gibisin,
Sen “günü bölen çan sesleri gibi
barışın ve mutluluğun yakasına yapışan
ve olgun tarladaki orakları andıran
o büyük dünya korkusunun çocuğu”sun.
**
Ah Ingeborg,
Ben kor yuttum.
İçimdeki her şey yandı.
İçimde yanacak bir şeyler daha
var mıdır, Ingeborg?
Daha fazla acı çekemem
acı verecek yerlerimi o kor yuttu.
Sen nasılsın?
Sen şimdi “duvarın arkasında” nasılsın?
Bense “hâlâ duymaktayım soluğunu
bir de hançer gibi sapladığın
o sözcüğü.”
**
Affedebildin mi?
Tekrar sevebiliyor musun?
Yaralanan bir şey tekrar iyileşebilir mi?
İyileşen yerde İZ kalınca
tekrar eskisi (gibi) olunur mu?
Hayır Ingeborg,
İz bırakmaz insanı.
Hiçbir iz beni bırakmadı.
Hiçbir iz onu bırakmadı.
Ve biz bu izlerle eskisi (gibi) olamıyoruz.
Eskisi gibi olunamayınca
ne öncesi gibi, ne de sonrası gibi
OLUNAMIYOR.
HİÇBİR ZAMANDA OLAMAMAK
BUNU ANLAMAK!
**
Bana kanatlarımı bıraktırdılar.
Bana ihaneti öğrettiler.
**
İkiye bölünmüş bir bütün gibi yaşadım
Bir yanım öbür yanıma düşman
Sağımda kızgın kumlar gezdirdim
Solum üşüyor eski bir anıdan.
**
Mum: alıngan. Kendi ateşiyle
kendini yokeden yumuşakça.
Erimek üzere varsın, kaderine inanırsın.
Ölürken fark edilmez, ışığın solduğu zamansın.
**
Hiçbir aşk titremez sonsuza değin
Bütünlüğünü yitirişinden ölür bir mum
ve insan acıdan ölür bir gün.
**
Soğuk iklim,
durup dokunduğum
dönüp seni
ben de unutacağım.
**
İnsan ölüyorsa acıdan ölür bir gün
kendine bir daha uğrayamadığından,
koyduğu yerde durmayışındandır hayatın
hatanın dönüşsüz oluşundandır.
**
Hiçbir aşk titremez sonsuza değin,
bütünlüğünü yitirişinden ölür bir mum
ve insan kanatlarından
ayrılır bir gün.
**
Size,
bu odanın alacakaranlığından,
okyanusundan, beni boğan dalgalarından,
tenimde kalan tuzundan ve
yastıklarda kuruyan gözyaşından
hiç bahsetmedim.
**
Size,
nasılsın diyerek başlayan telefonlarınıza
(garip, tuhaf aslında)
beyaz bembeyaz tabiatımla
'iyiyim' diyorum.
Yani aslında korkuyorum
bütün bunlar kıyamet
bütün bunlar cinnet
bütün bunlar cinayet demeye
bir daha düzeltilemeyecek sözler
söylemeye korkuyorum.
**
Bahsetmediğim çok şey var daha
yaz çiçekleri, cam çiçekleri ölüyor
akşamın altını, gümüşe dönüyor
bunlar da önemli elbette
en az,
bana ihaneti öğrettiğiniz
bana kanatlarımı bıraktırdığınız kadar.
**
Sizinle yaşadığımız her şey ktyamet,
Sizinle yaşadığımız her şey cinnet,
Sizinle yaşadığımız her şey cinayetti.
Ruh kirlendi,
kalbimin kenannda atını durduranlar için
akrep beslemekteyim.
**
İçağrısıyım bir mağmanın
kopmuş fırtınanın sesi
derini yok, ses gelmiyor bir kuyu.
Çiçeğiyim yaprağını yüzüne
kapatan ağlamanın.
**
dışınız çok kalabalıktı
beni içinizdeki zindana attınızdı
olur ya bir gün
suyu hatırlar şelale
şeytan utanmayı öğrenir ve
yüzleşir yüzünüz mevsimlerle
sırf bu yüzden büyüdümdü,
**
tekrar karşılaşsak
ölür müsün?
**
Anı olacak bir şeyim yok
her şeyin dünündeyim.
**
İçime işleyen acıyı size değil
bir suya bırakmayı öğrendim
dal olmaktan vazgeçeli çok oldu
bu yüzden ne bir ağacım var
bana beden
ne de çiçek açacak benden.
**
Unutmak için verdiğim bunca çabadan
geçtiğim bunca yıldan sonra
tam unutmaya alıştırmışken kendimi
artık unutmak istemediğimi fark ettim.
(Artık unutmak istemiyorum!)
(Artık unutmak istemiyorum!)
**
Gözlerimdeki ay ışığı
gözlerinin körlüğü içindi.
**
Seni şimdi bir yabancı gibi karşıma alıp
sanki senden bahsetmiyormuşum gibi yapıp
sanki benden bahsetmiyormuşum gibi
hatta bir aşktan bahsetmiyormuşum gibi
fırtınayı ve huzuru anlatacağım sana.
**
Seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınmadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım?
**
Kalbim
ölü mevsimler gibisin
bir şeyin görünmeyen iyi yanları gibi
ama bitti mevsim,
bir başka yolcu yok sana
fark etmez gibisin.
**
Kalbim
demir masanın küfü, örtünün yırtığı
camın kırığı, patlayan freni hayatımın
kalbim, anla, bitti mevsim
bir başka yolcu yok sana.
**
Sana böyle akmaktan çok korktuğum için
oldu her şey,
şelaleler de bu yüzden ilgilendiriyor beni
**
aklıma suyun intiharı geliyordu hep
şelale deyince,
**
Sustum. Sustum. Sustum.
Bütün aşkların sonunda yaptığım gibi,
konuşmak hiçbir şeyi, hiçbir şeye ulaştırmıyordu.
Biliyordum.
**
Yitik hafızam: Öksüz çocuğum benim
kendini unutma olur mu?
**
Meğer dalından düşecek kadar büyümüşüm.
**
..önü denizle başlayan rüzgarlı bir kasabadaydık.
Sanki yıllardır oradaydık. Her şey düzelecekti.
Orada doğmaya çabalayarak öldük.
**
Şimdi beni unut sevgilim. Tenimi ve alçaklıklarımı unut.
Beni kanadı kırık küçük bir yavru gibi bulduğun, çoktandır
sanki birini beklediğin varmış gibi katladığın, o çöplükte
bulduğun beni, baktığın, büyüttüğün beni unut.
**
Şimdi bu acıya ne benim kuş kadar yüreğim, ne senin anaç
kalbin dayanır.
Sana son kez sarılıp uyuduğum o son gecede tüller ve
silahlar gördüm düşümde.
Bugün ayrılığın ilk günü. Hiçbir şeyi hiçbir şeye yoramayacak
kadar kara bir kının içindeyim. Kara bir kan içindeyim.
Tüller ve silah nedir bilmiyorum.
**
Yaşlı doğuda her şey mümkündür diyorlar:
Sonsuz sevgi, sonsuz bağlılık
ani ışık, ani ayrılık.
**
Yüzümü yok edecek aynayı buldunuz sonunda
avutun beni, çoğaltın beni, sırrınız oldum.
**
Hep bir şiirin sonu gibi konuştum, her dize
Başka bir şiirden geldi, en son yanıtı buldum.
**
Yüzümü ve anılarımı çıkaracak kadar güneş yoktu
yazların. Ağır ve nazlı, ben sizi develer tellal değilken de
sevdiydim.
**
Şimdi durdurun beni, indirin beni tesellimden
ey ruhum sen yola çık,
ben aklımı eski bahçeye gömeceğim.
Bu yaylım ateşlerinde yıkanıp
sana döneceğim.
**
Sevgilim beni geçmiş yazlara sal
ılık yaz akşamlarına
denizin ve göğün ritmine sal
dalganın ve günün beyazına.
sen de kıyısında kal dalgaların
gülümse.
**
Sevgilim beni geçmiş yazlara sal
küçük ve kırık aşklara
limanların plonje çekilmiş fotoğraflarına sal
aylaz çiçeklerine evlerin, bakımsız sokaklarına.
sen de bir ucunda kal balkonların
gülümse.
**
Sevgilim beni geçmiş yazlara sal
uzun mendireklere, akşamın alacasına
yorgun dönülen pansiyon odalarına sal
sen de kapı aralığında kal odaların
gülümse,
**
İçimde büyüttüğüm acı
tamamlandı
**
İçimde büyüttüğüm acı
yanıltıyor.
**
Suskunluğu ve dilsizliğinde
büyür kadının sorular
içimde yağmurlar boşaltan çocuklar
elimden şeker
yüzümden şaşkınlık düşürür.
**
Kendime de kırıldım az çok
hayatımdan teğet geçen kadınlara
olduğu kadar,
**
Çocukluğumdan kesilen saçlarımı
geri istiyorum berberlerden
(anneme küstüğüm için oluyor bütün bunlar)
yüzümü ve dizlerimi bi koşu
kanatıp okulun bahçesinde
tekrar dönerim, hemen.
Büyüklere mahsus şeyler de konuşuruz
seninle istersen.
**
Hem hiçbir mevsim ısıtmaz ellerimi
anne gibi
istersen kahve içip fal da bakarız yine
bana üç vakte kadar bir yolculuk görünür
belki ay doğar fincanda hanemize.
**
Alevi içine bakan bir mumum ben
derine kaçan bir anıyı isiyorum
berberlerden.
**
Kahvaltı masalarına geç kaldım
kirlenmiş bütün bardakların yalnızlığı bana,
**
Hey aynalardan içeri kaçan çocukluğum
nöbetçi aspirinler, diş macunları
tekrar dönerim,
**
Sana söz yakışır, ağzını hazırla.
**
Ölümden ve hayattan çok bahsettik
suskun, ağızsız, sözsüz
ilahi bir koronun gülümsemesini istiyorum ben
yerli yersiz
hem neden küçük bir gülümseme için
büyük espriler gerekli bize
ve neden cinnet beşinci kattayken yakalar insanı
ve bu mermer insanlar nasıl olur da
romatizmadan bahsederler?
**
... baharı ve kışı özlüyorum aynı anda
sonra yaşlanıyorum giderek
**
Bak, şiirin ortasından bir garson geçiyor,
lavanta kokuları
ve ilk günler geçiyor ayrılığın ortasından
bardaklar ve çaylar geçiyor hatta.
**
Oyuncaklarım sevgisizlikten öldü
**
şimdi yüzümde büzüşen çığlık
ağızmda acının gramersiz adı.
**
Yüzüm
hangi dağa baksam
içinde öfkelerinden habersiz
korkunç atlar gezdiren
bu sessiz, yıldızsız.
**
Yüzüm
hangi yola çıksam
bu yetim avlusu, bu ateş
bu ağlamaklı şey.
**
Sen… Nasılsın?
Göğsündeki ağrılar nasıl?
İyi misin?
**
Ben hangi kelimeye açsam ağzımı
Ben hangi kelimeyi nereye koysam
Bir sonbahar konaklar sesimde.
**
Ben hangi kelimeyle girsem akşama
Ben hangi kelimeyle nereye gitsem
Yokluğunun renginde depremler düşer boynuma.
**
Ben hangi yaprağın ince hüznüyüm
Sen hangi sersem haydut…
**
iki elimi de yüzüme sürüyorum ya
olsa olsa bundandrr gilzelligim
**
Yüzüm ve kuşlarım hala karşı kıyıda mı
bilmiyorum
bazen unuttuğum yağmurlara rastlıyorum cebimde
elimdeki portakala oturup türküler uyduruyorum
**
Utanma! ayıp değil ki bu
bak ben utanıyor muyum?
kanayana kadar dizlerim, misket oynarken
hem unutma herkes birilerinin yarasını taşır uzaklara.
**
Arasam
bir not bırakırım ancak
gülüşümü unuttuğun aralıktan
aramasam
bir çocuk kanar yatağımdan