<<<<<“Biliyor musun Rafet, hayat kavşaklarla dolu bir demiryolu ağı gibidir. Ne tarafa döneceğini bilemez çoğunlukla insan. Sapmadığın yönü düşünürsün hep. Saptığın yönü fark ettiğinde hazan da bitmiş olur,” dedim.
Bunca süslü lafa gerek var mıydı? Yanımıza sokulan ablasının perçemleri yanaklarını kapatıyordu. Uzun koyu kahverengi saçları yüzünün en güzel yerlerini gizlemiş gibiydi. Kocaman, kahve mi ela mı olduğunu anlayamadığım gözleri bir de. Hüzünlüydü gözleri. Belki de, eniştem yurt dışında bu ara, cümlesi yeni bir kavşağın tabelasıydı. Belki de dönüşü olmayan bir öyküye girmiş, aynı yönde yol alıyorduk. Kim bilir? Kader işte. Durmadım, ablasının hüzünlü gözlerine bakıp devam ettim. “Ya erken ya geç, hiç vaktinde değil ama. Galiba kader en çok karşılaştırma zamanlarında haksızlık yapıyor”
Gözlerindeki hüznün yanına yerleşen sıcaklıkla “Her şeyi kadere yüklemek korkak işidir. Cesaret erdemdir. Merhaba, ben Selma,” dedi. Elinde heyecanın nemi vardı ve soğuktu ve sanki; acil gelen hüzündü.>>>>>