Mecburi hizmet yılları!
Her seferinde içimi sızlatan, ama
bir o kadar da beni büyüten anılar.
Bir başka gün de, merkeze epey uzaklıkta
bir köye, kendini asarak intihar eden
genç bir kadının otopsisi için gitmiştik.
Savcıyla yolda giderken hemen öğrenivermiştim bütün hikayeyi.
Yeni evli genç kadının (adı Reyhan’dı.)
kocası askere gidiyor. Kayınpeder tecavüz ediyor ve genç kadın hamile kalıyor.
Kaynana her şeyin farkında, ama suskun. Genç kadın için bir tek çözüm kalıyor.
Evin kilerindeki seren direğine asıyor kendini.
Savcının “biz gelinceye kadar hiçbir
şeye dokunmayın” talimatına
harfiyen uymuşlar. Kilere girdiğimde ilk gördüğüm şey, koca seren direğinde sallanan ayağı şalvarlı, çenesi bağlı küçücük genç
bir kadının cesedi, yerde yuvarlanmış
bir sandalye, hemen onun yanında bir bohça, içinde kefen bezi, sabun ve lif, bir entari, birkaç küçük takı. Genç kadın sanki bir yolculuğa çıkar gibi hazırlanmıştı.
Cesedin yanında bir başka şey
daha sallanıyordu. Bir teker sızgıt.
Yazdan hazırlanıp, kışa saklanan ve
genellikle tavana iple asılarak bekletilen kavrulmuş et tekeri. Yarısı yenmiş.
Yanında genç kadın.
Dışarıda genç kadını yıkayacak kazanın yanında sessizce bekleşen köylüler.
Uyuyamamıştım gece lojmana döndüğümde.
Aradan 25 yıl geçti. Şimdi İstanbul’dayım.
1 Aralık tarihli gazetelerde şöyle bir haber var: “Urfa’ da berdel verilen Şahe Fidan kocasıyla kavga edip, daha fazla dayanamayarak sığındığı baba evinden geri gönderilince,
1,5 yaşındaki bebeğini sırtına bağlayıp,
evin banyosunda kendini astı.” Şahe’nin yakınları “bizde evlenen kadının koca
evinden ancak cesedi çıkar” demişler.
Onlar haklı çıkmış yani.
Şahe kızım, sana ipin ucundan başka
bir çare bırakmayan ülkemde hala
neler gündemde bir bilsen.
1,5 yaşındaki kara gözlü oğlun seni
çıktığın yolculukta yalnız bıraktı.
Artık onu hırsızların ve üç kağıtçıların
saygı gördüğü, soytarıların alkışlandığı, alçakların ve hainlerin baş tacı edildiği
bir ülke bekliyor. Dilerim bir gün
sağ salim büyüdüğünde bir büyük kentin
kara duvarlı sefil bir mahallesinde umutsuzluk ve acılar içinde kaybolmaz.
Hekimliğimin yirmi beş yılı yetmedi
kendisini ipe vermekten başka çare bilmeyen kız kardeşlerimin yarasına merhem olmaya. İhsan’ın yalnızlığına derman olmaya. Bektaş’ın bileğindeki mührü silmeye.
Reyhan’ı bir kez olsun dinlemeye. Yetmedi. Bundan sonra yeter mi bilmem.
Dilerim ülkemi yönetenler bir gün
uyanırlar bu ölüm uykusundan.
Dilerim bizden sonrası için
bir parça ümit kalmıştır hala!