Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Ahmet Erhan
ı her şey bir acının bilincine varmakla başladı. bir taşı kaldırıp atmakla, bir kapıyı açmakla... bir el, hep bir şeyler yazdı, biz doğduktan bu yana kağıtlara şimdi bütün yaşadıklarım karalama kağıtlarında kaldı. bir kalem kendi kendine yazar bu şiiri. insanlar işlerine gider, ben acıya giderim. bir günde bütün isalarımı çarmıha gerer ve her günümü milât bilip, yekinirim. güzelliğim, ağlayan bir çocuğun güzelliğidir. mutluluğum, örneğin hapisteki bir adamın eline bir gül geçtiğindeki mutluluğuna benzer. ıı herşey beni saran bu dünyada bir yangının çıkmasıyla başladı. kaçıracak bir şeylerim olup olmadığını düşündüm. kitapların çoğunu okumuştum. ve ellerim bütün şiirleri bir çırpıda yakmaya hazırdı. yaktım mı onları bilmem, yoksa yakmış gibi mi oldum? oldu ne olduysa. her şey üstüme örtündüğüm gökyüzünden oluk oluk bir yağmurun boşanmasıyla başladı. yağdı ayak izlerimin üstüne. yağdı naftalinleyip yüreğime sokuşturduğum anıların üstüne unuttum mu onları bilmem, yoksa unutmuş gibi mi oldum? oldu ne olduysa. ııı acı, ağır bir katran gibi yayılınca bedenime yüreğime binlerce uçurum eklenir artık geriye dönüp de bakmak gelir içimden yumruklarımın gökyüzünü dövdüğü, o milâttan önceki devirlere bana yarınlardan, bana doğacak güneşlerden sözederler ben bugünleri yakıştıramazken kendime. ıv yüreğimdeki o yolunmuş gül dağınıklığını aklıma vurmaya çalışalı çok günler geçti anladım ki hayatım artık yeni güller doğuramamakta. son sözümü söylemek ister gibi insanlara intihara uyanıyorum her uyanışımda. yüreğimde hiç bir şey yapamamanın boşluğu ve çok şey yapmanın yorgunluğu var günlerce hiç kımıldamadan oturmuş ya da kendimi duvarlara vurmuş gibiyim. hayat karşısında yorgunum artık ve zindeyim ölümün karşısında. çiçek, sadece bir çiçek olarak duruyor önümde (doğanın bir kanıtı olarak değil.) yağmur, insanı ıslatır anca. çocukların da her hareketleri ölüme koşuttu ha bir yıl önce, ha bin yıl sonra (kaç yıl var ki kendimi çiçeklerle, yağmurlarla, çocuklarla avuttum.) hayat deyince, yeni doğmuş bir bebeğin o ilk çığlığı geliyor aklıma. onun yaşayacağı acılar sonra. aklım bir çağlayanın en devingen yerine benziyor. hiçbir düşünceyi yakalayamıyorum, köpürüp taşan sözcüklerimle. beynimi o çağlayanın en dik yerinden fırlatıp atmak mı düşüyor şimdi bana? ne aradığımı bilmeden birşeyler arıyorum şurda burda. yok artık ne bir duygu, ne de bir istek bedenimin her hücresi sağırlıklarla dolu hoşçakal diyorum şimdi, gördüğüm her varlığa. v bütün uykularından uyanan benim bu dünyanın bütün ölümlerini ölen, bütün doğumlarını doğan. sorularını birer muska gibi takıp da boynuna yollara düşen benim benim için bayramlar koydular takvimlere benim için sokağa çıkma yasakları, gecelere. bir uçurumun önündeyim diyeceğim ama bir dağın doruğunda da olabilirim; sonunda ikisi de aynı kapıya çıkıyor bence. bir nesneye hep yangın öncesinde dokundum. ve bir insanı ölümünden az önce tanıdığım çok olmuştur. şimdi karalıyorum takvimdeki bütün rakamların üstünü artık. sıfırdan ötesini aklım almıyor. milât buysa eğer, kendime bir çarmıh bulmam gerek ki her insan bir milâtı yaşar, bir yerinde hayatının benim hayatımsa bütün milâtların toplamı oldu bütün çarmıhları tüketti benim acılarım bütün isalarımı gözyaşlarım boğdu. vı gözlerim kuruyuncaya dek ağlamak istiyorum, ve sesim kısılıncaya dek bağırmak. bana düşen bir yağmur damlası ırmağa dönüşüyor damarlarımda yüzümü yalayan yel, fırtınaya, boraya. ve artık sırtıma ağır geliyor yaşamak, yüzüm gözlerden, sesim kulaklardan şiirlerim basılı kağıtlardan silininceye dek kaçıp saklanmak istiyorum. ve sonra bir gün çıkmak dünyaya elimde bir ekmekle yollarda yürümek, çiçekleri sulamak, çocukları sevmek. vıı bağdaş kurup oturuyorum bir uçurumun derinliklerine. elime kalem almadan şiirler yazıyorum. ey sokaklarında nöbet tuttuğum kentler ey yüreğimde gitgide yaklaşan doğum ad veriyorum artık her nesneye kendimce bayraksız ülkeler arıyorum artık atlaslarda mayınsız, telörgüsüz sınırlarda at koşturuyorum dünyalar getiriyorlar bana, birini seç diyorlar pazardan üç beş kavun alıp getirircesine herkesin dünyasından silah sesleri geliyor bütün dünyaları dolaşsam, mezarlıktan başka bir şey göremeyeceğimi biliyorum yazıtlarındaki sözler değişikse de ne çıkar ölüm her yerde aynı ölüm ve her yerde benim sırtım yanıyor tabutları omuzlamaktan oturup ağıtlar yazmak da bir işe yaramıyor. bağdaş kurup oturuyorum bir gülün derinliklerine kendimi yeniden doğmalara alıştırıyorum. vııı artık iyice belirginleşen yüz çizgilerimin izini sürüyorum, geceyarısı baktığım aynalarda bir çocuk, boyuna hayata ilişkin sorular soruyor durarak karanlığın doldurduğu uçurumlara bir adım kala. geceyi sokağa çıkma yasaklarıyla tanıdın, diyor. her akşam kent kararırken yüreğin de karardı kimseler bilmedi acını, herkes kendi surlarının ardına daha ilk karanlık çökerken sığınıp, saklandı. ve ekliyor, yanıtı olmayan sorularda kaldın uzun, upuzun bir yolda yürüyen birinin dönüp de ardına baktığı o yerdesin şimdi diyor ki, geri dön ve ara o yollarda ayak izlerini. çünkü bir ağaç köklerinin dolandığınca ağaçtır. kıyısız bir deniz görmedim, düşüncelerin dışında bir anıdan yola çık istersen, bir sözden, bir gülüşten çünkü insan sorularıyla insandır ve onlara bulduğu yanıtlarıyla ıx bu kez biraz uzun sürdü bu keder içime ağır bir taş gibi takılıp kaldı acı, takunyalar giyerek yürürdü yüreğimde sevincinse tüyden ayakları vardı ve sorularım ne çoktu benim ellerim her taşın altını kuşkuyla aralardı inanmaz olurdum kimi, göğün mavi, yaprağın yeşil olduğuna gözlerim her renkte saklı bir karayı arardı. bu kez biraz uzun sürdü bu keder kollarımı iki yana açıp dansetmek istiyorum mutlu olmak istiyorum ey kuşlar, ey çiçekler x ve her şey akdeniz'in bilincine varmakla başladı. atlasları açıp bakmadım. turistik rehberlerden de sözetmeyeceğim size. bu eğer bir yitik cennetin özlemiyse, akdeniz'in genel görünümüyle bugün artık bir cenneti çağrıştıramayacağı bilinir. her şeyin anamalcı bir düzenin çarkına koşulduğu bir dünyada gözlerimi ellerimle kapatıp bir akdeniz görüntüsü çizmiyorum duvarlara. bugün insan akdeniz'e gidince ırzına geçilmiş bir kadının karşısında duyduğu o kederi duyabiliyor ancak. yine de her şey akdeniz'in bilincine varmakla başladı. akdeniz'de ben kendi geçmişim ve geleceğimle birlikte tüm insanlığın geçmişini ve geleceğini buldum. dokunduğum bu taş, üzerinde bir takım anlamadığım dillerden sözleri barındıran bu yazıt benden önce vardı, benden sonra da varolacak. doğayı yitirdik belki, ama bir akdeniz çocuğu 'her şey akar' diye sesleniyor bize hâlâ. insanlığın bütün değerleri kendini koruyor; onca olumsuzluğa, zorbalıklara karşın. dünyanın bir çekirdeği varsa, bu çekirdek akdeniz olmalı. çünkü bu dünyadaki bütün 'ilk'lerin serpilip geliştiği yerdir akdeniz. insanın kendi kendini ve tüm evreni sorguladığı bir bilinçlenmedir. 'soru soruyorum, öyleyse varım' der akdeniz insanı. herkesin bir akdeniz'i vardır. giderek, bütün dünya milyonlarca küçük küçük akdeniz'in bir araya gelip toplaştığı yerdir. insanın kendi varlığının bilincine varması böyle başlar. yalnızlığımın bilincine varıyorum; ama bu yalnızlık duygusu beni insanlardan ayırmıyor, tam tersine insanlara açılabilmemin tek koşulu yalnızlığımdır benim. uyumu akdeniz'de buldum. tüm insanlığın kendi köklerine kavuştuğu bu yerde. ve 'milât' diye bir şey varsa bu dünyada, bu sözlerin dudaklarımdan kaydığı an milât olmalı. benim 'milât'ım akdeniz'e dönmektir. bu dönüşün ötesine uzanan bütün yaşayacaklarım artık milâttan sonraki tarihlerle anılacak. xı akdeniz'e dönüyorum, güz kuşlarının kanat vuruşlarına adımlarımı ayarlayarak akdeniz'e dönüyorum, dumanlı bir kentin irin püskürten bacalarını yüreğimden kazıyarak. yıllar yılı karanlık, nemli odalarda yaşadım her sabah yüreğime yeni bir uçurum eklemenin kederiyle bir göçmen kuştum ki ben, güneyi hiç bulamadım uçmak istesem yasakların surları dururdu önümde. sokaklar bir yara gibi, yüründükçe kanardı donup kalırdı sesim, o buzdan yüreklere vurdukça her ana ağıt yakmak için dudaklarını aralık tutardı aklım, en güzel duyguların kıyılarında durdukça. ve işte kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi bitmek bilmeyen sokağa çıkma yasaklarında anladım ki artık herkes bayraksız bir ülkeydi beyinler telörgülerle çevriliydi, yürekler mayınlarla. yakılan kitapların dumanları tüterdi bacalardan ben yanan her sözcüğe tek tek gözyaşı döktüm yeni dünyalar aradım hayatıma, çıkarak atlaslardan böyle başladı kendi içimdeki o uzun yürüyüşüm. denizsiz bir gemiydim sanki, topraksız bir çiçek köklerinden kopmuş bir ağaç dinelirdi önümde şiirler yazdım, yazan elim, söyleyen dilim titrek her şiir yadsıdı kendini, yaslanarak bir başka şiire turuncu bir sokağın aklımı tozutup atması böyle başladı sıçrayıp gitti bir çocuk, yalınayak, dikenlerin arasında bahçesi günebakanlı bir ev, taşlık, incir ağacı el çırpıştırıp, titreyerek akan sular vardı arklarda baba, bir dilim portakalla köpük köpük şaraplar içer ana, tulumbanın önündeki yalakta çamaşırlar yıkardı çocuk, yüzünü bir kitabın sıcacık koynuna gömer uzak bir deniz ve kızlar üzerine düşler kurardı. her sokağın bittiği yerde bir limonluk başlar her limonluğun ardında bir dilim deniz görünürdü şafakta rıhtımda bir sürü ceviz kabuğu sandal denizin enginlerine yaşlı balıkçıları götürürdü geceleri ay bir ekmek gibi büyürdü gökyüzünde kavrulmuş susam ve yeni biçilmiş buğday kokardı yıldızlar gümüş sürerlerdi denizin tenine her yakamozun parladığı yerde bir deniz kızı oynardı. böyle bir dünyaydı işte, anlatılır mı bilmem? insan her dönüşünde bulur mu eski ayak izlerini? yağan yağmurlar mı, yoksa kendi midir onları silen? dönmek istiyorum ben, dupduru bir su, el değmemiş bir toprağım şimdi. akdeniz'e dönüyorum! akdeniz'e dönüyorum! anamın rahmine yeniden, yeniden döner gibi.
·
120 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.